MEÇHUL Asker, modern dünyanın şehit kavramına karşı geliştirdiği bir sembol olsa gerek. Peki, Meçhul Katil neyin karşılığı? Bu kadar cinayet niçin işlenir ve niçin failleri bir türlü bulunmaz? Bağlamı biraz farklı ama, kara para konusunun tartışıldığı uluslararası bir toplantıda, Amerikalı bir profesör şöyle demişti: “En kara paralar New York’ta aklanır. Çünkü Amerikan gücünün merkezidir New York. Amerika da küresel gücün merkezidir. New Yorklu bankacılara kim hesap sorabilir ki?”
Kara parayı bir yana itip, Meçhul Katil metaforuna takılabilir ve Danıştay baskınını gerçekleştiren katilin malum olduğunu, adının Alparslan, mesleğinin ise avukatlık olduğunu filan söyleyebilirsiniz. Böylece beni katıla katıla güldürebilirsiniz. Bu hesapla, İkiz Kuleleri de malum Arap gençleri havaya uçurmuş olmalı. Fesuphanallah!
Savaşın Temelinde Cumhurbaşkanlığı Var
Ortada, tecrübeli gazeteci Mehmet Ali Birand’ın deyişiyle bir savaş var ve “yaşanan savaşın temelinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yatıyor.” (Hürriyet, 23 Mayıs 2006) Gerçi Sayın Birand’a göre, bu savaşı kimin başlattığını bulmak imkânsız. “Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı sorusunu andırıyor.” (Tuhaftır, gazeteler bir iki gün sonra bilim adamlarının muammayı çözdüğünü ve tavuğun yumurtadan çıkmış olduğunu kanıtladıklarını duyurdular. Bu bilgi Birand’ın işine yarar mı bilmem!)
Benim işime yarıyor. Bakın, Sayın Birand’ın yazısının başlığı şöyle: “Başbakan, Çankaya’ya çıkmayacağını açıklamalı!” Bunu sadece Birand değil, köşe başını tutmuş birçok yazar dillendirdi. Bu kadar ünlü adamla kırk yılda bir de olsa aynı fikre sahip olduğum için utanıyorum. Evet, ben de Başbakan’ın Çankaya’ya çıkmamasını istiyorum. Fakat çok farklı gerekçelerle.
Birand’ın çağrısının gerekçesi: Eşi türbanlı olmak. “Sorun, Başbakan’ın Çankaya’ya çıkmaması değil. Sorun, Türban’lı eşi olan birinin Çankaya’ya çıkmasının engellenmesi. Laik Cephe, Çankaya’yı Türban’a teslim etmeme konusunda tam bir görüş birliği içinde…” Birand’ın yazısında türban (1) Büyük harfle yazılıyor; (2) Özel isim gibi, sonekler apostrofla ayrılıyor; (3) Çankaya ile açıkça zıtlaştırılıyor. Savaşın hedefi belli: Çankaya’yı Türban’a teslim etmemek! (Çan ile kaya’nın anlaşılmaz bileşimi, tür ile ban’ın anlamsız bileşimine teslim olmamalı elbet! Herkes yerini bilsin.)
Özal Gitti, ANAP Bitti
Bense farklı gerekçelerle Başbakan’ın Çankaya’ya çıkmamasını istiyorum: (1) Müslüman Türk’ün medeniyet, kimlik ve kişiliğinin simgesi haline gelen Türban’ı her şeyden aziz tutmak ve sığ insanlar arasında tartışma konusu olmaktan çıkartmak. (2) ‘Savaş’ tırmanacak olursa, daha fazla sayıda ünlü laik gözden çıkarılıp, işte türbancılar bunları da vurdu denebilir. Alparslan’ın foyası çabuk ortaya çıkmış olabilir. Her cinayetin faili bu denli çabuk yakalanamıyor. (3) Ak Parti’nin ANAP’ın akıbetine uğramasını arzu etmiyorum.
