TELEVİZYON dizilerinin her akşam ekranları meşgul ettiği zamanları yaşıyoruz. Değişik konular, mekanlar ve heyecanlar, zaman-mekan birlikteliğini sağlayan görüntü aracılığıyla zihinlerimizde seyahat ediyor. Akşamları televizyonda herhangi bir dizinin takip edilmediği ev sayısının bir hayli az olduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerek. Çok sayıda dizi olunca haliyle diziler de konularına göre dallara ayrılabiliyor. Politik göndermeli, vurdulu-kırdılı diziler, romantik yaz dizileri, kışlık aile dizileri, uyarlama diziler, sırlı/ibretli diziler vs… Bunlar arasında sırlı diziler, hem anlatmak istediği meseleler hem de tercih ettiği biçim sebebiyle özel bir ilgiyi hak ediyor.
İlk Önce Sinema
Hiç şüphesiz zaman sanatı olarak adlandırabileceğimiz sinemanın gerçekle dolaysız ilişki kurması, modern dönemin önemli keşiflerinden birisi olarak görülebilir. Bunun yanında teknolojinin gelişimine paralel ortaya çıkması ve teknolojik gelişmelerden birebir etkilenmesi, sinemanın teknolojinin taşıdığı felsefi soru(n)ları taşıdığını ortaya koyar. Bu mesele, sinemanın sanat olmasının getirdiği keyfiyetle birleşince 1895 yılı, sadece sinemanın keşfi açısından değil yüzyılın var oluşsal problemleri açısından da önemli hale gelir; elbette bir sanat olarak kendi içinde barındırdığı açmazları ve imkanlarıyla…
Sinemanın gelişimi ve daha sonra televizyonun ortaya çıkışı aslında bir üslûp farklılaşmasının başlangıcı olarak düşünülebilir; her ikisi de film dilini kullanır, fakat farklı üslûplarda. Dolayısıyla sinemanın taşıdığı imkan ve açmazlar, aslında televizyon için de geçerlidir. Zaman geçip televizyonlar evlere dağılıp daha çok insana ulaşmaya başlayınca film dili üzerine düşünülmesi gereken sorular daha önemli hale geldi. Fakat öncesinde sinema salonlarını etkisi altına alan paranın gücü, aynı zemini paylaşan televizyonu da esir aldı. Böylece film dilinin keşfinin tarihsel bağlamı ötelendi ve gündemin hızlı etki tepkileriyle olabildiğince kazanca yönelik bir işleyiş öngörüldü.
Sırlı diziler bu resmin neresinde duruyor diye sorduğumuzda kendimizi, film dili üzerinden birkaç önemli meselenin ortasında buluruz: Son derece teknolojik bir zeminde, son derece insani bir zemini yakalama çelişkisini içinde barındıran film dilinin her daim yüzleşmek zorunda olduğu birkaç mesele…
Sinema ve Tecrübî Olan
Sinemanın/film dilinin, dolayısıyla görüntünün gerçekle ilişkisinden biraz bahsetmiştik. Bu ilişki biçimi, görüntüye diğer sanatlarda rastlamadığımız bir imkan sunar. Bu da seyircinin kendi tecrübesi ile birlikte yönetmenin perdedeki tecrübesine son derece dolaysız bir şekilde ortak olabilmesidir. Buradaki dolaysızlık, bir imkan olarak düşünülebileceği gibi bir olumsuzluk (film dilinin bu özelliğinden yola çıkarak sinemayı silaha benzeten yönetmenler de var) olarak da değerlendirilebilir. Yönetmenin vicdanına göre imkan kısmı temaşaya, olumsuzluk kısmı dayatmaya sebebiyet verir. Şayet yönetmen seyircinin öznel deneyimlerini önemser ve buna saygı duyarsa temaşaya imkan tanır. Seyircinin öznel deneyimlerini dikkate almazsa kendi gerçekliğini seyirciye dayatma kapısını aralar.
Tecrübî olanın sırlı/ibretli dizilerle ilgili kısmına geldiğimizde, görüntü dilinin gerçeküstü diye adlandırılabilecek sahneler üzerinden aşkın olanla kurduğu ilişki üzerine düşünmek gerekir. Aşkın olan, insanın var oluşuna dair soruların temaşa yoluyla dile geldiği bir zemindir. Peki aşkın konulardan bahseden sırlı dizilerde seyircinin tecrübe zemini dikkate alınıyor mu? Ya da aşkın meselelerin çıplak gözle görülebilirliği film dilinde nasıl bir anlam taşıyor?
