Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2006) > Dosya > Yeni bir medeniyet yeni bir theo-ontoloji
Dosya
Yeni bir medeniyet yeni bir theo-ontoloji
İhsan Fazlıoğlu
TÜM kö­ken so­ru­la­rı gi­bi, me­de­ni­yet’in hem ta­ri­hî bir olay ola­rak na­sıl oluş­tu­ğu­nun, hem de fel­se­fî bir kav­ram ola­rak na­sıl doğ­du­ğu­nun va­kıa­ya ve ta­ri­he mu­ta­bık bir bi­çim­de tes­pit edil­me­si im­kan­sız de­re­ce­de zor­dur; do­la­yı­sıy­la bu ko­nu­lar­da­ki tüm ya­nıt­lar, ta­nım­la­ma­lar, min-vech yo­rum dü­ze­yin­de kal­ma­ya mah­kum­dur. Bu ka­bu­le kar­şın, yak­la­şık de­ğer cin­sin­den min-vech ya­nıt ver­me­ler müm­kün­dür, hat­ta olup bi­te­ni an­la­mak için zo­run­lu­dur.
Sa­na­yi Dev­ri­mi ön­ce­si Ba­tı Av­ru­pa zih­ni­ye­tin­de me­de­ni­yet, ula­şıl­mak is­te­nen, ge­le­cek­te ol­ma­sı-ge­re­ken, kı­sa­ca amaç açı­sın­dan ta­nım­la­nan ah­la­kî ve fik­rî de­ğer, hat­ta se­vi­ye bi­çi­min­de an­la­şıl­mış­tır. Ay­dın­lan­ma fi­lo­zof­la­rı­nın de­rin­le­me­si­ne iş­le­di­ği bu an­la­yış, Sa­na­yi Dev­ri­mi son­ra­sın­da, eko­no­mi-po­li­ti­ğin ge­li­şi­mi­ne ko­şut ola­rak, ik­ti­sa­dî içe­ri­ği zen­gin­le­şe­rek hâ­kim ol­mak ile bu hâ­ki­mi­ye­ti sür­dü­rü­le­bi­lir kıl­mak ide­olo­ji­si­ne dö­nüş­müş­tür. Özün­de­ki ama­cı ta­hak­küm et­mek olan bu ide­olo­ji, sö­mür­ge­ci ka­pi­ta­lizm, dö­nü­şü­mü hem fik­rî/en­te­lek­tü­el hem de ha­yat/ya­şa­ma açı­sın­dan ta­lep eder; bu ne­den­le de ken­di dı­şın­da­ki­le­ri, en-ile­ri sö­mür­ge­ci ka­pi­ta­list ül­ke ör­ne­ği­ne uy­gun ola­rak dö­nüş­tür­me­yi amaç­lar: Çağ­daş­laş­ma. Çağ­daş­laş­ma, baş­ka bir de­yiş­le, sis­te­me uy­gun dö­nüş­tü­rül­me, tüm mad­dî, ma­ne­vî ve fik­rî sa­ha­la­rı kap­sar ve bu, eği­tim-öğ­re­tim ile üre­tim-tü­ke­tim yo­luy­la sağ­la­nır.
Her be­şe­rî ey­lem gi­bi me­de­ni­yet de, mad­dî (coğ­raf­ya, ik­lim, su, vb.), ma­ne­vî (fer­dî/ah­la­kî, ic­ti­ma­î/di­nî, si­ya­sî/ik­ti­sa­dî vb.) ve fik­rî (var­lık, ni­zam/dü­zen, il­li­yet, ölç­me, vb.) şart­la­rın be­ra­ber­ce ta­hak­kuk et­ti­ği me­kan­da­ki (şe­hir) ha­yat iliş­ki­le­rin­de var­lı­ğa ge­lir. Bu ne­den­le me­de­ni­ye­tin ta­ri­hî va­kı­a ola­rak in­şa­sı çiz­gi­sel de­ğil, çap­raz-kar­ma­şık iliş­ki­le­rin bir so­nu­cu­dur. Bu te­mel ya­pı­ya kar­şın, ha­yat iliş­ki­le­ri­nin oluş­tur­du­ğu kü­re’ye bü­tün­lü­ğü­nü ve­ren, bu kü­re içe­ri­sin­de ya­şa­yan in­sa­nın tüm mad­dî, ma­ne­vî ve fik­rî ya­pıp et­me­le­ri­ni an­lam­lı kı­lan ne­dir? Baş­ka bir de­yiş­le me­de­ni­yet’in me­ta­fi­zik ta­nı­mı müm­kün mü­dür?
