Yaşadığımız evrende büyük bir uyum hakim. İnsanlık tarihi, benzer bir düzeni dünyada da gerçekleştirme çabalarıyla yazıldı. Gücün temerküzüyle birlikte düzen fikri de giderek daha geniş bir kapsam kazandı. ‘Büyük Devlet’ olmanın yolu kendi düzenini bütün dünyayı kuşatacak ölçeğe getirmekten geçer oldu. Siyasal, ekonomik ve toplumsal düzenin, evrensel uyumun bir uzantısı, yüksek değerlerin tecessüm etmiş hali olması gerektiği fikri kadîm medeniyetlerdeki düzen anlayışının temelini teşkil ediyordu. Bugün ise insanlık; değerlerden koparılmış, ahlakî derinliğini ve insanî ruhunu kaybetmiş, dolayısıyla sürdürülebilir olmaktan çıkmış bir dünya düzenine mahkum durumda.
Düzenin kurucusu ve işleticisi konumundakiler açısından da durum pek parlak sayılmaz. Daralan marjlar, artan istikrarsızlık ve hep daha fazlasını kazanmaya mahkum bir sistemin çarkları arasına sıkışmış ‘Merkez’, düzenin devamı için gereken fedakarlığı göstermekten kaçınıyor. Bu gidişin bir patlamaya yol açmasının veya dünya düzeninin giderek sıklaşan krizlerin girdabına gark olmasının kaçınılmaz olduğunu gördükçe de uzlaşmak yerine saldırganlaşmayı tercih ediyor.
Çözüm yeniden değerlere dayanan, adil, ahlakî ve insanî bir düzenin inşası. Geçmişinde hem ahlakî hem gerçekçi, değer eksenli ama hukukun şekillendirdiği, bundan dolayı da farklılıkları bünyesinde barındırmayı başarmış bir düzeni gerçekleştirmiş olan Türkiye, bu inşada etkin bir yer alabilir.
Paylaş
Tavsiye Et