KİMLİKLER, bilinçaltının bir alanı olan gündelik hayatta her gün yeniden üretilir. Milliyetçilik de, soyut bir topluluk olarak millet kimliğinin her daim tahayyül edilmesi için çalışan sürekli bir hatırlatma halidir. Milliyetçilik bunu sadece mağduriyet ve tecrit edilmişlik diliyle, bölünme paranoyasıyla yapmaz; gündelik lisanla, rutin dil alışkanlıklarıyla, edindirdiği itiyatlarla, hayata zerk ettiği sembollerle yapar. Sonuçta milletliğimiz öyle bir doğallığa kavuşur ki, verili bir alanda oluşan milli bilinçle dünyayı okuruz ve tarz-ı hayatımızı milli kimliğimiz ekseninde yönlendiririz.
Son yıllarda yaşanan çeteleşmeler, darbe teşebbüsleri, Cumhuriyet mitingleri, bayrak asma ve yakma krizleri, milli maç sonrası infialler aslında önceden oluşturulmuş ideolojik temellere dayanır. Geçici görünen bu krizler, bu krizlerin olmadığı zamanlarda da var olan bir milliyetçilik seviyesinin dışavurumlarıdır. Kalp hastalığı, kalp krizi olmadığında da kronik olarak vardır. Banal Milliyetçilik kitabının yazarı Michael Billig’in ifadesiyle, milliyetçilik, yaşanılan tanıdık ortam tarafından emilmiş ve rutinleşmiştir. Milli semboller gündelik hayatın alışkanlıklarına sinmiş, düşüncelere ve tepkilere yerleşmiştir. Hayat, milli kimliğin her gün sayısız küçük alışkanlıkla yeniden üretildiği bir milli ortama dönüşmüştür. Bu kanıksama sonucunda milliyetçilik her türden siyasi tartışmanın çerçevesi olur. Vatanseverlik kartı her parti ve her siyasetçi tarafından oynanır.
İroni de burada başlıyor aslında. Bugün MHP, gündelik hayatın milli dönüşümünden kaynaklanan bir mağduriyet yaşıyor ve oylarının çalındığını düşünüyor. Ona göre öz hakikisi varken, seçmen sahte kopyacılara rağbet ediyor. Bütün partiler milliyetçilik kuyusundan su çekiyor, MHP’ye ise kuyunun karanlık dibi kalıyor. Milliyetçilik ortak payda olarak büyüdüğünde ise MHP neyi savunsa ya da neye karşı çıksa, aslında diğer bir partinin ekmeğine yağ sürmüş oluyor. Ne İsa’ya, ne Musa’ya ve ne de kendi tabanına yaranabilen MHP, bazen iktidar partisinin işbirlikçisi, bazen ana muhalefet partisinin borazanı, zaman zaman da derin devletin maşası olarak yaftalanıyor. İroni şu ki, MHP koynunda beslediği ideoloji tarafından ısırılıyor. Milliyetçilik artık yurdun malı ve herkes onu kullanmakta.
Bütün partilerin tek vatan, tek bayrak, tek millet sloganlarıyla miting alanlarını inlettiği an MHP’nin kimlik bunalımı da başladı. MHP bu çelişkiyi aşmak için artık ne olmadığını değil, ne olduğunu kitlelere anlatarak işe başlayabilir. Irkçı, kafatasçı, ayrıştırıcı ya da Şamanist olmadığını, vatandaşlık bağını esas alan bir milliyetçiliği savunduğunu söyleyen bir MHP’nin diğer partilerden ne farkı olabilir ki? Kimsenin aksini savunmadığı bir söylemle siyaset yürütmenin zorluğu, MHP’yi sisli bir denizde pusulasız bıraktı.
İroniyi gören MHP lideri Devlet Bahçeli, telaşa kapılıp sükunetini kaybedebilir, hamasi bir retorik kullanarak söylemini radikalleştirebilirdi. Tersine, kendine gayet hâkim bir şekilde bu duygusal tuzağa düşmediği gibi, gençliğin de sokağa dökülerek yasa dışı bir tepkiselliğe yönelmemesi için inanılmaz bir çaba sarf ediyor. Devlet Bahçeli kriz politikası izleyerek ucuz oy avcılığına soyunmamakla, MHP’yi yukarıda bahsettiğim kimlik buhranından çıkarabilecek ayarda bir lider olduğunu ispat etti ve bu açıdan bakıldığında siyasal hayatımız için bir şans. Şimdi ise partisi için yeni bir söylem inşa etmek göreviyle karşı karşıya. Bu söylem, yirmi birinci yüzyılı idrak etmeye çalışan bir toplumun yakasına ve eteğine yapışmış bir yirminci yüzyıl devletinin terbiye edilmesine yöneldiği ölçüde başarılı olacaktır. Toplum 2008’de, devlet 1908’dedir. Ancak “Türk’e durmak yakışmaz.”
Paylaş
Tavsiye Et