AFRİKA kavruluyor! Zengin kaynaklarına inat, Afrika can çekişiyor. Bir bardak su için yokluktan kurumuş bedenini kilometrelerce sürükleyen Afrikalı mahzun ve çaresiz. Milyonlar ölümü bekliyor. Dünya kamuoyu ise hâlâ üç maymunu oynuyor.
Afrika’nın öyküsü eskilere dayanıyor. Fıtratına asi olmuş beyaz eli Afrika’ya değdi değeli kara kıta yoksulluğun kıskacında. Dünyanın bu en fakir kıtasında 40 milyonun üzerinde kişi kronik açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Her üç Afrikalıdan biri yetersiz besleniyor. Nüfusun yarısı günde bir dolardan daha az bir gelirle hayatını devam ettiriyor. Dünya Gıda Programı’nın açıklamasına göre dünyada tüm insanlara yetecek kadar üretim yapılıyor; ancak açlık sınırının altında yaşayanların sayısı her geçen gün artıyor. Yerkürenin bir yüzündeki toplumlar doğal kaynakları pervasızca tüketirken, diğer yüzündekilerin yaşadığı sefalet tablosu paylaşımdaki adaletsizliği gözler önüne seriyor. Sanayileşmiş bir ülkede yaşayan sıradan bir insan, bir Etiyopyalının yetmiş misli tüketiyor ve dünya acımasız bir tüketim kıyametine doğru yol alıyor. Dünyada ortalama yaşam süresinin 49’un altında olduğu 34 ülke var ve bunlardan 10’u Batı Afrika’da bulunuyor.
Bir tarafta silah üretimine ve savaş teknolojisine ayrılan milyarlarca dolar ve diğer tarafta hayatta kalacak kadar dahi su ve yiyecek bulamayan, tüm yeraltı ve yer üstü zenginlikleri ‘medenî’ ülkeler tarafından “medeniyet götürme” bahanesiyle talan edilmiş kara kıtanın bahtı kara insanları. Acaba gerçekten de söylendiği gibi bahtı kara mı kara kıta insanının? Modern asrın bilim, teknoloji ve refah döneminde acaba gerçekten hâlâ açlık, kıtlık ve hastalıktan ölen insanlar mı var? Oysa Afrika’nın mümbit toprakları, eşsiz doğal kaynakları ve yeraltı zenginlikleri yok muydu? Peki, o zaman bu sefalet niye?
Afrika’nın tamamına yakını kısa bir süre içinde sömürgeleştirildi. 1876 yılına kadar kıtanın sadece %10’u Avrupa işgalindeyken, 1890’a varıldığında bu oran %90’ları buldu. Her ne kadar sömürgeciliğin sona erdiği düşünülse de, Afrika kıtası sömürgeciliğin etkisinden hâlâ kurtulabilmiş değil. Bugün milyonları etkileyen açlık sorununun temel nedeni kuraklık gibi gözükse de bu, sorunu tek başına açıklamaya yetmiyor. Afrika’da yaşanan açlık ve kuraklığın temellerini Avrupa ülkelerinin sömürge politikalarında aramak gerekiyor.
Sömürge döneminde uygulanan tarım politikaları hem halkın arazilerini kaybetmesine, hem de verimli toprakların yok olmasına neden oldu. Sömürgecilik sonrasında da bu problemlerin uzantısı olan yeni sorunlar kıtayı sefalete sürükledi. Sömürgecilik döneminde sosyo-politik dinamikler göz önünde bulundurulmadan cetvel ile çizilen haritalar nedeniyle Afrika, bugüne dek uzanan sınır savaşlarına sahne oldu. Kabileler arası mücadeleler, iç savaşlar ve silahlı çatışmalara kötü yönetimler de eklenince Afrika, açlık problemi ile tek başına baş edemez duruma geldi; ancak bu kez kaderine terk edildi. Kısaca, Afrika’nın sahip olduğu altın, elmas, gümüş gibi değerli yeraltı kaynakları paradoksal olarak kıtayı fakir bıraktı.
