İSRAİL’İN 27 Aralık’ta Gazze’ye düzenlediği ve ilk anda 300’e yakın sivilin hayatını kaybetmesine, yüzlercesinin de yaralanmasına sebep olan saldırılar, 2006 yazındaki Lübnan Savaşı’ndan itibaren Ortadoğu’da yaşanan en geniş çaplı askerî operasyon oldu. Basında hâkim görüş İsrail’in Gazze’den atılan Kassam füzelerine misilleme yapmak ve ülkenin güneyinde sükûneti sağlamak amacıyla bu saldırıları düzenlediği yönünde. 19 Aralık’ta altı aylık ateşkesin sona ermesinin ardından Hamas’ın bölgeye 100’e yakın roket ve havan topu atması da İsrail’in bu çapta bir askerî operasyona girişmesine tatmin edici bir açıklama sunmuyor.
İsrail bölgedeki çıkarlarını korumak ve varlığını sürdürmek için uluslararası sistemin büyük güçlerinin desteğini almak ve bu güçlerin bölgeye yönelik politikalarını yönlendirmek zorunda. Günümüzde uluslararası sistemin en önemli aktörü şüphesiz ki ABD. Ve ABD’de sekiz yıllık Cumhuriyetçi Bush döneminden yeni bir döneme geçiş söz konusu. Yeni dönemin İsrail ile ilişkiler açısından ne getireceği belirsizlik arz ediyor. Bush döneminde girişilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarısızlıkla sonuçlanması ve bunun ülkeye yüklediği ekonomik, askerî ve prestij kayıpları, projede katkısı olduğu düşünülen İsrail ile ilişkilerin sorgulanmasına sebep olmuştu. Özellikle Stephen Walt ve John Mearsheimer gibi Amerikan akademisinin önde gelen figürlerinin başlattığı tartışmada İsrail’e koşulsuz verilen desteğin Amerikan çıkarlarını zedelediği ve gerçekçi bir perspektife dayanmadığı öne sürülmüştü. Buna ek olarak Obama’nın “Gerekirse İran’la ve diğer muhalif gruplarla masaya otururuz” şeklindeki mesajları İsrail’in endişelerini had safhaya çekmeye yetmişti.
İsrail ve ABD’deki İsrail lobisi, Amerikan medya ve toplumunda İsrail aleyhinde işleyen psikolojik ortamı dönüştürmek ve yeni yönetime nüfuz etmek için üç strateji geliştirdi. Birincisi, seçim sürecinde Obama üzerinde baskı kurarak onu söylem düzeyinde İsrail’e yaklaştırmaktı. Müslüman geçmişi, antisemitik şahıslarla ilişkileri vs. vurgulanarak Obama İsrail’e yönelik pozitif mesajlar vermeye ve somut adımlar atmaya zorlandı. İkincisi, Obama’nın kabinesinin oluşumunu etkilemekti. Ekipteki diğer “güvenilir” isimler bir kenara, İsrail’e yakınlığıyla bilinen Hillary Clinton’ın dışişleri bakanlığına getirilmesi bu çabanın açık bir sonucu. Üçüncüsü, Obama’nın görevi devralacağı 20 Ocak öncesinde Amerika’ya İsrail’in çıkarlarına uygun hareket edecek bölgesel şartları hazırlamaktı. İsrail’in son saldırısının arkasındaki ana neden de tam olarak bu: İsrail aleyhine Ortadoğu’da şekillenecek herhangi bir “değişim” ortamını önceden bertaraf etmek. Ayrıntılarına baktığımızda İsrail’in planı, Hamas’ı daha sert adımlar atmaya zorlamayı, buradan Lübnan’daki siyasi süreci istikrarsızlaştırmayı ve bir ileriki adımda da İran seçimlerini etkileyerek bu ülkeyi daha sert ve nükleer silahlar konusunda uzlaşmaz bir çizgiye çekmeyi kapsıyor. Böylece Obama, karşısında konuşabileceği muhatap bulamayacak, işbirliği ve diplomasi söylemini bir kenara bırakıp güvenlikçi bir söyleme kayarak İsrail karşıtı muhalefetin odak noktası İran’a karşı askerî bir operasyon seçeneğini göze almak zorunda kalacak. Özetle, İsrail’in hesapları tutarsa, Ortadoğu’da Bush döneminde nerede kalındıysa, oradan devam edilecek ve dolayısıyla Obama’nın seçim sürecinde merkeze oturttuğu ve seçimi kazanmasında en büyük paya sahip “değişim” söylemi boşa çıkarılmış olacak. İsrail’in Obama’ya ve bölge barış ve istikrarına karşı giriştiği komplonun tutup tutmayacağını hep birlikte göreceğiz.
Paylaş
Tavsiye Et