KURULU yapıyı koruma, onun sınırları ve parametreleriyle bağlı bulunma niteliklerinden ötürü hukuk, muhafazakâr bir fonksiyon icra eder. Temel kabul edilmiş bir ahlakın imbiğinden süzülen hukuk normlarının siyaset kurumu vasıtasıyla yasalaştırılması sonucu ortaya çıkan modern hukuk düzeni, statükonun yaşamını sürdürmesi amacının bir enstrümanı olarak işler. Kurucu değerler üzerindeki tartışmaların kaba hatlarıyla da olsa sonuca ulaştırılamadığı toplumlarda ise hukuk, toplumda var olan tikel bir değeri tümelleştirmesi ve onu devlet eliyle mutlaklaştırması dolayısıyla statükocu karakterini açık eder. Fakat aynı zamanda bu öze ilişkin toplumsal uzlaşmazlıkların hesaplaşmasının görüldüğü bir siyasal alan da oluşturur.
Hukukçular Derneği’nin daveti ile konferans vermek üzere İstanbul’a gelen ünlü Fransız ceza avukatı Jacques Verges, hukukun siyasal olanla, yasaların da adaletle çatıştığı alanlarda at koşturmuş öncü bir isim. Vietnamlı bir anne ve Fransız bir babanın çocuğu olarak Fransız sömürgesi Reunion Adası’nda 1925’te başlayan Verges’in hayat hikâyesi, sömürgecilik ve adaletsizliklere karşı mücadeleyle geçti. İkinci Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak çeşitli cephelerde savaşan Verges, savaşın ertesinde Fransız Komünist Partisi’ne katıldı. Meslek hayatı boyunca hapis cezasına çarptırıldı, avukatlık lisansı iptal edildi ve suikastler atlattı.
1955’te avukatlığa başladıktan kısa süre sonra Cezayir’de Fransız kolonyalizmine karşı özgürlük mücadelesi veren direnişçilerin avukatlığını üzerine alan Verges, onlar için yaptığı savunmayla dünya kamuoyunun ilgisini, Fransız hükümetinin de düşmanlığını kazandı. “Kopuş Savunması” adını verdiği tekniği ile hukuk düzeninin statükocu yasacılığını kırarak davaları siyasi düzenin sorgulandığı bir tiyatroya dönüştürmeyi başarabildi. Mahkemeyi ve mahkemenin korumaya çalıştığı düzeni temelden sorgulayan ve sarsan bu strateji sayesinde, Cezayirli direnişçileri ölüm cezasına çarptıran Fransız mahkemelerini kamu vicdanında mahkûm ettirerek müvekkillerinin serbest bırakılmasını sağladı.
Yapısalcı bir toplumsal bakışı olan Verges, her suçun ve suçlunun toplumca üretildiğini, dolayısıyla her suçun içinde toplumsal düzenin suç ortağı olarak yer aldığını savunuyor. Bu açıdan her suçu topluma sorulmuş bir soru olarak görüyor. Toplumun habis bir ur addettiği azılı suçluların da yine toplumun bir ürünü olduğunu, dolayısıyla yargılamanın adil olabilmesi için toplumun da bu suça nasıl iştirak ettiğinin ortaya konulması gerektiğini söylüyor. Bu bağlamda kendisine “şeytanın avukatı” etiketinin yapıştırılmasına sebep olan müvekkil listesinin kompozisyonuna bakıldığında Verges’in bu radikal tavrı daha da öne çıkıyor. Hitler’e karşı savaşıp yaralanmasına rağmen, Gestapo lideri bir SS subayının savunmasını üstlenen Verges, “Benden ırkların üstünlüğünü savunmamı isteseydi elbette ki yapmazdım” diyor, fakat toplumsal ve siyasal baskılara direnerek Nazi subayının adilce yargılanmasını savunarak Fransız devletinin Nazilerin katliamındaki suç ortaklığına işaret ediyor.
