SON zamanlarda uluslararası gündemin değişmez maddelerinden biri olan “Bretton Woods kurumsal yönetişim yapılanmasında reform” konusunun, Nisan ayı başlarında Dünya Bankası’nın küresel misyonunun masaya yatırılacağı yıllık toplantıda da ağırlıklı olarak ele alınması beklenmekteydi. Ancak Başkan Paul Wolfowitz imzalı şahsi bir skandalın tam da o günlerde kamuoyuna yansıması, toplantıyı gölgede bırakıp tüm dikkatleri belki de düşünülenden daha köklü bir kurumsal reform ihtiyacının varlığına çekti. Bu olayın, kuruluşundan bu yana 63 yıllık bir süre geçen Dünya Bankası’nın, performansıyla Washington yönetimi dışında pek kimseyi memnun edemediği ve artık devre dışı bırakılması gerektiği fikrinin yüksek sesle savunulduğu bir döneme rastlaması da önemliydi. Kalkınma projeleri eksenli kredi finansmanı ile uğraşan Banka’nın, küreselleşen ekonomik yapı içinde verimsiz bir “kamu bankası” imajını yansıttığı ya da Amerikan dış politikasının finansal unsuru olarak öteden beri otoriter rejimleri desteklediği farklı çevrelerce dillendirilen başlıca eleştiriler arasında. Bu bağlamda, yeni-muhafazakâr dış politika stratejisinin mimarlarından ve Afganistan ile Irak’ın işgal kararlarının baş aktörlerinden Paul Wolfowitz’in Dünya Bankası’na başkan olarak atanması, Bush yönetiminin açıktan bir politize etme manevrası olarak uzun süre tartışılmıştı. Üstelik bu atama, 1990’ların ortalarından itibaren kurumsal imaj düzeltme çabaları doğrultusunda fakirliğin azaltılması, sivil toplumla diyalog, şeffaf yönetişim ve yolsuzlukla mücadele gibi alanlara yoğunlaşan Dünya Bankası’nda Wolfensohn döneminin kazanımlarını yitirme endişesi doğurmuştu.
Bu endişelerin ne kadar yerinde olduğu, Wolfowitz döneminde yaşanan (Singapur toplantılarına bazı sivil toplum temsilcilerinin alınmaması gibi) bazı olaylarla tedricen onaylandı. Demokratik değerlerin dünyaya askerî operasyonlarla yayılması gibi paradoksal ve patolojik bir yaklaşımı benimseyen bir dış politika yapımcısının sosyo-ekonomik gelişmeye odaklı bir kurumun başına geçirilmesi, kurum/lider uyuşmazlığına davetiye çıkarmaktı aslında. Wolfowitz, Dünya Bankası’nda kişisel yeni-muhafazakâr dünya algılamasına paralel olarak mevcut yaklaşımın yolsuzlukla mücadele kısmını sahiplendi. Ona göre, liberal demokrasiyi hedefleyen “rejim değişimi” stratejisi bünyesinde özellikle gelişmekte olan ülkelerin kamu sektörlerine müdahale edilerek rüşvet, yolsuzluk, suistimal ve özel muamele ortadan kaldırılabilir, böylece sosyal ve ekonomik kalkınmanın da önü açılabilirdi.
