Yönetmen-Senaryo: Özcan Alper
Görüntü Yönetmeni: Feza Çaldıran
Oyuncular: Onur Saylak, Megi Kobaladze
Yapım: Türkiye, 2007, 95 dk.
“Ölürken neden bir dar gömleğin içinden çıkar gibi rahatladığımı anladım: Bundan sonra bana hiçbir şey yasak değildi ve bütün zamanları ve mekanları yaşayabilmek için sınırsız bir sürem ve yerim vardı.”
Benim Adı Kırmızı, Orhan Pamuk
Otoriteye yaslanmanın konforuyla, sorgusuz sualsiz, dertsiz tasasız, sanal mutluluklar yaşamak mı; adalet duygusunun peşinde huzursuz bir ömür sürmek mi? İnsanın tüm hayatını etkileyen temel dilemmadır bu. Sistemin sınırlarını belirlediği, öğretilmiş bir “ben”e mi, “öteki” için duyulan sonsuz sorumluluk duygusuna mı talip olacağınız, realizmden idealizme uzanan sarkaçtaki yerinizi de belirler. Mavi hapı seçtiğinizde size salonun önlerinden konforlu bir koltuk ayrılırken, kırmızı hapı seçtiğinizde oturacağınız koltuk Fleet Sokağının Şeytan Berberi’ninkidir en fazla. Ve sistem durmaksızın öğütür, katık eder kendine “yaşlanarak ölemeyen bedenler”i. Nihayet, iflah olmaz idealistlerin ömrü “sürekli bir sonbahar”a mahkumdur.
Yönetmenin ifadesiyle “her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocukları”ndan birinin öyküsüne odaklanıyor Sonbahar. Uzun yıllarını cezaevinde geçirmiş olan Yusuf, F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm oruçlarına yönelik düzenlenen 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu”nun ardından ciğerleri iyileşemeyecek hale getirilerek hayata döndürülünce(!), tahliye olup köyüne, Çamlıhemşin’e gider. “Anarşik” oğlunu defterden silmiş olan baba dünya değiştirmiştir, Yusuf’un geride bulabildiği sadece annesi ile arkadaşı Mikail’dir. Operasyona yönelik belgesel görüntülerinin kullanıldığı kabuslar, Yusuf’un içindeki fırtınalar hakkında fikir sunar. Suskunluğu ise yabancılaşmadan ziyade bir iç hesaplaşmaya dairdir. Matematiği zayıf olan bir ilkokul çocuğuna ders vermeye başlaması, onun her şeye rağmen hayata tekrar tutunma isteğinin emaresidir aynı zamanda. Kasabada karşılaştığı Gürcü hayat kadını Elka da, memleketindeki küçük oğluna bakmak için bir tür “beden hapsi”ne mahkumdur aslında. İki “mahpus”un birbirlerine tutunma çabaları, içinde bulunulan mevsimin “sonbahar” olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Adana Altın Koza Film Festivali En İyi Film Ödülü’nün yanı sıra Locarno, Roma ve Tiflis Film Festivali’nde şimdiye kadar dokuz ödül alan Sonbahar, Karadeniz’in eşsiz güzelliklerini, başarılı bir görsellikle perdeye taşıyor. Sovyetler’in dağılmasının ve sosyalizm hayalinin çöküşünün savurduğu hayatlara odaklanan film, son derece naif anlatımıyla, aynı kulvardaki “romantik devrimci” anlatılarından ya da 12 Eylül sonrasının hayattan kopuk “bunalım filmleri”nden oldukça farklı bir yerde duruyor.
Her bir karenin özenle oluşturulduğu başarılı bir görüntü işçiliğine sahip filmin aksayan yönü ise Yusuf karakterinin derinliklerine inmemizi sağlayamayan senaryo. Ancak tek bir görüntüyle (Karadeniz’in hırçın dalgalarına karşı duran Yusuf) bile bütün bir hayatı özetleyebilen filmin, sol sinemaya bir nefes verdiği kadar, doğanın bir dil olarak kullanılması açısından da sinemamıza ciddi bir katkı niteliğinde olduğunu söylemek mümkün. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Michael Curtiz
Senaryo: Julius J. Epstein
Oyuncular: Humphrey Bogart, Ingrid Bergman
Yapım: ABD, 1942, 102 dk.