Siyasal Kavramı adlı eserinde Alman düşünür ve hukukçu Carl Schmitt, liberal uluslararası düzenin siyaset karşıtı bir mekanizma kurduğunu, bunun da alternatif toplumsal ve siyasal tasavvurların neşvünema bulmasının önünü almak amacına matuf olduğunu kaydeder. Her düzen, güç ilişkilerini yansıtır; baskı, sömürü ve hiyerarşiyi kurumsallaştırır. Bu sebeple Schmitt hukuk devletinin “belirli bir statükonun meşrulaştırılmasından öte bir şey olmadığını” savunur. Schmitt’e göre depolitize edilmiş yasal enstrümanlar, aslında liberal ulusal ve uluslararası düzenin yürüttüğü savaşta kullanılan araçlardır. Kendini siyasal değilmiş gibi sunan düzenlemeler marifetiyle düzene karşı çıkan muhalifler “huzuru bozan” ve “barışı tehdit eden” unsurlar konumuna indirgenirler, bu sayede onların “insanlığın dışına atılmaları” da mümkün olur. Siyasal düzenler böylesi dışlamalar ve baskıların neticesinde kurulabilir ve varlıklarını idame ettirebilirler.
Jacques Verges’in meslekî hayatında örneklediği ve hayata geçirdiği hukuk felsefesi, Carl Schmitt’in ortaya koyduğu hukuk ve siyaset felsefesiyle önemli paralellikler arz ediyor. Nitekim 27 Mayıs akşamı onuruna verilen bir yemekte bu düşüncemi kendisine ilettiğimde, o da ihtirazi bir kayıtla bunu teyit etti. Düzen, hukuk ve adalet nosyonlarının Schmitt’ten ne kadar etkilendiğini sorduğumda ise, Schmitt’in ortaya koyduğu hukuk anlayışının aslında Fransa’nın efsanevi lideri Charles de Gaulle’ün kurduğu beşinci cumhuriyette içkin olduğunu, kendisini de, Schmitt’ten çokça beslense de daha çok Antik Yunan filozofu Sokrates’e yakın konumlandırdığını ifade etti. Dünyanın küçülmesiyle ABD’nin dünya jandarmalığına soyunabilmesinin daha da zorlaştığını, bunun da Schmitt tarafından çok önceden öngörüldüğünü belirtti.
Verges’in savunmaları, bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş hali olarak okunabilir. Nitekim Savunma Saldırıyor adlı kitabında da açıkladığı üzere, “Kopuş Savunması” stratejisi, düzenin kendisini sorgular, sanığın/müvekkilin mevcut düzen içindeki suçluluğunu kabul eder, cezaya razı olur. Ancak söz konusu davranışı suç kabul eden düzenin kendisinin kemikleşmiş bir şiddet ve dışlama üzerinde yükseldiğini ve yapısal olarak suçu mümkün kılması, hatta yer yer onu kaçınılmaz hale getirmesi sebebiyle de düzenin suça ortak olduğunu göstermeye çalışır. Bu yönüyle mahkeme salonu, düzenin açıkça sorgulandığı bir “sahne”, dava da düzen ile düzen karşıtlarının rollerini paylaştıkları bir “orkestra” halini alır.
Verges bir tutku, savunma sanatı, siyaset aracı ve felsefe zemini olarak gördüğü avukatlık mesleğinde geride bıraktığı yarım asır boyunca, siyasetin ve kanunlar sisteminin statükonun ayakta kalmasını sağlayan muhafazakâr işlevine karşıt olarak siyasalın kurucu özelliğini vurgulayarak onu adaletin imkânı olarak öne sürdü. Birçok ünlü davayı, siyasal bir sorgulama ve hesaplaşma sahnesine çeviren Verges’e göre, Çakal Carlos’tan Kamboçya’yı ölüm tarlalarına çeviren Pol Pot’a, Cezayir direnişçilerinden Filistin Kurtuluş Örgütü’ne, SS subayından Sırp lider Slobodan Miloşeviç’e kadar geniş bir yelpazeye dağılan müvekkillerini savunma gayesi, mevcut düzenin suç üzerinde yükseldiğini gösterip kamu vicdanında mahkûm edebilmek.
Suç ve suçlu kavramlarının bizatihi kendilerini sorgulayan ve kurulu yapının suç addettiği fiildeki ortaklığına dikkat çeken Verges, avukatlık pratikleri içinden güçlü bir eleştiri geliştirebilmiş bir hukuk düşünürü portresi çiziyor. Verges’in, Alman Der Spiegel gazetesi muhabirinin, “Hitler’i de savunur muydunuz?” sorusuna verdiği cevap, hukuk anlayışını açıkça ifade ediyor: “Bush’u bile savunurdum, yeter ki suçlu olduğunu kabul etsin.”
Paylaş
Tavsiye Et