11 EYLÜL sonrası bölgesel ve küresel çapta oldukça önemli gelişmeler yaşanırken, bunun en doğrudan gözlendiği alanlardan biri de ciddi yapısal değişimler geçiren Orta Doğu’ydu. Özellikle ABD’nin Irak’a müdahalesi ve ardından Saddam’ın yakalanması Orta Doğu’da deprem etkisi yarattı ve mevcut yapıları altüst etti. ABD’nin Orta Doğu’yu silahsızlandırma projesine ve bu projenin en önemli ayağı olan Irak’a müdahalesine başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülkeden tepki geldiyse de, bu tepkiler ABD’yi durdurmaya yetmedi. ABD, Irak’ı ve diktatör liderini ele geçirdi; ancak kitle imha silahlarına dair birşey bulamadı. Buna rağmen onların nazarında işgal meşruiyetini yitirmemişti. Onlara göre bu “özgürleştirme hareketi”, terörle mücadele, masum bir halkın bir diktatörden kurtarılması ve Orta Doğu’da demokratik kurumların inşası gibi birçok amaca hizmet ediyordu. Ve daha da önemlisi ABD bu işgalle zorba bir liderin akıbetini tüm dünyaya göstermiş oluyordu.
ABD’nin terörizmi destekleyen ülkeler listesinde yer alan ve 1988’de İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde bir yolcu uçağının düşürülmesinden bu yana BM yaptırımlarına maruz kalan Libya ve onun Saddam’la birlikte adı sıkça anılan lideri Muammer Kaddafi mesajı kavramakta gecikmedi. Daha önce başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere sırtını dönmüş olan lider, ilişkileri düzeltmek adına önemli adımlar atmaya başladı. Kaddafi, önce Amerikan yolcu uçağının düşürülmesi olayına karıştıkları söylenen iki Libyalıyı yargılanmaları için Hollanda’ya teslim etti. Bundan bir süre sonra da Lockerbie olayındaki sorumluluğunu kabul ederek kurbanlarının yakınlarına 2,7 milyar dolar ödedi. Bu sorunun çözülmesiyle Kaddafi, başındaki tehlikenin bir kısmını uzaklaştırırken, ülkesinin kitle imha silahlarını tasfiye edeceğini ve silah üretim tesislerini de uluslararası denetime açacağını duyurdu. Bununla da yetinmeyen Kaddafi, “İsrail yok olmalı ve Yahudiler Alaska’ya yollanmalıdır” sözünü bir tarafa bırakarak İsrail’i tanıyacağını açıkladı. Libya havayollarının Libya-İsrail arasında sefer yapmasını da öneren lider, İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Libya topraklarından göç eden Yahudilere topraklarını geri vermeye hazır olduğunu eklemekte bir mahzur görmedi. Bu gelişmeler Kaddafi’nin İsrail-Libya ilişkilerinde yeni bir sayfa açmaya hazır olduğunu gösteriyordu.
Öte yandan, ABD’nin Orta Doğu’yu silahsızlandırma projesi çerçevesinde, kitle imha silahlarına sahip olduğu dünya kamuoyu tarafından bilinen İsrail’in adının hiç geçmemesi ve Kaddafi’nin kararını stratejik bir karar olarak değerlendiren İsrail’in nükleer tesislerini denetime açma konusunda herhangi bir girişimde bulunmaması dikkat çekiciydi. Güçlü bir Yahudi lobisine sahip olan ABD, hiçbir zaman tehdit olarak algılamadığından, İsrail’in sahip olduğu kitle imha silahlarını da görmezden geliyordu.
Diktatörden Rasyonel Devlet Adamı Olur mu?
Kaddafi’nin tüm dünyayı şaşırtan bu çıkışı inandırıcılıktan uzak görünse de ilk meyvelerini toplamaya başladı. Erbakan’ın Türk ve dünya kamuoyunda büyük eleştirilere neden olan Libya ziyareti bir anda hafızalardan silindi. Amerika ve Avrupa tarafından terörün destekleyicisi ve başlıca tehdit unsuru olarak kabul edilen, bu yüzden de yıllardır Irak gibi ambargo uygulanan Libya, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği bir grup Batılı ülkenin takdirlerini kazandı. Daha da ilginci totaliter bir zorba olarak algılanan Kaddafi’nin bir anda Batı ile işbirliğine hazır, rasyonel ve sorumlu bir devlet adamı konumuna yükselmesiydi. Kocaman adımlarla Batı’ya yönelen Kaddafi’ye ilk jest ise Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’den geldi. Prodi, Libya’yı AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki ticaret ve yardım işbirliğine katılmaya davet etti. ABD de uzlaşmaya varıldığı takdirde ambargonun kalkacağının sinyalini verdi.
