ACABA anlam bakımından birbirinden çok uzak iki şey aynı anlam zemininde bulunuyor olabilir mi? İki şey deyince hemen aklınıza iki farklı kavram gelmesin. Biri isim olsun, diğeri kavram. Daha şimdiden diğeri diyerek ikisini birbirine yaklaştırdık ve bir değer, bir denklik karşılaştırması yapmış olduk. Bu yakınlaşmayı sağlayan diğeri kelimesiydi, birinin ötekine değer olduğunu söylemiş olduk. Söze baltayı taşa vurarak başladığımı düşünüyorsanız, ben de baltayı bilediğimi söyleyerek konunun kolay lokma olmadığını vurgulamış olayım.
Bu yazı, kelimelerin anlamlarının neye göre belirlendiğini işliyor görünmüyor; fakat aynı zamanda Türkçede kelimelerin anlamlarının neye göre belirlendiği konusuyla da ilgileniyor.
Bütün bir düşünceyi ancak kelimelere parçalayarak anlatabiliyoruz. Nihayet bir bütünü anlatmış oluyoruz. Sözü, anlatmaktan ve hatta söylemekten daha öncesine getirmek istiyorum. Nihayetinde bu iki kelime de açıklama vasfı taşıyan kelimelerdir. Açıklama vasfı bulunmayan demek ne demektir?
Önce kelimenin nereden geldiğine ve türlerine bakalım; değmek, değdi ve değer kelimelerinin ğ’si düşmüş, bu kelimeler demek, dedi ve der şekline dönüşmüştür. Değer’in hem kıymet, paha, hem de temas etmek ve dokunmak anlamında karşılık, karşılamak olduğunu söyleyelim. (bkz. Beñseñoğ Türkçenin Ruhu, s. 60) Bu karşılık, demek, dedi ve der kelimelerinde de vardır; fakat hemen görünmeyen bir karşılıktır. Demek’te karşılık anlamını kavrayabilmek için, sözü ilk söyleyene (diyene) kadar götürmemiz gerekiyor. Hatta bir nesneye, mevcut isminin dışında yeni ismin ilk kez verildiği bir misal kurmamız gerekiyor. Onur, bir nesneye be dedi; onun, nesnenin ismini be olarak belirlemiş olduğunu anladık. Fakat be sesinin karşılık geldiği nesneye ilişkin bir fikrimiz bulunmuyor. Bu ismin neye göre belirlendiğini de bilmiyoruz; bildiğimiz şey, be sesiyle bir nesnenin karşılandığı. Bizde karşılığı bulunmayan bu sesi, bir nesnenin ismi olarak belirleyene soruyoruz: be ne demek? Burada öğrenmek istediğimiz bu sesin anlam karşılığıdır. Bu karşılığı, cümlemizde bulunan demek kelimesi soruyor. Yani bu sorudaki demek, sorulan sesin anlam değerinin açıklanmasını istiyor. Zihinde herhangi bir anlama değmeyen (duymak kelimesinin de benzeri bir anlam taşıdığını bilmek kavramayı kolaylaştırır), karşılık gelmeyen bu ses, ilk seslendirene yöneltildiğinde onda bir anlamı karşılıyor ya da bir nesneye, dolayısıyla yine bir anlama karşılık geliyor.
Onur için be’nin ne demek olduğunu, zihnindeki hangi anlama değdiğini, daha doğrusu hangi anlama sesler ortamında be değerini verdiğini öğrenmek için soruyoruz: be ne demek? Bu soruya vereceği cevap her ne olursa olsun açıklamaya yönelik olmak durumundadır. Çünkü soru be’nin hangi anlamın değeri olarak belirlendiğini kavramaya yöneliktir. be’yi hangi anlamın sesler ortamındaki değeri olarak belirlediğini söylediğinde, be sesinin hangi anlamın değeri olduğu muhatap tarafından da anlaşılmış olacak.
Anlamanın gerçekleştiği yerde belirlenmiş değer artık bir değer olarak nakledilmiyor. Bunu “çay getir” sözü üzerinden irdeleyelim. “Çay getir”i biri diğerine söylüyor. Eğer söylenilen kişi kendisine ne denildiğini anlamışsa, “çay getir”in bütün bir birim olarak (değer) nakledilmesine gerek kalmıyor. “Ne dedi?” diye sorulduğunda -eğer anlamışsa ya da başka bir kastı yoksa-, “çay götürmemi istedi/söyledi” cevabının verilmesi uygun düşüyor. Eğer anlamamışsa –ya da bir kastı varsa- “çay getir”i bütün olarak naklediyor. Ama bu bütün sözü ilk söyleyenin, ilk söylediği şekilde nakletmiyor; söz ikinci kez bütünlenerek iletiliyor. Şöyle: “çay getir, dedi”. Buradaki dedi bütün olan değerin söyleyene ait olduğunu sabitliyor. Aynı zamanda “çay getir, dedi”yi söyleyen, işittiği “çay getir” değerini dedi ile bütünlüyor. Burada bitmiyor; “çay getir dedi”yi işitene, “ne dedi?” diye sorulduğunda, onun nakledeceği değer yani “çay getir dedi”, bir dedi ihtiyacı daha hissettiriyor. Cümle şöyle bütünleniyor: “Çay getir, dedi, dedi” ve bu bütünlemeyi sağlayan ikinci dedi oluyor.
Onur’un be’si zihnindeki bir anlamın ya da bir nesnenin (dolayısıyla yine anlamın) sesler ortamındaki değerinin ifadesiydi. Bir değer olan o sesin başka birinde anlam karşılığının olmaması, o sesi değer olarak ilk belirleyene çevirmesiyle sonuçlandı. Şöyle: “be ne demek?” Bu soruda be ses olarak söyleniyor ve anlam karşılığı ne demek denilerek isteniyordu. Eğer soru, “be nedir?” şeklinde olsaydı, burada değer olan sese atıf yapılmaması dolayısıyla, “sence be nedir?” gibi bir tavra dönüşecekti.
Yukarıda demek-değmek, dedi-değdi, der-değer irtibatını bu kelimelerin köklerinin aynılığı, buna bağlı olarak anlamlarının yakınlığı dolayısıyla kurmuştuk. Şimdi geri dönerek bütün dedi kelimelerini değdi’ye, bütün demek’leri değmek’e çevirirsek, bir anlam boşluğu ve ifade sorunuyla karşılaşırız ve bu, kelimelerdeki ğ’nin kelimelere yaptığı derin etkiyi anlatmayı gerektirir. Kısaca söylersek: Kelimelerin ğ’siz halinin seslere karşılık gelecek şekilde ve sadece seslere ait bir ortam için özel olarak değiştiğini düşünebiliriz. Fakat şunu da vurgulayalım: Bu kelimelerin anlam bakımından kökeni ğ’li olanlardır.
Sonuçta de(ğ)meye çalıştığımız şey, bir dergi yazısının hacmini hayli aşabilecek genişliğe ve derinliğe sahiptir. O halde kısaca de(ğ/in)mek gerekirse, Türkçede kelimelerin anlamlarının neye göre belirlendiği konusuyla ilgilenen her çalışma değerlidir; Türkçe de buna değer…
Paylaş
Tavsiye Et