Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın Şenkardeşler
Kürt meselesi ve Kürtlerin etnik talepleri on yıllardır Türk liderlerinin uykularını kaçırıyor. Bu talepler aynı zamanda Irak ile İran’ı da ciddi bir şekilde endişelendiriyor. Sözü geçen ülkelerde milyonları bulan sayılarıyla Kürtler, kimliklerini ve kültürlerini rahatça ifade etme, bunun da ötesinde siyasi haklarını elde etme yönündeki taleplerini yüksek sesle dile getiriyorlar. Yine “Kürdistan” adını verdikleri ve İran’ın doğusundan Irak’ın kuzeyine, Suriye’nin kuzeyinde bir bölümden Türkiye’nin doğusunun büyük bir kısmına uzanan bölgede bağımsız bir Kürt devletinin hayallerini kuruyorlar.
Kürt sorununun yayılmış olduğu bu coğrafyaya baktığımızda, Irak’ta kimi zaman şiddetlenip kimi zaman da kesintiye uğrayan kanlı bir çarpışma süreci sonrasında geniş salâhiyetli bir özerk yönetim görünümündeki Kürt oluşumunun varlığını müşahede ediyoruz. İran’a baktığımızda ise bu ülkede Kürt sorununun silahlı mücadele seviyesine hiçbir zaman erişmediğini, Suriye’de de böylesi bir mücadelenin hemen hemen hiç meydana gelmediğini gözlemliyoruz. Sorunun ağırlık noktası ise şimdilerde Türkiye’de yoğunlaşıyor. Bu ülkede radikal Kürt grupları, Türk yönetiminden tamamen bağımsız bir devlet kurmayı hedeflerken; daha ılımlı başka gruplar, kendilerine özerk yönetim verilmesini yeterli görüyorlar. Böylelikle Kürt kimliğinin özgürce ifade edilmesi, okullarda Kürtçe eğitimin serbestçe yapılabilmesi ve Kürtlerin Türk halkına tanınan siyasi hakların tamamından yararlanabilmesi gibi talepler hayata geçirilebilecek. Nitekim bu noktaya gelinmeden önce PKK lideri Abdullah Öcalan sahneye çıkmış, ancak yakalanmış ve ömür boyu hapse mahkum edilmişti.
Yerel ve uluslararası düzeyde birden fazla siyasi-ekonomik sıkıntı ve meydan okumayla karşı karşıya bulunan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt sorunu çözülmeden kaldığı müddetçe, içinde bulunduğu bu kıskaçtan kurtulmanın mümkün olmadığının farkına vardı. Bu nedenle bazı Kürt liderlerle görüşmelerde bulundu, Kuzey Irak’taki Özerk Kürt Yönetimi ile karşılıklı anlayış ve işbirliği projelerini hayata geçirmeye başladı. Yine karşılıklı iyi niyetin ölçülmesi ve nabız yoklama amacıyla da bölge ile ticaretin canlanması için kapıları ardına kadar açtı.