Me­ta­fi­zik çer­çe­ve­de me­de­ni­yet, İlk-il­ke, Ev­ren ve in­san ile ara­la­rın­da­ki iliş­ki­ler hak­kın­da so­ru­lan so­ru­la­ra ve­ri­len ya­nıt­la­rın ci­sim­leş­miş ha­li­dir. Ör­nek ola­rak, bir ta­pı­nak, İlk-il­ke ile in­san ara­sın­da­ki bir so­ru-ya­nıt iliş­ki­si­nin ci­sim­leş­me­si­dir. Bu so­ru-ya­nıt sü­re­ci­nin fark­lı­lı­ğı ta­pı­na­ğı ca­mi, ki­li­se ve­ya bu­dist ma­bed kı­lar. İn­sa­nın içe­ri­sin­de ya­şa­dı­ğı ha­yat kü­re­si­ne bü­tün­lü­ğü­nü ve­ren, kü­re­yi an­lam­lı kı­lan bu so­ru-ya­nıt sü­re­ci­nin içe­ri­ği­dir. Hiç şüp­he­siz so­ru so­ran, ya­nıt ve­ren, hem so­ru­lan so­ru­la­rı hem de ve­ri­len ya­nıt­la­rı ci­sim­leş­ti­ren in­sa­nın ken­di­si­dir. An­cak dik­kat edil­me­si ge­re­ken en önem­li nok­ta, söz ko­nu­su in­sa­nın bi­za­ti­hi ken­di­si­nin de bu so­ru-ya­nıt sü­re­ci­nin ürü­nü ol­du­ğu­dur. Baş­ka bir de­yiş­le in­san, ken­di­si­ni so­ru-ya­nıt sü­re­cin­de dö­nüş­tü­rür; ci­sim­le­nen iliş­ki­le­rin do­ğa­sı­na uy­gun bir içe­rik ka­zan­dı­rır. Öy­ley­se tam da bu nok­ta­da şu so­ru so­ru­la­bi­lir: İn­sa­nı da­hi dö­nüş­tü­ren bu so­ru-ya­nıt sü­re­cin­de, hem me­de­ni­yet­ler hem de ay­nı me­de­ni­yet içe­ri­sin­de­ki alt-kül­tür öbek­le­ri ara­sın­da­ki ay­rı­mı ve­ren en te­mel be­lir­le­yi­ci ne­dir?
Bu so­ru­nun ya­nı­tı, the­o-on­to­lo­ji’dir. Baş­ka bir de­yiş­le İlk-il­ke ka­bu­lü ile bu ka­bu­le uy­gun bir Ev­ren ta­sav­vu­ru­nun in­şa­sı­dır. The­o-on­ta-lo­gos ter­ki­bin­de, The­o, İlk-il­ke­ye; on­ta, va­ro­lan­lar an­la­mın­da Ev­ren’e; lo­gos ise in­sa­na de­la­let eder. Bu ter­kip­te İlk-il­ke ka­bu­lü Ev­ren ta­sav­vu­ru­nu, her iki­si be­ra­ber­ce in­san an­la­yı­şı­nı be­lir­ler­ler. Kö­ken’in (ori­gi­na­tor), üre­ti­ci (pro­duc­tor) ve­ya ya­ra­tı­cı (crea­tor) bi­çi­min­de ta­nım­lan­ma­sı, İlk-il­ke’nin yal­nız­ca zâ­tı­nı, ev­sa­fı­nı ve ef’ali­ni ta­yin et­mek­le kal­maz, Ev­ren ve in­san ile iliş­ki­si­ni de be­lir­ler. Tüm so­ru-ya­nıt sü­re­ci in­san için ol­du­ğun­dan, İlk-il­ke de esas iti­ba­riy­le in­san için­dir. Bu ne­den­le, İlk-il­ke’nin ta­nı­mı ve Ev­ren ile iliş­ki­si, hem in­sa­nın meb­de (çı­kış) ve me­ad (dö­nüş) ta­sav­vur­la­rı­nın hem de bu iki sı­nır ara­sın­da (dün­ya), ni­çin ve na­sıl ya­şa­ya­ca­ğı­nın içe­ri­ği­ni ve­rir. Baş­ka bir de­yiş­le, in­sa­nın bu­lun­du­ğu ara­nın, onun yer’i (yer­yü­zü) ha­li­ne gel­me­si, ev’i ol­ma­sı bu so­ru-ya­nıt sü­re­ciy­le müm­kün­dür. He­men işa­ret ede­lim ki, İlk-il­ke’nin olum­suz­lan­ma­sı, denk­lem­de­ki ye­ri­ne bir ha­lel ge­tir­mez; yal­nız­ca iş­le­vi­nin muh­te­va­sı­nı de­ğiş­ti­rir.
