Mitingleri Düzenleyenler
14 NİSAN’DA Ankara Tandoğan Meydanı’nda gerçekleştirilen Cumhuriyet mitingi öncesi, Cumhuriyet gazetesinde mitinge yönelik bir bildiri yayımlandı. Mitingleri düzenleyenler hakkında fazlaca söze ve yoruma hacet bırakmayan bu metni anlamak her babayiğidin harcı değil kuşkusuz. Aşağıdaki metni, Türkçe dâhil, herhangi bir dile tercüme etme başarısını gösterebilen her kişi mitingleri düzenleyenleri de anlayabilecektir.
“Cumhuriyetin, tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği, çağdaşlaşmayı ve laikleşmeyi içerip öngören kurucu felsefesine ve özgürlükçülüğü, çoğulculuğu ve katılımcılığı da aşarak günümüzde insan haklarına dayalılık ve insan merkezliliğine ulaşmış çağcıl yönetim felsefesi demokrasiye karşı, teokrasiye dönük, çağdışı ve din/dinsel merkezli bir yönetim felsefesi, cumhuriyet ve demokrasiyi savunan güçlerin aymazlığı, güç birliği, bağlaşma ve birleşik duruş bilincinden yoksunluğu ve askersel güçlerin Cumhuriyet Devrimi güçleri ile bağlaşıklıktan koparak 12 Mart 1971’den doğrultu düzeltmesi yaptığı 28 Şubat 1997’ye değin süren cumhuriyet ve demokrasiye karşı güçlerle bağlaşması ve belirleyici olarak da ABD emperyalizminin Türkiye için öngörüp planlayarak 12 Eylül 1980 askersel darbesi ile yürürlüğe koyduğu Yeşil Kuşak projesi, 12 Eylül despotik askersel diktatörlük güçlerinin bu proje uyarınca ülkemizdeki cumhuriyet ve demokrasi güçlerini bir daha toparlanamayacak biçimde dağıtarak, doğal bağlaşıkları dinsel ve feodal güçlerle bağlaşması sonrasında ve bugün Ilımlı İslam projesine dönüştürülmüş olarak iktidarı ele geçirmiş ve beş yıla yakın bir süredir iktidarda bulunmaktadır.”
(Prof. Server Tanilli, Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Veli Lök, Prof. Tuncer Bulutay, Prof. Erdoğan Soral, Prof. Muammer Sun, Prof. Necdet Adabağ, Güldal Mumcu, Nilüfer Kışlalı, Şengül Hablemitoğlu, Tuncay Özkan, Yılmaz Dağdeviren, Ataol Behramoğlu, Tarık Akan, Edip Akbayram, Rutkay Aziz, Nihat Behram’ın imzasıyla yayımlanmıştır.)
Mitinglere Katılanlar
Cumhuriyet mitinglerine katılanları “kitlenin sürükleyicileri” ve “kalabalığı oluşturanlar” şeklinde tasnif etmek gerekir. “Kitleyi sürükleyenler” ideolojik ve sınıfsal endişelerle, “kalabalığı sağlayanlar” ise samimi ama irrasyonel duygularla mitinge katıldılar. Mitingleri düzenleyen ideolojik ekibin merkezinde bulun(a)mayan ‘sürükleyiciler’, 4,5 yıllık AKP iktidarı karşısında iyiden iyiye sıkışan pozisyonlarının önünü açmak üzere mitinglerde boy gösterdiler. Tek parti yıllarının ardından tek başına bir kez bile iktidar olamamış bir partinin keskin inançlılarını da oluşturan bu “sürükleyici kitlenin” iktidar özlemini küçümsememek ve bu özlemin ekonomi politiği ve politik teolojisini anlamaya çalışmak gerekiyor. Bir yönüyle “dedeleri de memur-bürokrat olanların, torunlarının da vasıf aranmaksızın ekmeklerini hayat boyu garanti altına alabilmesi” talebi ve endişesi söz konusu. Sürükleyici kitle, “devlet iktidarının kurumlarının koruması” altında, çocuklarının Türkiye ekonomi politiğinde zorlanarak, torunlarının ise ancak vasıflı olurlarsa “ekmek bulabileceklerini” çok açık bir şekilde görmeye başladı. Ekonomi politiği fay hattına yerleştirdiğimizde, mitinge katılanların sınıfsal endişelerini daha kolay anlamamız mümkün. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in “Devlet iktidarını da ele geçirecekler” çıkışı mezkur fay hattının en güzel tarifi. Lakin buradaki asıl endişe “devlet iktidarı”na duydukları derin ve metafizik bağlılık değil. Aksine şahsi çıkarlarının devlet iktidarından nemalanmasının riske girmesi, asıl endişe kaynağı. Tam da bu sebepten dolayı mitinglerin yapılması kaçınılmaz oldu.
