Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2003) > Dünya Siyaset > Savaşın yorulmadığı ülke: Afganistan
Dünya Siyaset
Savaşın yorulmadığı ülke: Afganistan
M. Mücahit Küçükyılmaz
Arkadaş / Şimdi yalnız savaş
Cahit Zarifoğlu-Afganistan Çağıltısı
 
AFGANİSTAN, topraklarında hakimiyet kurabilenin gücüne güç katan; bunu başaramayanı ise çöküşe sürükleyebilen bir asi ülke. Aslına bakılırsa, tarihte hiçbir zaman Afgan kimliği altında homojen bir etnik yapı var olmamış. Ancak, Peştu, Özbek, Tacik, Hazara (Şiiler), Türkmen, Kırgız, Kâfir (Kâfiristan halkı) ve az sayıda Hindu’dan müteşekkil Afganî unsurun tuttuğu bu geçitler ülkesi kimilerine ‘dur’ derken; kimilerini de ‘buyur’ etmiş. Buyur edilenler arasında Hun İmparatorluğu, Sasaniler, Göktürkler, Gazneliler, Babürlüler ve kısmen Moğollar ile Safevîler sayılabilir. Durdurulanlara gelince; Kandehar’da Büyük İskender, Hayber geçitlerinde muhtelif zamanlarda Çinliler, sömürgeci İngilizler ve Hindu Kuş dağlarında Sovyetler… Modern dönemde bu coğrafyayı işgale yeltenen, üzerinde gün batmayan Britanya İmparatorluğu artık gün yüzü görmezken; Soğuk Savaş’ın kutbu Sovyet İmparatorluğu’nun yerinde yeller esiyor. Bütün bu dünya devlerine kafa tutmasında, Afganistan’ın coğrafî yapısının ve aşiretlerden oluşan etnik dokusunun sağladığı yüksek direniş kabiliyeti etkili. Bununla beraber, Orta Asya steplerinde dağınık halde yaşayan pek çok topluluk gibi Afganlılar da kurucu/inşa edici güç olma niteliğinden yoksunlar. Öyle ki, 20’nci yüzyılda bir süre var olan Afgan Krallığı hariç, tarihin herhangi bir döneminde Afgan adıyla kurulan düzenli ve sürekli bir devlet yapısından söz etmek mümkün değil. O halde, kişi başına düşen milli geliri ortalama 800 dolar (ABD’den 2 bin 165 kat düşük) olan, askerî gücü gerilla kuvvetlerinden ibaret ve siyasî yapısı paramparça bir ülke, nasıl oldu da dünya gündeminde bir anda ilk sıraya yerleşebildi? Ya da Florida’da uzatmalara giden şaibeli bir seçimle içeride iktidarı ele geçiren Cumhuriyetçi petrol lobisi, bununla yetinmeyip bütün dünyanın iktidarını elde etmeye soyunurken, işe niçin Afganistan’dan başladı?
 
Simgesel Göstergeler Savaşı: Burka ve Bikini
Fukuyama’nın iddia ettiği gibi gerçekten de tarihin sonuna gelmişsek, bu sona damgasını vuracak medeniyet, tarihe herhalde şuna benzer bir not düşecektir: “Üçüncü bin yılın başında, yeryüzünün en fakir ve güçsüz ülkesi olan Afganistan, tuhaf bir biçimde, Batı uygarlığının öncüsü ve dünyanın tek süper gücü ABD’ye savaş açtı.”
Elbette, görüntü çağında medeniyetlerin çatışması, en yoğun ve medyatik şekliyle, simgesel göstergeler üzerinden yürütülecekti. Göstergeler savaşında Afganistan’la ilgili örneklerin başında, Taliban’ın Buda heykellerini roketlemesi, aynı coğrafyada konuşlanmış el-Kaide’nin ikiz kuleleri ve Pentagon’u “uçaklaması” geliyor. Bunlardan başka, İslam’ın oldukça katı bir yorumunun uygulandığı bu bozkır toprağında, modern dünyayı en fazla ürküten ve ona ayak direyen simge herhalde Afgan kadınların giysisi ‘burka’ olsa gerek. ABD’nin konjonktürel hakimiyetinden sonra, modernite, burkanın karşısına kendi simgesel gösterenini çıkarmakta gecikmedi: Bikinili “Afgan güzeli” Vida Samadzai. Babası CIA için çalışan ve ailesiyle beraber 1996’da Amerikan vatandaşlığına geçen Samadzailer’in kızı, taşıdığı simgesel anlam yüzünden modern Afgan kadınını temsîlen Dünya Güzellik Yarışması’na katıldı ve Keriman Halis gibi birinci ilan edilmese de, Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. İlginçtir; Vida’ya en esaslı tepki Amerikalıların atadığı Hamid Karzai kabinesinde Kadın İşlerinden Sorumlu Bakan Habibe Surabî’den geldi: “Vida, örf ve adetlerimize aykırı bu görüntüsüyle Afgan kadınını temsil edemez!”
 
