Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2005) > Toplum > Tunus’ta seyyah
Toplum
Tunus’ta seyyah
Kemal Sayar
KİMİ kefiyelerini başına sarmış, kimi başlıklı cübbelerinin içine gizlenmiş, kimi kırmızı feslerinin içinde mağrur ve mütevekkil berberi yüzleri… Tunus şehrinin medinesinde işporta işi hediyelik eşya satan dükkanların içinden yürüyoruz. Esnaf Türkçe’ye aşina; ardımızdan ‘Mustafa Sandal, Hakan Şükür, Hasan Şaş’ sesleri… Şaş meğer kel demekmiş, o yüzden dünya kupasının Hasan Şaş’ı buralarda hâlâ hatırlanıyor. Zeytuna Camii’ne doğru ilerliyoruz. Roma sütunları üzerine kurulu cami bütün ulu mabetler gibi insana ferahlık ve huzur veriyor. İkindi ezanı öncesinde köşesine çekilmiş Kur’an okuyanlar, dinlenenler, sohbet edenler… Cami burada tam anlamıyla bir buluşma yeri. Medine’nin yani eski Tunus’un ara sokaklarında ne kadar da çok yüz var. Yüzyılların hikâyesini derin kıvrım ve çizgilerinde taşıyan yüzler. Donuk yüzler değil, bir kıvılcımla, bir selamla hoşbeş etmeye hazır, yaşamışlığın ve yapmacıksızlığın yüzleri. Buraya bu yüzleri görmek için gelmiş olmalıyım. Çin malı hediyeliklere gönül indirecek değilim, burada olup da Türkiye’de olmayan yegâne şey o yüzlerde gizli. Onları selamlıyorum her seferinde, her seferinde iştahlı bir sevgiyle alıyorlar selamımı, biraz şaşkın; sanki ufak bir soru çengeli asılıyor yüzlerine. Bu deri ve göz rengi kendilerine benzemeyen adam, nasıl oluyor da onları onların dilinde selamlıyor? Oysa benim selamım bir turist selamı değil, bu selamla onlara şunu söylemek istiyorum: Sizinle aynı toprakların, aynı acıların çocuklarıyız. Sizi bana, beni size yaklaştıran, ruhlarımızı birbirine değdiren bir hikâye var. Yüzlerdeki çizgileri ağırlaştıran, bu sokaklara ve bu sokakların yüzlerine yaşamışlık hissi bağışlayan bütün hikâyeleri içim ürpererek dinlemeye hazırım. Sizinle ortak kelimelerim var; kalbinizden geçeni okuyabilirim, yüzünüzde dolaşan gölgelerden yüzyıllar gerisine gidebilir ve çölün emzirdiği bir zamanda dolaşabilirim. Bu selam aramızdaki parola, ben sendenim kardeşim, sen de bendensin!
Seyyahla turist arasında fark var. Seyyah gittiği yere ruhunu da götürür, yeni yaşantılara açıktır; seyahat onun için ruhu zenginleştirici bir deneyim, bir içe dönme hamlesidir. Öte yanda turist sadece tüketir; şehirlere, insanlara, seslere ve yüzlere nüfuz etmez. Beş yıldızlı otellerde konaklar, şehri en güvenli yerlerinden dolaşarak tanımaya çalışır, rahatından asla ödün vermek istemez. Seyahat eden kişi ise hayatın bildik konforundan vazgeçerek çıplak benliğini yeni deneyimlere açar. Bilinmedik bir dilin, aşinası olmadığı sokakların ortasında o, kendi ruhunu arayan kişidir. Seyyah gittiği yerlerden kartpostallar göndermez, gördüğü yerleri video kameraya kaydedip eve dönüşte eşe dosta göstermez, çantasında filmler yoktur ama dilinde, her yolculuğun sonunda anlatabileceği hikâyeler vardır. Bu hikâyeler çoğu zaman insan hikâyeleridir. Gördüklerinizi kamera veya fotoğraf makinesi görüntülerine hapsetmekle, tüketiciliğinizi tescil etmiş olursunuz. Sizin görmüş olduklarınızı göremeyen bir başkası size, sahip olduğunuz bu ayrıcalıktan dolayı imrensin istersiniz. Kapitalizmin hiç bıkmadan dürttüğü de işte bu duygudur; başkalarında haset uyandırma arzusu. Tüketici kültürü başkalarının sahip olamadıklarına sizin sahip olduğunuz yanılsaması yaratarak hayatınıza geçici bir anlam duygusu, uçucu bir neşe sağlar.
Tunus’ta veya yeryüzünün bir başka yerinde sadece binalara bakarak, görülmesi gerekli yerleri görerek, steril restoranlarda yiyip içerek, yolların kirine tozuna bulanmadan yapılmış bir gezi, gerçek bir yolculuk olmasa gerektir. Yol belirsizliklerle dolu bir güzergâhtır. Eskilerin güzel bir sözü var, “zafer değil sefer” derler. Önemli olan varmak değil, yolda olmaktır. Yolu yaşamaktır. Yolun getirdiklerini eşsiz bir tecrübe olarak ciğerlerine çekmektir. Arka sokaklara girebilmek, mabetleri soluyabilmek, halkın kahvehanelerinde onlarla tavla atabilmek, nargile içebilmek, onların yedikleriyle karnını doyurabilmek demektir. Seyyah orada olan adamdır. Turist bedenen orada olsa bile ruhen burada, evin konforundadır, zihni eve ayarlıdır; dönüşte taşıyacağı hediye ve resimlerle ancak vardır. İspanya’da bir kıyı kentinin kilisesinde kömür gözlü kızlar “Let it be”yi İspanyolca söylerken, Amritsar’da bir Sih mabedinde yeryüzünün en dokunaklı ayini sizi kentin öte sokaklarından bir mıknatıs gibi kendisine çekerken, Taç Mahal’i gün doğarken izlemek için bir sabah alacasında kalkıp da sisle birlikte o muhteşem anıta yürürken, Halep’te bir Kadir gecesi Şazeliler’in olağanüstü güzel ve hareketli zikrini izlerken, Peşte’de bir an tramvay hattının üzerinde ağır ve düşünceli yürüyen bir adamdan Macar tarihine dipnot düşerken kalbinizi oradaki kardeş insanların kalbine bitiştiriyorsanız, siz bir seyyahsınız! O hikâyelere sokulmak, onları dinlemek istiyorsunuz. Onlarla hemhal olmakla zenginleşiyor, onları tanımakla insanlığınızdaki eksik ve tamamlanmamış tarafları ikmal ediyorsunuz. Tıpkı hayat gibi. Hayat da bir turistik gezi değil, bir yolculuk kıvamında yaşanmalı. Fotoğraflar çekerek değil, kendini âna katarak, ânın çocukları olarak... Ânın tadını doya doya çıkararak, günü yakalayarak… Hayat akıp giderken orada olarak... Yeni yaşantı ve duygulara kalbinin tüm pencerelerini açarak... Arka sokakları dolaşarak... Selam vererek, selam alarak…

Paylaş Tavsiye Et