Casablanca, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, savaşın zor şartlarından kaçıp ABD’ye iltica etmek isteyen Avrupalıların son durakları olan Kazablanka limanındaki umutsuz hikayelere odaklanır. Kazablanka’nın meşhur gece kulübünün sahibi Amerikalı Rick, Alman toplama kampından kaçarak şehre gelen Çek direniş örgütünün lideri Victor Lazlow ve eşi Lazlow ile eski aşkı Rick arasında kalan Ilsa üçgenindeki duygusal gerilime yaslanan film, arka planındaki gizli ajanlar, Nazi subayları ve direnişçiler ile başarılı bir dönem panoraması da sunar. Finale doğru Rick ile Fransız subay Louis arasında gelişen dostluk, savaşa girerek izolasyonist politikasından sıyrılan ABD ile Avrupa arasında gelişen transatlantik dostluğunun simgesidir. Humprey Bogart ile “cool anti-kahraman” imajını, “Play it Sam” repliğini ve As Time Goes By’ı zihnimize kazıyan film, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo dallarında Oscar almış bir Hollywood klasiği. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Mecid Mecidi
Oyuncular: Amir Naji, Reza Naji
Yapım: İran, 2008, 92 dk.
Kerim, masalsı yeşilliğe sahip olan bir köyde ailesiyle, sükûnet içinde yaşayan bir işçidir. Tahran’ın dışındaki bir devekuşu çiftliğinde çalışan Kerim, sorumlu olduğu devekuşlarından birinin çiftlikten kaçması sonucu işinden kovulur. Büyük kızı sağırdır ve duymasını sağlayan cihaz evlerine yakın bir kuyuya düşer. Kızının işitme cihazını tamir ettirmek için motoruyla şehre gittiğinde, insanlar, Kerim’i motosikletli bir taksici sanırlar ve Kerim tesadüfî olarak bir iş sahibi olur. Paralel giden diğer bir hikâye de Kerim’in oğlu Ali ve arkadaşlarınınkidir. Kızının işitme cihazının içine düştüğü kuyu Kerim’in küçük oğlu Ali ve arkadaşları için mistik bir anlam ifade eder. Çocukların amacı bu kuyuyu temizleyip orada balık beslemektir. Ancak Kerim çocukları sürekli azarlar ve yıldırmaya çalışır. Baba şehirde para kazanırken Ali ve arkadaşları gizlice kuyuyu temizlemeye devam ederler. Evindeki yemeği fakir komşularıyla paylaşacak kadar merhametli olan baba, para kazanmaya başladıktan sonra karısının komşusuna hediye ettiği eşyaları bile geri almaya kalkar. Maddi açıdan feraha kavuşan adamın manevi tatminsizliği her geçen gün artmaktadır. Eski işine göre daha çok gelir getiren yeni işi Kerim’in zaaflarını ortaya çıkartır, cömert ve dürüst doğası bozulmaya başlar. Para kazanan, helal-haram sınırı gözetmeyen, eve ne getirse kârdır diye düşünen bir adama dönüşür. Nefsine yenilip kendi gerçekliğinden uzaklaşan Kerim bir kaza sonucu evden dışarıya çıkamaz hale gelir ve iç muhasebesini yapacağı bir zaman dilimine sahip olur. Çocuklar ise Kerim’in yaptığı tüm gaddarlığa rağmen kuyuyu berrak bir su ile doldurmayı başarır. Çocukların temizledikleri kuyuya kazandıkları balığı salıvermeleri ile Kerim’in yaşadıklarının ardından kuyunun temizlenmiş halini görmesi yani öze dönüşü eş zamanlıdır. Çocuk karakterlerin varlığı ve Kerim’in kemale olan yolculuğu, Mecid Mecidi’nin karakterlerine yaşattığı olgunlaşma seyrinin son filmindeki tezahürüdür. Yönetmenin bu vurgusu mesiyanik tasavvurundan kaynaklanır ve bu yüzden karakterlerin yaşadığı tüm kötülükler, sonunda gelecek olan iyinin, güzelin ve doğrunun habercisidir. Çiftlikten kaçan devekuşu ise Kerim’in dünyasında ürktüğü, peşinden gitmek istediği, ihtiyaç duyduğu iç sesinin veya hırsının kuşatıcı bir temsili olur ve etkisi tüm hayatına yayılır. Devekuşu ile başlayan film devekuşu ile biter. Sonunda ahenkle dans eden -zikreden ya da sadece hareket eden- devekuşu, Serçelerin Şarkısı’nın güçlü senaryosu ardında büyüleyici bir imge olarak filmden sıyrılır. / Esra Bulut
Tavsiye Et