Petrolcü Kuşatması
Gerçekte, Afganistan’ın önemi, alınyazısı olan jeostratejik konumundan kaynaklanıyor. Hindistan, Pakistan, Çin, İran ve Rusya gibi nükleer güçlerin ortasında yer alan; Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan’ın enerji ve petrol kaynaklarını Umman denizine aktaran yol üzerinde bulunan ve GSMH’sinin %15’ini haşhaş ve Hint keneviri üretiminden elde eden bu ülke, ABD’nin bölgedeki rakiplerine göz dağı vermesi için gayet elverişli bir hedefti. Bush Exploration/Arbusto Petrol Şirketi’nin kurucularından George W. Bush, 11 Eylül saldırılarından sorumlu tuttuğu, eski iş ortağı Selam bin Ladin’in küçük kardeşi Üsame bin Ladin’i en tehlikeli düşman ilan ediverdi. Üstelik, Bush’un bir başka ortağı Halid bin Mahfuz da Üsame bin Ladin’in kayınbiraderiydi! İşin Afganistan ayağında ise bir Amerikan petrol devi UNOCAL Şirketi bulunuyor. Bush’un Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, UNOCAL’ın eski danışmanlarından biri. Hükümet Başkanı Hamid Karzai de aynı şekilde UNOCAL’a danışmanlık yapmış bir petrolcü ve kendisi dahil kabinedeki 10 Afganlı bakan Amerikan vatandaşı.
Bugün gelinen noktada Afganistan her ne kadar Irak işgalinin gölgesinde kalmış olsa da, Taliban, Kabil dışındaki kentlerde denetimi adım adım sağlıyor. Ayrıca, Kabil Hükümeti, bu yıl rekor düzeyde kontrol dışı haşhaş üretimi gerçekleştiğini; bu ürünün Türkiye ve Rusya üzerinden geçip işlenerek Avrupa eroin pazarına yollanacağını; parasının da hem Afganistan’ın demokratik yapılanmasına direnen aşiret reislerine, hem de Taliban ve el-Kaide gibi terörist grupların cebine gideceğini tekrarlayıp duruyor. Afganistan’da zora giren ve ISAF’ı genişletmeyi düşünen ABD, bu çerçevede NATO ülkelerinden ve elbette Türkiye’den asker ya da hava gücü isteyebilir. Son intihar saldırılarıyla dünyanın istikrarsız bölgelerinden türeyen terörist hareketlere karşı küresel çapta sıkı önlemler alma gerekliliğine ikna edilmek üzere olan Türkiye ise, bu tür durumlarda geleneksel olarak aradığı uluslararası meşrûiyet şartları oluşursa, askerî, lojistik ve insanî destek vermeyi kabul edebilir.
11 Eylül’den sonra bir dizi gerekçeyle Afganistan’a saplanan Amerikan mızrağı artık demokrasi çuvalına sığmıyor; lakin ok yaydan çıkmışsa, minareyi çalan kılıfını da hazırlamış olsa gerek, değil mi?
 
Çetin Görevin Hikmeti
Türkiye’nin Uluslararası Güvenlik Gücü (ISAF) bünyesinde yürüttüğü Barış Gücü Komutanlığı sırasında bölge halkıyla irtibat kurabilmesini ve ortaya çıkan Kabil eksenli göreceli sükûneti gözden kaçırmayan ABD, şimdilerde, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün teklifiyle, Hikmet Çetin’i Afganistan’a en üst düzey NATO siyasî temsilcisi olarak atamayı gündemine aldı. Tek kutuplu dünya düzeninin süper gücü ABD’nin, artık zorda kalmadıkça ‘kendi işini kendin gör’ politikası izlediği biliniyor. Hatta, başlarda istekli olmasına rağmen, iş ciddiye binince Türkiye’nin Irak’a asker gönderme isteğini engellemek için kırk dereden su getiren ABD, o topraklarda hangi sıfatla bulunduklarını göz ardı eden işgal valisi Paul Bremer ağzıyla, bölgede daha önce hüküm süren Osmanlıyı sömürgeci olarak nitelemişti. Afganistan’da ise, başka bir İslam ülkesinden değil de, Türkiye’den bir kişinin NATO siyasî temsilcisi olarak göreve çağrılması, Soğuk Savaş’ın bitimiyle, yakın çevresinde daha fazla inisiyatif almaya başlayan Türk dış politikasıyla uyumlu bir görüntü arz ediyor. Bir Türkiyelinin, NATO şemsiyesi ve Amerikan gölgesi altında bile olsa, en üst düzey siyasî temsilci olarak düşünülmesi, imparatorluk tecrübesinin yabana atılamaz olduğunu ve derin tarihî mirasına sahip çıkan bir Türkiye’nin geniş bir coğrafyaya istikrar getirme istidadını haiz olduğunu işaret etmesi bakımından önemlidir.
İngilizlere sömürge, Sovyetlere yâr olmayan Afganistan, hiçbir zaman tam olarak bir İslam devleti de -varsa böyle bir kavram- olmadı. Şimdilerde, ABD vatandaşı yöneticiler, Koalisyon güçleri ve dev petrol şirketlerinin kıskacında Küçük Amerika olmaya direnirken; bakalım, Müslüman Türk bir temsilciyi nasıl karşılayacak?  

Paylaş Tavsiye Et