Baş­ka tür­lü bir di­le ge­ti­ri­liş­le, the­o-on­to­lo­ji, te­olo­jik, koz­mo­lo­jik ve an­tro­po­lo­jik tam­lık ve tu­tar­lı­lı­ğı olan asıl’dan un­sur’a an­lam­lı yek­pa­re bir ba­kış’ın in­şa edil­me­si­dir. İn­san, bu ba­kı­şın içe­ri­sin­de ha­ya­tı an­lam­lı bir bü­tün ola­rak ya­şar; ba­kı­şı­nı mad­dî, ma­ne­vî ve fik­rî ya­pı­la­rıy­la ka­tıp ka­rış­tı­rır; or­ta­ya çı­kan ter­kip, in­sa­nın içe­ri­sin­de ih­sa­sı­nı, vic­da­nı­nı ve id­ra­ki­ni ba­rın­dır­dı­ğı evi’dir. Bu ne­den­le, te­olo­ji, koz­mo­lo­ji, an­tro­po­lo­ji, vb. tüm ya­pı­lar, in­san’ın an­la­mı­na ve ye­ri­ne iliş­kin so­ru­la­rı ya­nıt­la­mak için üre­til­miş­ler­dir; öy­le ki, ah­la­kî ve ic­ti­ma­î ha­yat bi­le bu an­la­ma ve ye­re iliş­kin üre­ti­len ya­nıt­la­rın bü­tün­lü­ğü­ne ve bir­li­ği­ne bağ­lı­dır.
Kı­sa­ca özet­le­nen bu tes­pit açı­sın­dan ta­ri­he ba­kıl­dı­ğın­da, yal­nız­ca me­de­ni­yet­le­rin de­ğil kül­tür­le­rin bi­le sa­hip ol­duk­la­rı the­o-on­to­li­ji­ler açı­sın­dan fark­lı­laş­tık­la­rı gö­rü­lür. De­ği­şik ya­pı­la­ra iliş­kin fark­lı­lık­la­rın kay­na­ğı da kök­le­ri­ni the­o-on­to­lo­jik ay­rım­da bu­lur; çün­kü me­de­ni­yet­le­ri hem dün­ya gö­rü­şü (an­lam-de­ğer dün­ya­sı), hem de dün­ya ta­sav­vu­ru (re­sim dün­ya­sı) açı­sın­dan ay­rış­tı­ran, bu iki ya­pı­nın ze­mi­nin­de bu­lu­nan the­o-on­to­lo­jik fark­lı­laş­ma­dır.
Şim­di­ye de­ğin ya­pı­lan kav­ram­sal ana­li­zin/tah­li­lin fi­zi­bi­li­te­si için ta­ri­he gi­dil­di­ğin­de de­ni­len­le­ri doğ­ru­la­ya­cak bir man­za­ray­la kar­şı­la­şı­lır. Me­zo­po­tam­ya, Es­ki Mı­sır, Ya­hu­di, Es­ki­çağ Ege, Hı­ris­ti­yan, İs­lam, Ye­ni­çağ Ba­tı Av­ru­pa, hat­ta Hind ve Çin, vb. kül­tür ve me­de­ni­yet­le­ri bir­bi­rin­den ayı­ran, bu ya­pı­la­rın do­ğa ile, in­san ile, vb. iliş­ki kur­ma tarz ve ta­vır­la­rı de­ğil, bu tarz ve ta­vır­la­rın da ze­mi­nin­de bu­lu­nan ve on­la­ra içe­rik­le­ri­ni ve­ren sa­hip ol­duk­la­rı the­o-on­to­lo­ji­le­ri­dir. Ga­za­lî’nin meş­şaî fel­se­fe eleş­ti­ri­sin­de­ki en önem­li üç mad­de­ye ba­kıl­dı­ğın­da bi­le, the­o-on­to­lo­jik ta­sav­vu­run me­de­ni­yet­ler ara­sın­da­ki ay­rım­da ne ka­dar ha­ya­tî bir yer edin­di­ği gö­rü­le­cek­tir.