Hatırlarsınız. Özal, Başbakanlıktan Çankaya’ya yürüdü; ANAP da iktidardan Hakk’a yürüdü. Partinin kimlere miras kaldığını bile anlayamadık. Sayın Akbulut’a mı, Mesut Yılmaz’a mı, Semra Hanım’a mı, yoksa Davulcu Asım’a mı? ANAP’ın bir nesil içinde %45 oy tabanından %5’e gerilemiş olması, liderlik anlayış ve ahlâkının oturtulamamasındandı. Uzun sözün kısası, Özal gitti, parti bitti.
AKP, dört yıllık parti, üç yıldır iktidarda. Henüz yapı oturmadan, bu partinin karizmatik başkanı Çankaya’ya sevdalanırsa, ardında toz duman bırakır. Bu görüşlerime birkaç gerekçeyle karşı çıkabilirsiniz:
Hayır, Ak Parti’de çok sayıda yetenekli ve lider kapasiteli kişi var; bunlar Erdoğan’ın yokluğunu aratmazlar.
Erdoğan, Çankaya’ya çıksa da, parti ile ilgisini sürdürür ve kopmaları önler.
Laik Cephe’ye hak ettiği cevabı vermenin vakti gelmiştir. Millet mi üstün, onlar mı, anlasınlar.
Bu gerekçeler şık gözükse de temelsizdirler. Karşı cevaplarımı sıralıyorum:
Ben Ak Parti’de yetenekli adam yok demiyorum ki! Aksine, başta Abdullah Gül olmak üzere çok sayıda lider adayı var. İşte tam da bu yüzden ortalığı toz duman kaplayabilir diyorum. Kavga, lider azlığından değil, çokluğundan çıkar.
Cumhurbaşkanlığı, tarafsız olmayı gerektirir. Eğer Sayın Erdoğan veya başka bir Ak Partili Çankaya’da otururken Sayın Sezer gibi tarafgir olacaksa, hiç çıkmasın daha iyi. Haksızlığa, haksızlık ile karşılık olmaz. Erdoğan Cumhurbaşkanı olacaksa, Ak Parti’den külliyen kopmalıdır. Gizli santrafor olunabilir; fakat bir ülkede hem Cumhurbaşkanı, hem gizli Başbakan olunmaz.
Laik Cephe, fiyaskoyla sonuçlanan senaryolardan sonra, hak ettiği cevabı milletten alıyor zaten.
Cumhuriyet’in 11 Eylülü
11 Eylül metaforu Ertuğrul Özkök’ün de aklını başından almış olmalı ki, o da Danıştay saldırısını “Cumhuriyet’in 11 Eylülü” ilan etti. Gerekçeleri kısaca şöyle: “Bu ülkede hiç kimse dincidir diye öldürülmedi. Ama dinsiz diye öldürülen veya kendine dinci diyen insanlar tarafından öldürülen çok insanımız var. Danıştay baskını, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11 Eylülü’dür. Rejimin temel direklerinden biri olan Yargı, tam kalbinden vurulmuştur.”
Özkök’e soruyorum: Yargıyı kalbinden vuran hangi dincidir? Bu ülkede hiç kimse ‘dincidir’ diye öldürülmüyorsa, bu durum dinci dediğiniz insanların Laik Cephe gibi karışık hesaplarının olmamasından kaynaklanıyor olmasın? Dinci diye etiketlediğiniz dindar insanların, 1950’den beri sadece temiz sandık hesabı var. Kendine hoyratça demokrat ve cumhuriyetçi etiketlerini takan Laik Cephe’nin ise tek derdi sandıkladır. Sandıktan bir türlü çıkamayanlar, Sayın Deniz Baykal’ın önderliğinde, sandığın kapılarını çivilemeye çalışıyorlar.
Laikçiler cumhuriyetçi ve demokrat iseler, ben de Sarıyer otobüsüyüm!
Paylaş
Tavsiye Et