Gözlemciler, Kürt meselesinin çözüme kavuşturulmasına yönelik ilk adımlarda, Başbakan Erdoğan’a yardımcı olacak bazı yerel ve bölgesel gelişmelerin meydana geldiği hususunda hemfikirler. Nitekim Abdullah Öcalan bir Türk adasında hapis tutulduğu yerden silahlı mücadelenin sona ermesinin gerekli olduğunu açıkladı. Yine aynı bağlamda Öcalan sonrasında PKK’ya lider olan Murat Karayılan semeresini verecek bir barışa hazır olduklarını bildirdi, çözümün de Türk toprakları sınırları içerisinde olması gerektiğinin ve kendilerinin ana vatandan ayrılmak gibi bir düşünceye sahip olmadıklarının da altını çizdi. Karayılan, taleplerinin Kürt kimliğinin yanı sıra Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarının tanınması çerçevesi ile sınırlı olduğunu ifade ederek tarafları ateşkese çağırdı ve Avrupa demokrasi standartlarının uygulanması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Bu bağlamda başka gelişme ve işaretlerin de Kürt sorununun çözülmesine yönelik umutların artmasına yol açtığını söylemek mümkün. Örneğin, Başbakan Erdoğan ülke siyasetine açıkça müdahalelerde bulunan ordunun gücüne ket vurulması yönünde ciddi çaba gösterdi; nitekim geçmiş yıllarda örneği görülmemiş şekilde Milli Güvenlik Kurulu’na sivil bir genel sekreter atandı. Ayrıca Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ticari anlaşmalar imzalandı ve karşılıklı dostluk ilişkileri kuruldu; Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Suriye ve Irak yönetimleri ile ilişkilerini geliştirmek üzere Fırat ve Dicle nehirlerine aktarılan su miktarını artırdı ve bunlara ilaveten Türkiye-İsrail ilişkilerinin hızını frenledi. Tüm bu göstergeler, topluca ya da tek tek değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan’ın Kürt sorununu faal ve tesirli bir bölgesel güç durumundaki ülkesinin heybetini muhafaza edecek ve yüzünü ağartacak bir biçimde çözebileceğine dair ipuçları sunuyor.
Tavsiye Et
ABD Basını
Çeviri: Burcu Anatay
On yıllardır süren çatışmadan ve baskıcı politikalardan sonra Türkiye, kendi Kürt nüfusu arasında uzun zamandır mevcut olan huzursuzluğu giderecek bir barış girişimine yönelik ciddi adımlar atacak gibi görünüyor. Ancak başarı sağlayacak bir plan, yerel mağduriyetleri göz önüne alamayan, devlet merkezli ve tek taraflı önceki girişimlerin bir yenisi olamaz. Bu plan, önceki çözüm gayretlerinin ötesine geçmeli ve Kürt nüfusunu gerçekten de sürece katmalı.
Türkiye, geçtiğimiz sene İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmelerde arabulucu olmak gibi girişimler vasıtasıyla kendisini bölgesel bir güç konumuna getirmeye çalıştı. Türkiye’nin halen BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olduğu dünya sahnesindeki yükselen profili, ülkeyi uluslararası olaylar hakkında daha fazla konuşma noktasında cesaretlendirdi. Ankara, İsrail’in geçtiğimiz Ocak ayındaki Gazze Savaşı’nı ve Çin’in Temmuz ayında Uygur Türklerinin vatanı olan Şincan bölgesinde çıkan olaylara verdiği karşılığı en şiddetli eleştirenler arasındaydı.
Fakat uluslararası sahnedeki artan görünürlüğü, dikkatleri Türkiye’nin iç sorunlarına, özellikle de ülkenin %20’sini oluşturan Kürt nüfusu ile yaşadığı ihtilafa çekti. Her ne kadar Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Türkiye’nin güneydoğusundaki durum, yasadışı PKK örgütü ile yaşanan çatışmanın bölgeyi fiilen bir savaş alanı haline getirdiği 1980’ler ve 1990’lardan büyük ölçüde daha iyi olsa da, önemli sorunlar varlığını sürdürüyor.
Yerel Kürt politikacılar resmî makamlarında Kürtçe konuştukları için hâlâ eleştiriliyor. Ayrıca son yıllarda hükümet karşıtı gösteri düzenleyen düzinelerce Kürt genci, PKK’yı desteklemek suçuyla hapiste tutuluyor. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Kürt milletvekilleri olsa ve Kürt yanlısı Demokratik Toplum Partisi (DTP) 550 üyeli parlamentoda 20 sandalye ile temsil edilse de, gerçekte Türkiye’nin mevcut siyasi yapısı içinde Kürtlerin seslerini duyuracakları çok az alan var.