The­o-on­to­lo­jik çer­çe­ve­ler yal­nız­ca bü­yük me­de­ni­yet ve kül­tür öbek­le­ri­ni bir­bi­rin­den ayır­mak­la kal­maz, ay­nı me­de­ni­yet hav­za­sın­da­ki alt-me­de­ni­yet ve kül­tür­ler ara­sın­da fark­lı­laş­ma­la­ra da­hi ne­den ola­bi­lir. Bu­nun en gü­zel ör­ne­ği, İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin bir alt-üye­si olan Os­man­lı ile Sa­fe­vî kül­tür­le­ri­dir. Özel­lik­le XII­I. yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da, İbn Ara­bî ve Sad­red­din Ko­ne­vî ile Kon­ya’da baş­la­yan, Da­vud Kay­se­rî ve Meh­med Fe­na­rî ile Bur­sa’da bi­çim­le­nen, Vah­det-i vü­cud ad­lı ye­ni the­o-on­to­lo­ji, Os­man­lı kül­tü­rü­ne fark­lı bir me­de­nî pers­pek­tif ka­zan­dı­ra­bil­miş­tir. Ben­zer şe­kil­de, bu ye­ni the­o-on­to­lo­ji’nin içe­ri­si­ne Sa­fe­vî­ler ila­hî-se­çil­miş-koz­mik-ai­le ola­rak Hz. Ali ve ev­la­dı­nı yer­leş­ti­re­rek dö­nü­şü­me uğ­rat­mış, ay­rın­tı­lar­da da­ha fark­lı bir me­de­nî pers­pek­tif in­şa et­miş­ler­dir.
Ben­zer özel­lik Ba­tı Av­ru­pa’da or­ta­ya çı­kan ye­ni me­de­ni­yet’te de göz­lem­le­ne­bi­lir. Her şey­den ön­ce Pro­tes­tan the­o-on­to­lo­ji, Ka­to­lik the­o-on­to­lo­ji’yi, özel­lik­le Tho­mas Aqui­nas’ın in­şa et­ti­ği çer­çe­ve­yi tas­fi­ye et­ti; bu da fark­lı bir sü­re­ci baş­lat­tı. Bun­dan da­ha önem­li­si, çer­çe­ve­si­ni New­ton’un çiz­di­ği İn­gi­liz the­o-on­to­lo­ji­si ile çer­çe­ve­si­ni Le­ib­niz’in çiz­di­ği Al­man the­o-on­to­lo­ji­si ara­sın­da­ki te­mel fark­lar, ay­nı me­de­ni­yet hav­za­sı içe­ri­sin­de iki önem­li alt-me­de­nî pers­pek­tif ya­rat­tı. Kant’ın tüm ara­bu­lu­cu ter­ki­bi­ne kar­şın Go­et­he, Fich­te, Schel­ling, Scho­pen­hau­er, He­gel, Ni­etzs­che ve Hei­deg­ger gi­bi fi­lo­zof­la­rın elin­de ge­li­şen bu ye­ni the­o-on­to­li­ji ile Ang­lo-Ame­ri­kanthe­o-on­to­lo­ji­si, iki dün­ya sa­va­şı­na ne­den ol­du. Bu iki fark­lı the­o-on­to­lo­ji­nin üret­ti­ği Ev­ren/do­ğa ile in­san an­la­yış­la­rı bi­le son de­re­ce fark­lı­dır. Al­man ak­lı­nın ma­te­ma­tik­sel ka­rak­te­ri, ta­ri­hi bir bi­lim ola­rak in­şa et­me­si, gö­re­li­lik ve ku­an­tum gi­bi te­ori­le­ri kur­ma­sı, yı­kı­cı si­ya­sî an­la­yış­lar ge­liş­tir­me­si, fe­no­me­nal ya­nın­da nu­me­nal ola­nı önem­se­me­si hep bu the­o-on­to­lo­ji ile il­gi­li­dir. Ben­zer bi­çim­de Ang­lo-Ame­ri­ka­lı­la­rın ge­liş­tir­di­ği me­ka­nik ka­rak­ter­li po­zi­tif do­ğa bi­li­mi, fe­no­me­nal ola­na bağ­lı­lı­ğı, ev­rim te­ori­si, fark­lı sö­mü­rü­cü si­ya­sî yak­la­şım­la­rı ile yı­kı­cı tech­no-sci­en­ce’ı yi­ne ze­min­de yer alan the­o-on­to­lo­ji’yle bağ­lan­tı­lı­dır. Ba­tı Av­ru­pa’nın ilk mer­ke­zî dev­le­ti ol­ma­sı­na kar­şın Fran­sa’nın Sa­na­yi Dev­ri­mi’nden son­ra eğ­re­ti, ara-mil­let ha­li­ne gel­me­si­nin en önem­li ne­de­ni de, İn­gi­liz­ler ile Al­man­la­rın tem­sil et­ti­ği iki fark­lı the­o-on­to­lo­ji’den bi­ri­ni ni­haî ola­rak ter­cih et­me­me­si/ede­me­me­si­dir. Bu du­rum, Fran­sa’yı mü­te­red­dit, bir ora­ya bir bu­ra­ya yal­pa­la­yan bir ede­bî eğ­len­ce kül­tü­rü ha­li­ne ge­tir­miş­tir. La­ik­lik (do­la­yı­sıy­la at­he­ism) bu an­lam­da the­o-on­to­lo­jik te­red­düt­tür. Bir kül­tü­rün the­o-on­to­lo­jik te­red­dü­dü, za­man içe­ri­sin­de me­de­nî has­let­le­ri­ni yok eder; onu iki ara­da bir de­re­de ara-bir-kül­tür kı­lar.