Ancak talihin cilvesine bakın ki, Bush yönetiminin prenslerinden ve küresel sistemin hem siyasi/jeostratejik hem de ekonomik yönetişim mimarisini yönlendirmeye aday şahsiyetlerden Wolfowitz, dünya çapında mücadele etmeye soyunduğu yolsuzluk ve suistimale karşın şahsi zafiyetlerinin kurbanı oldu. Gelişmekte olan ülke liderlerinin sıkça suçlandığı adam kayırma, görevi kötüye kullanma gibi uygulamaları aratmayacak bir şekilde, Wolfowitz’in Banka’ya başkan olduğu dönemde aynı kurumda çalışan kız arkadaşının çıkar çatışması gerekçesiyle ABD Dışişleri Bakanlığı’nda başka bir göreve terfi olarak atanması ve maaşına olağanüstü oranlarda zam yapılması için şahsi nüfuzunu kullandığı ortaya çıktı. İMF ile birlikte küresel ekonomik yönetişim alanındaki rolü zaten ciddi biçimde sorgulanmakta olan ve imajını düzeltmek için seferber olan Dünya Bankası’nın hem de en tepe noktasında böylesine bireysel bir skandal yaşanması Washington eliti için istenebilecek en son şeydi herhalde. Bu skandal sadece Paul Wolfowitz ve son dönemde öne çıkan benzer şahsiyetlerin “ciddi devlet adamı” görüntüsü altında bir taraftan dünyaya sistem önermeleri yaparken diğer taraftan ne derece basit oyunlara tevessül edebileceklerini göstermekle kalmıyor; aynı zamanda özelde Dünya Bankası genelde ise Washington merkezli Bretton Woods kuruluşlarının inandırıcılığına, güvenilirliğine ve kredibilitesine ağır bir darbe vurmuş oluyor. Örneğin, kurumsal itibar ve prestiji bu skandalla yerle bir olan Dünya Bankası’nın yakın/orta vadede bir gelişmekte olan ülke hükümetine “iyi yönetişim” konusunda nasihat vermeden önce tekrar tekrar düşünmesi gerekecek.
Bu bağlamda, olay dünya kamuoyuna yansıdıktan hemen sonra hissedar ülkeleri kapsayan Yönetim Kurulu’nun acil önlemler almak için toplanıp strateji belirlemeye çalışmasına da şaşırmamak gerekiyor. ABD yönetiminin dış politika alanında sürdürdüğü tek taraflı karar alma siyaseti bu kurum-içi krizin aşılmasında geçerli olmayabilir; zira gerek Avrupa ülkelerinin gerekse Yeni Zelanda gibi ülkelerin temsilcilerinin gelişmelerle ilgili ilk tepkileri oldukça sertti ve Wolfowitz’in derhal istifa etmesi gerektiği yönündeydi.
Banka yönetmeliklerine göre başkanın görevden alınması hissedarların salt çoğunluğu tarafından alınabilecek bir karar. Ancak muhtemel bir oylamanın sonucu ne olursa olsun, Banka çalışanlarını temsil eden sendikadan tutun da, Oxfam gibi uluslararası yardım kuruluşlarına varana dek pek çok farklı çevre tarafından istifası istenen ve kendi personeli tarafından yuhalanan ilk başkan olan Wolfowitz’in kişisel kredisinin tükenmekte olduğu aşikâr. Böyle giderse görevden alınan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’den sonra yeni-muhafazakâr A-takımının ikinci firesi, Dünya Bankası’ndaki pozisyonunu muhtemelen yakın zamanda kaybedecek olan ve kısa vadede benzer profilde bir görev alması da hayli zorlaşan Paul Wolfowitz olacak gibi görünüyor. Bundan sonraki sürecin gelişimi, ABD ile Avrupa ve diğer önemli ekonomik aktörler arasındaki güç dengeleri ve Beyaz Saray yönetiminin Dünya Bankası’nda şimdiye kadar yeni-muhafazakâr bir çekirdek kadro oluşturan Wolfowitz’in arkasında daha ne kadar durabileceği hesabıyla bağlantılı olacak.
Bu krizin daha geniş kapsamlı yansımaları ise Banka başkanının (İMF’deki Avrupalı kriterine karşılık) ABD yönetimi tarafından tamamen siyasi mülahazalarla atanmasının sorgulanması sürecini başlatabilir. Wolfowitz’in istifası yönünde oluşan kamuoyunun, kolaylıkla Banka başkanının da tıpkı Birleşmiş Milletler organlarında olduğu gibi liyakat esasına göre seçilmesi fikri etrafındaki reform önerileri ile bütünleşmesi mümkün. Önümüzdeki dönemde bir taraftan İMF ile birlikte “Washington İkizleri”ni oluşturan Dünya Bankası’nın kaybettiği itibarın tekrar kazanılmaya çalışılması, diğer taraftansa küresel ekonomi politiğin yeni dinamikleri doğrultusunda kurumsal yeniden yapılanma mücadelelerinin sürmesi kuvvetle muhtemel görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et