ABD’NİN yeni başkanı Barack Obama’nın, Transatlantik ilişkilerine yeni bir soluk getirmesi bekleniyor. Irak’ın işgali sürecinde gerilen ilişkiler, Almanya’da Angela Merkel, Fransa’da Nicolas Sarkozy ve İtalya’da Silvio Berlusconi’nin iktidara gelmesiyle hükümetler düzeyinde kısmen düzeldi. Ancak kamuoyu nezdinde George W. Bush yönetimine duyulan kızgınlık hâlâ devam ediyor. Obama’nın seçim propagandası sürecinde kullandığı “Ne dünyadan elimizi çekilebiliriz ne de kabadayılık ederek herkesi itaate zorlayabiliriz” söylemi, “Akıllı Güç (Smart Power)” siyasetinin işaretleri olarak okunuyor.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Avrupa Alt Komisyonu Başkanı Barack Obama’nın, Demokrat Parti’den adaylığı kesinleştikten sonraki ilk gezisini Avrupa’ya yapması, seçilmesi halinde Avrupa ile ilişkileri yeniden rayına oturtmak istediği ve bazı yükleri paylaşmak için hazırlık yaptığı şeklinde algılanmıştı. Obama, başkan seçildikten sonra yaptığı konuşmalarda Avrupa’ya özel önem verdiğini sık sık dile getiriyor. Özellikle Avrupa’yı doğrudan ilgilendiren konularda, eski kıtanın daha fazla sorumluluk alması ve ABD’nin yükünü paylaşması için çaba göstereceğini ifade ediyor. Avrupalılar, yeni dönemde Afganistan, Irak ve NATO’nun genişleyip yeni küresel yükümlülükler alması gibi sorunlara ilişkin Amerikan politikalarının daha esnek olacağını ümit ediyorlar.
ABD’nin Bush döneminde Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya kurmak istediği radar ve füze üsleri, AB üyeleri arasında derin bir çatlağa neden olmuştu. Fransa, Almanya, Belçika gibi Avrupa ülkeleri Obama’yı, bu çıkmazdan kurtulabilmek için şans olarak görüyor. ABD’nin Ortadoğu politikası, ABD-Rusya ilişkileri, NATO’nun genişlemesi, Balkanlar ve Kafkaslar’daki gelişmeler, ABD-Avrupa ilişkilerini etkileyen önemli meseleler arasında. Gürcistan, Ukrayna, Kosova, Bosna-Hersek ve Karadağ’ın NATO adaylığına Rusya karşı çıkıyor. Özellikle Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğini doğrudan tehdit olarak algılayan Rusya’nın tepkisinden çekinen Avrupalılar, yüzlerini Batı Balkanlar’a çevirdiler. Bu bölgenin 2014’e kadar AB’ye tam üye olması yönünde çeşitli politikalar geliştirmeye çalışan Brüksel’in, özellikle Kosova ve Sırbistan konusunda ABD’nin ciddi desteğine ihtiyacı var.
Obama’nın, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile gerekirse görüşebileceğini söylemesi, Avrupalıların İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda askerî seçeneğe karşı önerdikleri müzakere yöntemine Washington’ın yaklaşacağı anlamına geliyor. Fakat aynı Obama, Afganistan’da askerî mücadeleyi arttırarak sürdürmeyi tercih edebilir. Gerek seçim sürecinde gerekse de seçildikten sonra verdiği demeçlerden hareket ederek Obama’nın, büyük olasılıkla bazı AB üyeleriyle birlikte Afganistan operasyonunu genişleterek NATO şemsiyesi altında yürütmeye çalışacağını öngörebiliriz.
Aralık ayı başında Slovenya’da katıldığım bir konferansta, Avrupalı akademisyenlere Obama hakkındaki görüşlerini sordum. Büyük çoğunluğunun ortak fikri, “Asıl önemli hususun, Obama’nın kim olduğu veya ne yapacağı değil, sadece Bush’un gidecek olması” şeklindeydi. Onlara, “Gelen gideni aratır” sözünü hatırlattığımda, onlar da bana Obama’nın seçim süresindeki “değişim” sloganını, Transatlantik ilişkilerinin yenilenmesi ve etkinleştirilmesine vurgu yapmasını ve Avrupa ile beraber hareket etmek istediği yönündeki söylemlerini hatırlattılar. Alman bir akademisyene göre, Bush dünyayı o kadar çok yordu ki, Obama’nın sadece “değişim” söylemi bile ona olumlu bakılması için yeterli.
Obama’nın Avrupa’da tanınmayan biri olduğunu söyleyen Fransız araştırmacı Julien Theron, Sarkozy’nin “Obama’yı tanıyan tek Fransız benim” sözünü gündeme getirerek, Fransızların Bush’u iyi tanımalarından dolayı Obama’yı tanımamalarının sorun teşkil etmediğini belirtti. Avrupalıların Obama ile Temmuz’da Berlin, Paris ve Londra’ya yaptığı ziyaretler esnasında temasa geçtiğini söyleyen Theron, Obama’nın Avrupa gezisinde kendisi ile Kennedy arasında benzerlikler kurmaya ve bu yolla sempati kazanmaya çalıştığını belirtti. Özellikle Berlin konuşmasının Kennedy’yi taklit etmekten ibaret olduğunu söylemesi bile Obama’nın başarılı bir propaganda yürüttüğünün göstergesi.
Avrupalılar, ABD’nin politikalarında kökten bir değişiklik beklemiyorlar. Obama’nın sıcak ve diyaloğa açık tavrının ilişkilerin seyrini belirleyeceğinin altını çizerken bile, fazla iyimser olunmaması gerektiğini vurguluyorlar. Temkinli davrananların ortak görüşü değişim söyleminin bir kamuflaj olduğu yönünde. İhtiyatı elden bırakmayanlara göre, Obama ABD dış politikasının ana hatlarını değiştirmekten ziyade onun çirkin yüzünü güzelleştirmeye çalışacak. Hillary Clinton’ın dışişleri bakanı olarak atanması, söz konusu imaj operasyonunun ilk adımı olarak görülüyor.
Önceki yıllarda AB ile ABD arasında iklim değişikliğine karşı alınacak önlemler konusunda yaşanan tartışmanın, Obama döneminde azalması umut ediliyor. Zira Obama’nın bilim başdanışmanlığına küresel ısınmaya yönelik eylem ve açıklamalarıyla da öne çıkan bir aktivist olan Prof. John Holdren’i getirmesi, Bush döneminde küresel ısınmaya karşı izlenen pasif politikanın terk edileceğine yönelik beklentileri artırdı. Her ne kadar Obama, Avrupa hakkındaki görüşlerini çok net ve açık bir şekilde ortaya koymadıysa da, yeni dönemde ABD ile Avrupa arasında soğuk rüzgârların yerini sıcak rüzgârların alacağı tahmin edilebilir.
Paylaş
Tavsiye Et