Ancak değişim rüzgarları esiyor. Bu yılın başlarında hükümet, Türkiye’nin Kürtçe yayın yapan ilk devlet televizyon kanalının kurulmasına izin verdi. Ve geçtiğimiz aylarda, hem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hem de Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürt nüfusu ile ciddiyetle bağlantı kuracak bir girişim üzerinde çalışıldığını güçlü bir şekilde vurguladı.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay da 29 Temmuz tarihli basın toplantısında hükümetin, Kürtlerin demokratikleşme temelli haklarını arttıracak ve kültürel alanlarını genişletecek kapsamlı bir plan üzerinde yoğun biçimde çalıştığını açıkladı. Atalay, ayrıntılı bilgiler ya da bir tarih ortaya koymasa da muhabirlere şöyle dedi: “Kararlı, sabırlı ve cesur adımlar atmak istiyoruz… Bu yeni bir safha olarak görülebilir.”
Türk basınına göre hükümetin planı, kasaba ve köylerin Kürtçe isimlerini kullanmalarına izin verilmesinin yanı sıra, Kürtçe yayın yapan özel televizyon kanallarının ve üniversitelerde Kürt dilini öğreten bölümlerin kurulması da dâhil olmak üzere kültürel özerkliği genişletmeyi içerebilir. Planın PKK üyeleri için geniş kapsamlı bir af programına kadar uzanıp uzanmayacağı ise henüz net değil.
Zira PKK, çoğunlukla da Kuzey Irak’taki sığınaklarını kullanarak Türk güvenlik güçlerine saldırmaya devam ediyor. Yine de son yıllarda örgüt, Türkiye’den ayrılmanın realist bir hedef olmadığının farkına vardı ve sadece Kürtlerin Türkiye dâhilindeki siyasi ve kültürel haklarını arttırma peşinde olduğunu vurgulamaya başladı. Bu arada hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önümüzdeki haftalarda Kürt sorununun çözümüne dair kendi yol haritasını açıklaması bekleniyor.
Ankara, Kürt sorununu çözmek için ilk defa harekete geçmiyor. Ankara’nın daha önceki girişimleri, neredeyse bütün iktisadi göstergelerde ülkenin diğer kısımlarının gerisinde kalan kronik ölçüde az gelişmiş güneydoğu bölgesine yönelik -genellikle yeterli fon bulamayan- ekonomik kalkınma paketlerinin uygulamaya konmasını içeriyordu. Bu seferki hükümet inisiyatifi ise daha farklı görünüyor.
Öncelikle, hükümetin kültürel hakları, siyasi reformları ve demokratikleşmeyi hesaba katan kapsamlı bir paket üzerinde çalıştığı görülüyor. İkincisi, yeni girişimin arkasındaki güç, dış baskıya değil, ülkenin siyasi ve askerî kurumlarının bizatihi kendisine dayanıyor. Bu da hükümetin, daha önce sıklıkla Kürtlerin daha fazla hak taleplerinin ulusal bütünlüğe bir tehdit teşkil ettiğini dinlemiş şüpheci iç kamuoyuna planı pazarlamasını kesinlikle kolaylaştıracaktır.
Belki de planın başarısı için gereken en önemli unsur, sivil toplum kuruluşları gibi Kürt toplumunun farklı kesimlerini sürece katma ve güneydoğudaki seçilmiş yerel yönetim organlarının siyasi gücünün arttırılması talepleri de dâhil olmak üzere, Kürtlerin gerçek mağduriyetlerini dikkate almaktır. Girişimi başlatma süreci, nihai hedefini yansıtmalıdır: Türkiye’deki Kürt nüfusuna kültürel ve siyasi olarak hak ettiği yeri vermek.
* Yigal Schleifer, İstanbul’da ikamet etmekte olup Christian Science Monitor gazetesi ile Eurasianet web sitesine muhabirlik yapmaktadır. Bu makale, Common Ground News Service (CGNews) için kaleme alınmış ve ilk olarak The Sacramento Bee gazetesinde yayımlanmıştır.
Tavsiye Et