Batı’ya kafa tutan ve dünya çapında bazı terör hareketlerini desteklediği de bilinen Kaddafi’nin bu ani değişimi ve buna karşılık ABD ile Avrupa’nın onu derhal bağrına basması ne anlama geliyor? Öncelikle Kaddafi’nin bu girişiminde, Afganistan’ın, ardından Irak’ın işgali, Saddam’ın yakalanması, yıllardır uygulanan ambargo ve tecrit edilmişlik önemli rol oynamışa benziyor. 11 Eylül sonrası ABD tarafından oluşturulmaya çalışılan ‘yeni dünya düzeninde’ halihazırdaki şartlarla yer almasının mümkün olmadığını ve er geç sıranın kendisine geleceğini gören Kaddafi gönüllü olarak boyun eğmeyi ve bunun avantajlarını kullanmayı tercih etti. Hiç şüphesiz, Kaddafi bu kararı bir gecede alamayacağı gibi, Batı da dosyası hayli kabarık bir diktatör ile bu kadar çabuk kaynaşamazdı. Arap ve Batı basınına yansıyan haberler bu kararın göründüğü kadar hızlı alınmadığını, Libya ile ABD ve İngiltere arasında gizli ve uzun bir müzakere sürecinin yaşandığını gösteriyor.
Libya ile Batı arasındaki yakınlaşma süreci, İngiltere Devlet Bakanı Mike O’Brien’in 2002 Ağustos’unda Libya’ya gerçekleştirdiği ziyaretle başladı. O’Brien, Kaddafi’nin bir darbeyle iktidara geldiği 1969’dan bu yana başkent Tripoli’yi ziyaret eden ilk İngiliz yetkiliydi. Kaddafi, bu önemli süreçte İngiltere ve ABD ile kitle imha silahlarını görüşmeyi gizlice sürdürdü ve nihayet Aralık 2003’te Kaddafi’nin kitle imha silahlarını tasfiye edeceğini ve her türlü işbirliğine açık olduğunu açıklaması gündeme damgasını vurdu.
Bu Yakınlaşmadan Kim Kârlı Çıkacak?
Her ne kadar ABD ve İngiliz istihbaratı, Libyalılardan el-Kaide üyesi yüzlerce kişinin adını aldıysa da bu yakınlaşmadan en kazançlı çıkan Libya lideri Kaddafi olmuşa benziyor. 1980’li yıllardan bu yana tüm dünyadan tecrit edilen ve ambargoya tâbi tutulan Libya, Kaddafi’nin bu hamlesi ile diplomatik ve ekonomik tecritten kurtulma şansına sahip olacak. Ülkeye geri dönen Amerikan petrol şirketleri sayesinde Libya da Amerikan petrol teknolojisine kavuşabilecek. Böylece geçtiğimiz yıllarda ekonomik reform adına önemli adımlar atan ülke kalkınabilecek. Bunların yanında, tutarsız, ani çıkışlarıyla dengesiz bir lider imajı çizen Kaddafi bu imajı düzeltmiş olacak ve en önemlisi verdiği bu ‘tavizle’ iktidarını meşrulaştırma imkanına kavuşacak. Öyle ki, kendinden sonra oğullarından birinin iktidara gelmesi için Washington’ın onayını bile aldığı söyleniyor. Ancak yine de zaman içinde bu yakınlaşmanın kimin lehine gelişeceğini kestirmek hiç kolay değil. Bilinen bir gerçek var ki, Irak’taki gelişmeler Arap dünyasında değişimin kaçınılmaz olduğunu ortaya koydu. Bunu en hızlı kavrayan da beklenenin aksine Libya lideri Kaddafi oldu.
Paylaş
Tavsiye Et