Afrika’da açlık sorununun yaygınlaşarak artmasında hiç şüphesiz gelişmiş ülkelerin yardım politikaları önemli rol oynuyor. Gelişmiş ülkelerin bütçelerinden ayırdıkları yardım oranları 1960 yılından bu yana yarı yarıya düşmüş durumda. Gelişmiş ülkeler, gelirleri arttıkça yardım fonlarını daha da azaltıyor. 2003 yılında zengin ülkelerin yardım bütçesi ortalama %0,25 gibi oldukça düşük bir orana karşılık gelirken, ABD için bu rakam sadece %0,14 oldu. Bu da Irak’ı işgali için harcadığı miktarın onda birine tekabül ediyor. Eğer bu durum önümüzdeki 10 yıl içinde aynen devam edecek olursa, 45 milyon çocuğun açlık nedeniyle hayatını kaybedeceği tahmin ediliyor.
Öte yandan birçok ülke, Afrika’ya yaptığı göstermelik gıda yardımını önemli bir propaganda aracı olarak kullanıyor. Hatta gıda yardımları büyük çoğunlukla misyonerlik faaliyeti adı altında gerçekleşiyor. Cüzi miktarlarda yapılan bu yardımlar insan sağlığını tehdit eden unsurlar da içerebiliyor. Genetik olarak değiştirilmiş birçok ürün Afrikalılar üzerinde test ediliyor. Yoksulluk ve kuraklıkla beli bükülen Afrikalı, bir de suni hastalıklarla uğraşıyor.
Son olarak 2005 yılında Blair öncülüğünde toplanan G-8 ülkeleri, Afrika’nın en fakir ülkelerinin borçlarını silme girişiminde bulunmuştu. Bu girişimin dünya silah ihracatında %80’lik bir paya sahip G-8 ülkelerinden gelmesi başlı başına bir tezattı. Çünkü bu silah ihracatının önemli bir kısmı fakir ve istikrarsız Afrika ülkelerine gerçekleşiyor. Diktatörlerin, baskıcı rejimlerin ve çocukların eline geçen bu silahlar nedeniyle her yıl binlerce insan ölüyor, yaralanıyor, sakat kalıyor ya da yerinden ediliyor. Öte yandan G-8 ülkeleri tıpkı bir zamanlar “medeniyet götürme” bahanesiyle gerçekleştirdikleri işgal gibi, Afrikalıların borçlarını silmeyi bazı koşullara bağladılar. İçeriği tam olarak açıklanmayan ancak yönetim reformu olarak ilan edilen bu koşulların, gelecekte Afrika kıtasını Batı’ya daha da bağımlı hale getireceği aşikâr. Nitekim böyle bir koşul, her ülkenin kendi gelişme önceliklerini ve stratejilerini belirleme hakkına sahip olduğu gerçeğini göz ardı ediyor ve Afrika ülkelerinin yönetimini belirme hakkını yine Batılılara veriyor.
Afrika bugün yeni bir kuraklık dalgasının etkisi altında. Doğu Afrika ülkeleri son 50 yılın en büyük kuraklığını yaşıyor. Özellikle Somali, Etiyopya, Kenya, Eritre, Tanzanya ve Burundi’de etkisini gösteren kuraklık binlerce insanın yaşamını tehdit ediyor. Susuzluk ve açlık nedeniyle ölümlerin başladığı Somali’de insanlar su bulabilmek için kilometrelerce yürüyor. Ancak, sınırlı miktardaki sudan, ihtiyaçları kadar satın alabilmeleri için bir günlük gelirlerinden daha fazlasını vermeleri gerekiyor. Çoğu kişinin ise zaten belli bir geliri yok. 40 derece sıcaklıkta yeme, içme ve yemek pişirme gibi ihtiyaçlarını sadece üç bardak suyla karşılamak zorundalar. Onu da bulamayanlar ise, idrarlarını içerek hayatta kalmaya çalışıyor. Kenya’da da kuraklık nedeniyle çiftlik hayvanlarının %70’i susuzluktan ölmüş durumda. BM’nin raporuna göre, bölgeye derhal yardım ulaştırılmazsa 11 milyon insanın hayatı tehlike altında ve 700 bin insan açlıktan ölmek üzere. İnsanların bir bardak su için kilometrelerce yürüdüğü, bir pirinç tanesine onlarca elin uzandığı Afrika’da yaşanan bu felakete daha ne kadar kayıtsız kalabiliriz?
Paylaş
Tavsiye Et