Yu­ka­rı­da ya­pı­lan kav­ram­sal tah­lil ile bu­nun ta­ri­hî fi­zi­bi­li­te­si, the­o-on­to­lo­ji’nin me­de­ni­yet­le­rin in­şa­sın­da ne ka­dar mer­ke­zî bir ye­re sa­hip ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir. Baş­ka bir de­yiş­le, me­de­ni­yet­le­rin tüm çap­raz-kar­ma­şık iliş­ki yu­ma­ğı­na kar­şın bu yu­ma­ğa bü­tün­lü­ğü­nü ve an­la­mı­nı ve­ren fark­lı the­o-on­to­lo­ji­ler­dir. El­bet­te böy­le bir çap­raz-kar­ma­şık ağın içe­ri­sin­de iliş­ki ok­la­rı­nın yön­le­ri­nin ke­sin bir bi­çim­de tes­pit edil­me­si her za­man müm­kün de­ğil­dir. De­mek is­te­ni­len, bü­tün­lü­ğü sağ­la­yan ve an­la­mı ve­ren ya­pı­nın the­o-on­to­lo­ji­le­rin ol­du­ğu­dur. The­o-on­to­lo­jik ba­kış ile bu ba­kı­şa gö­re in­şa edil­miş di­ğer tüm ya­pı­lar, in­sa­nın meb­de ve me­ad ara­sın­da­ki mad­dî kor­ku­su ile ma­ne­vî ür­per­ti­si­ni, mad­dî bek­len­ti­si ile ma­ne­vî ümi­di­ni, kı­sa­ca in­san ol­ma­nın an­la­mı­nı, yu­ka­rı­da di­le ge­ti­ri­len so­ru-ya­nıt sü­re­ci içe­ri­sin­de tem­sil eder­ler. Me­de­ni­yet, bu ne­den­le, be­lir­li bir the­o-on­to­lo­ji et­ra­fın­da ke­net­le­nen bir in­san top­lu­lu­ğu­nun, bu the­o-on­to­lo­ji içe­ri­sin­de an­lam ka­za­nan ken­di ga­ye­si­ni ger­çek­leş­tir­mek için yo­la çık­ma­sı ve bu­nu ger­çek­leş­tir­me­si­dir. İş­te yi­ne bu ne­den­le, her me­de­ni­ye­tin bir ni­yet’i var­dır ve bu ni­yet o me­de­ni­ye­tin özü, il­ke­si olan the­o-on­to­lo­ji­si ta­ra­fın­dan ta­yin edi­lir. Di­ğer tüm ya­pı­lar bu özün, il­ke­nin et­ra­fın­da ci­sim­le­şir, şe­kil­le­nir. Öy­ley­se, her ye­ni me­de­ni­yet ye­ni bir the­o-on­to­lo­ji’dir; her ye­ni the­o-on­to­lo­ji de ye­ni bir me­de­ni­yet’tir. Bu çı­ka­rı­mın so­nu­cu ise şu­dur: The­o-on­to­lo­ji­si ol­ma­yan bir kül­tür, me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne ere­mez, eri­şe­mez.
 

Paylaş Tavsiye Et