Film dilinde beklenmedik (biriciklik) yakalandığı oranda aşkın olandan bahsedilebilir. Burada seyircinin beklentileri ve yönetmenin tecrübe etmek istediği gerçeklik düzlemi kendiliğinden devreye giriyor. Ayrıca temaşa kavramı çerçevesinde görüntü dilinin yakaladığı katmanlılığın altını çizmek gerekiyor. Dolayısıyla katmanlı bir zeminde aşkın tecrübenin sinemanın gerçekle kurduğu mekanik ilişkiye indirgenerek gösterilmesi bir problem olarak görülebilir. Çünkü karşımıza çıkan soru olabildiğince iç yakıcı: Göstermek mi önemli yoksa bir tecrübe imkanı sunmak mı? Şimdi, sırlı dizilerin aşkın olanla kurduğu bağlantı üzerine düşünmek gerekmektedir. Bu bağlantıyla birlikte görüntü dilinin tabiatına dair sürekli düşünülmesi gereken bir meseleye tekrar gelmiş oluyoruz: Sinemada tecrübe edilir bir zemin nasıl sunulur?
Sırlı dizilerin tercih ettiği biçim, hiç de içeriklerini taşıyabilecek niteliklere sahip değil. Aslında problematik olan, sırlı dizileri yapanların tercih ettikleri biçim aracılığıyla seyirciyi belli açılardan ikna ederek, seyircinin tecrübe alanına ket vurmasıdır. Modern sinemanın teknolojideki hızı ilham alarak geliştirdiği etki-tepki sinemasının (Holivud sinemasını buna örnek verebiliriz) biçimlerini tercih etmek belirli bir tesir alanı oluşturur, bu doğru. Fakat bu tesirin olumlu ve olumsuz tarafları yeterince düşünülüyor mu?
Tecrübe çerçevesinde karşımıza çıkan bir diğer mesele, aşkın olayların çıplak gerçeğe/gerçekçiliğe indirgenerek anlatılmasıdır. Elbette sinemanın yükseldiği zemin, belirli açılardan çıplak gerçekliğin beslendiği zeminle örtüşür. Fakat indirgemeci bir yaklaşımla katmanlılığı hesaba katmayarak, göze muhatap olan ekrandaki gerçeğe fazla anlam yüklenmesi, seyircinin maruz kaldığı dayatmaya zemin hazırlayacaktır. Çünkü temsil kabiliyeti açısından muhatap olduğumuz gerçek parçaları, yüklenmek istenen anlam dünyasını içermemektedir. Burada işin zanaat yönünün eksikliği kastedilmemekte, tercih edilen zanaat yöntemi ve yönetmenin tecrübe birikiminin anlatılmak istenenle örtüşmemesi tartışmaya açılmaktadır.
Sırlı dizilerde öngörülen katmanlaşmanın olmaması ve seyircinin olayların dizilişine/kuruluşuna mahkum edilmesi, anlatılmak istenen temel meselelerin gözden kaçırılmasını doğurmaktadır. Çünkü görüntü aslında ardındakine işaret eder. Ardındakini gizlemek, bir anlamda karşılığı olmayan bir dünya sunmaya meyletmektir. Bunun yanında katmanlaşmaya müsaade etmeyen bir indirgemecilik, ardında sakladığını düşündüğü anlama haksızlıktır. Bu yönüyle sırlı dizilerde, hem seyircinin bir anlam çerçevesine inanmasına gayret edilmekte hem de anlama varmaya çalışan, katmanlarda yol almayı tercih eden seyirciye sanki kocaman bir DUR levhası gösterilmektedir. Oysa görüntü dilinde beklenen, ardındakini olabildiğince görünür kılmaktır.
Aslında meselenin son derece ahlaki bir zeminde şekillendiğini fark edebiliyoruz. Tecrübe edilebilir bir zemin sunabilmek, bu donanıma sahip yönetmene ve karşılaşılan anlatım problemlerine uygun biçim tercihlerini yapabilecek bir duyarlılığı gerekli kılıyor.
Tecrübenin Sırrı
İnsanoğlu kendi tecrübesi ile dâhil olmadığı her ilişki biçimini önünde sonunda fark eder; ya bu durumu görmezden gelir ya da kendini mahkum eden yapıya isyan eder. Günümüzde genel seyirci, isyan etme yetilerinden bir hayli yoksun vaziyette. Bu sebeple sırlı dizilerde ortaya çıkan problemli yapı pek de fark edilmiyor. Bu noktada dizi yönetmen ve yapımcılarına büyük sorumluluk düşüyor. Umulur ki, özgün çözümlemelerle karşılaşacağımız günler çok uzak değildir.
Paylaş
Tavsiye Et