BAŞÖRTÜSÜ davası olarak bilinen, üniversitelerde kılık-kıyafeti serbest bırakan kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından 2’ye karşı 9 oyçokluğuyla reddi, AK Parti’ye karşı açılan davanın da kapatma kararıyla sonuçlanacağı tahminini güçlendirdi. Anayasa’ya göre anayasa değişikliklerini sadece usul yönünden inceleyebilen Mahkeme’nin esasa ilişkin yorum yaparak verdiği tamamen siyasi içerikli bu karar parti kapatma davasının bir habercisiyse eğer, Türkiye çok hareketli bir sonbahar yaşayacak demektir.
Kuşkusuz kapsamlı anayasal reformları uygulamaya geçiremeyen ve Mahkeme’yi CHP’nin noteri olmaktan kurtaramayan AK Parti, yaşanan bu sürecin sorumlusudur. Hükümet, kriz çıkartma heveslilerinin önünü kesecek yasal hamleleri yeni bir anayasa değişikliği paketiyle, gerekirse referandum yoluyla, gerçekleştirmek zorundaydı. Ancak oyunu, bir kriz çıkartmamaya göre ve iyi niyeti elden bırakmadan kurarak bu krizi tetikledi. Böylece AK Parti, seçmenin kendisine verdiği müthiş destekle ifade olunan demokratik iradeyi temsil ve muhafaza edemedi. Bu davada AK Parti, gayri hukuki darbeye karşı hukuki bir savunmayı tercih ederek krizin boyutlarını eksik algıladığını ya da küçük gördüğünü ortaya koydu. Halbuki sorun, hukuki kavramların yanlış yorumundan değil hukukun tamamen hiçe sayılmasından kaynaklanıyor. Ortada savunmanın orijinal ifadesiyle bir “google davası” değil bir “guguk davası” bulunuyor; bu davalar tıpkı bir guguklu saat gibi periyodik aralıklarla darbe saatinin geldiğini bize hatırlatıyor.
Asker Bu Yargı Darbesinin Neresinde?
Taraf gazetesinin yayınladığı, Genelkurmay’dan sızan Bilgi Destek Planı, parti kapatma davasının karara bağlanmasına bir ay kala, futbolla birlikte gündemin başına oturdu. Genelkurmay bu planı reddetti; ama reddederken kullanılan dil, “Böyle bir plan olsa bile bu çok şaşırtıcı olmazdı” gibi bir mesaj veriyordu: “Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarında, komuta katı tarafından onaylanmış böyle bir resmî evrak veya plan bulunmamaktadır.” Böyle bir cümleden ne anlamamız gerekir? “Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarında olmayan” ya da “komuta katının onaylamadığı bir evrak” ya da “resmî olmayan bir belge” var mıdır? Maalesef gereken kesinlikte olmayan bu muğlak reddetme üslubu bile, söz konusu belgeyi ve içeriğini makul gören bir tepeden inmeci zihniyeti açığa vuruyor. Genelkurmay’dan beklenen sadece böyle bir belgenin var olmadığını haber vermek değil, neden var olmaması gerektiğini ve asla olamayacağını ilan etmektir.
Bu halka karşı ülkeyi koruma misyonu ve üslubu, artık partili-partisiz sivil toplumun bütün kesimlerince ortak bir dille reddedilmeli; üniformalılar görevlendirildikleri alanla ilgilenmeye davet edilmelidir. Halkın yarısından oy alan bir partinin irticanın odağı olarak görüldüğü, yargıçların hizaya çekilmeye çağrıldığı, medyanın propaganda aracı olarak kullanılmasının istendiği bir söylem, ne demokratik ilkelere ne de içinde yaşadığımız küreselleşen dünyanın şartlarına uygundur. Böyle bir üslubun dünya şartlarında tek dostu, Türkiye’nin üçüncü dünya standartlarının ötesine geçmesini istemeyen ve Avrupa Müslüman nüfusunun artmasından duydukları kaygıdan dolayı ülkemizin AB üyeliğine karşı oldukları bilinen Amerikan yeni-muhafazakârları ve onların ABD’deki kurumlarında istihdam edilen yerli işbirlikçiler olabilir. Genelkurmay’ın, kendi ülkesinin milli basınının mensuplarına uyguladığı ambargo bir tarafta dururken, Amerika’nın en azgın yeni-muhafazakâr kalemlerini, üstelik Türkiye’nin sivil hükümetine her türlü hakareti yapmaktan geri durmayanlarını, ısrarla düzenledikleri konferanslara çağırması ayrıca açıklama bekleyen bir durumdur.
Ancak yurtdışındaki müttefikleri kim olursa olsun, miadını doldurmuş bir zihniyettir bu. Küreselleşme süreciyle halkının dışarıya açılmada devletinin önüne geçtiği ve adeta devletini dışarıdan kuşattığı bir ülkede, bu zihniyeti sürdürmenin de son derece zor olduğu ortada. Medya artık tek sesli değil ve halkın değerlerine, demokratik ilkelere hizmet eden basın kuruluşları marjinal değiller. Merkezin marjinalleştiği, çevrenin ise merkezileştiği bir süreçten geçiyoruz. Başörtüsü ve AK Parti fenomenleri bu dönüşüm çerçevesinde yaşanan krizin sadece birer göstergesi. Asıl çatışma çok daha derinlerde, değişen Türkiye ile değişime direnen jakoben ve militarist elitler arasında yaşanıyor.
Komuta katı tarafından onaylanmadığı bize lütfen bildirilen Bilgi Destek Planı, artık kapatma davasındaki hukuk örtüsünü iyice kaldırdı. Zaten tartışmanın taraflarından hiçbiri, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını hukuk ölçüsünde aldığını ve alacağını da düşünmüyor. Bir taraf dokuz üyenin siyasi kimliğini, karşı taraf ise diğer üyelerin siyasi kimliğini irdeliyor. Eğer iki üyenin kararlarını siyasi olarak verebildiklerini düşünüyorsak, bu bile Mahkeme’nin hukuka aykırı karar verebildiğinin bir kabulüdür. Genelkurmay belgesi etrafındaki iddialar çerçevesinde yargının ordu tarafından hizaya çekilmesi konuşuluyor. Bütün bunlar ülkede olan bitenlerin hukuki bağlamda meydana gelmediğini gösteriyor; yapılması gereken öncelikle zemini hukuka uygun hale getirmek. Türkiye hukuki bir savunmadan önce, bir hukuki temizliğe ve reforma şiddetle ihtiyaç duyuyor.
AK Parti hükümeti ya da bir sonraki hükümet, bu badireyi ne şekilde olursa olsun atlatır atlatmaz, yeni bir anayasa yoluyla kapsamlı bir hukuki reform planını uygulamaya koymalıdır. Kapatılma olsun ya da olmasın, yeni anayasa vaadiyle bir erken seçime gidilmelidir. Anayasa Mahkemesi siyasi partilerin ve maaşlarını ödeyen halkın hizaya çekildiği bir araç ve istikrarsızlık kaynağı olmaktan çıkarılmalıdır. Zira üçüncü dünya standartlarında bir demokrasi, artık bu ülkeye dar geliyor.
Paylaş
Tavsiye Et