Türkiye sosyolojisi tersine dönüşün başlangıcında. ‘Sürükleyiciler’ bu dönüşüm herkesten çok kendilerini rahatsız ettiği için sokağa dökülme ihtiyacı hissettiler. Ama bu sefer derin bir siyasal fark bulunuyor. “Devlet iktidarı”nın koruması altındaki bu kitle “Türkiye’de biz de varız, bizi de görün!” şeklinde haykırıyorlar. Kullandıkları kelimelerin “devlet iktidarı lügati”nden olması kimseyi yanıltmasın. Tam tersine kullandıkları dil, “muktedir havası verilmiş cümleler kurmalarını sağlayan kifayetsiz ve yenilmiş” bir dil.
Mitinglerde “kalabalığı oluşturanlar” ise son derece kırılgan bir sosyolojiyi temsil ediyor. Üstüne çarpı işareti atılmış başörtüsü fotoğrafının yanında bayrak sallayan türbanlı kızlardan; kasketli-tülbentli Alevilerden; Gül Cumhurbaşkanı olursa çarşaf giymesi gerekeceğini düşünenlerden; ABD’ye, AB’ye, İran’a, Araplara, İsrail’e, Kürtlere, Ermenilere, şeriata, İslam’a, misyonerlere ve hatta “petrole bağımlı hale geleceğimiz için otoban yapılmasına” karşı olanlara kadar ilginç bir profil çiziyor bu kalabalık. Baştan aşağı irrasyonel argümanlar üzerinden yürüyen “cehaletler çatışmasını” ne tarif etmek kolay ne de anlamak.
Entelektüel beslenmesini Emre Kongar’dan, siyaseti Tuncay Özkan’dan, tarih bilincini Yekta Güngör Özden’den, Türkiye’ye dair düşüncelerini Türkan Saylan’dan devşiren ve kendisinden başka herkesten ve her şeyden korkan bir kitle var karşımızda. Başka bir deyişle, rasyonel herhangi bir tartışmanın çoktan hitama erdiği bir çizgi ile muhatap oluyoruz. Yapılması gereken tek şey “cehaletler çatışmasında taraf olmamaktır”. İkna, anlamaya çalışmak, kendimizi anlatmak, tedirginlikleri gidermek ve “hakiki laikliği” tartışmaya yönelik her naif yaklaşım mezkur cehaletin yaktığı ateşe odun taşımaktan öteye gidemeyecektir. Aksine cehalet ateşinin zayıflamasını sağlayacak oksijeni tartışma atmosferinden çekecek adımlar atılmalıdır. Mezkur laiklik söylemi milleti karşısına alamadığı bütün tartışmaları kaybetmiştir. Milletin kendileriyle kavga etmediklerini gördükleri noktada, kendi yaktıkları ateşi söndürme derdine düşeceklerdir.
Mitinglerin Mesajı
“Cumhuriyet mitingleri”nin en sonuncusu, Washington’da Beyaz Saray’ın karşısındaki Lafayette Parkı’nda yapıldı. 20 Mayıs’ta Amerika’nın başkentinde, “Cumhuriyet’in tehlikede olduğunu fark eden bir grup” ülkemizi içine düştüğü karanlıktan kurtarmak üzere bir nümayiş düzenledi. Amerika’da arabasının arkasına yapıştırdığı “Ya sev ya terk et!” çıkartmasıyla dolaşan Türkleri görmüşlüğümüz vardı. Lakin işi Cumhuriyet mitingi düzenlemeye, hatta İstiklal Marşımızla ABD ulusal marşını art arda okuyacak kadar ileriye götüreceklerini düşünememiştik. Geldiğimiz son nokta, memleketin “milli normalleşmesi”ne direnen sosyolojiyi açık bir şekilde görmemizi sağlamaktadır. Bu sosyolojinin söylemleri ne olursa olsun tek bir misyonu vardır: Milli normalleşmeyi inkıtaa uğratmak. Milletin diliyle konuşanların üstüne düşen vazife, cehaletlerin çatışmasında taraf olmadan yerli, milli ve onurlu bir duruşu korumak olmalıdır. Ancak böylesi bir duruş hem milletle kavga etmek üzere yakılan ateşe odun taşımayan hem de Amerikan ulusal marşını okuyanları teşhir eden bir bilinç inşa edecektir.
Paylaş
Tavsiye Et