DENETLENEMEYEN krizler zincirinin yol açtığı 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik yıkım ve imparatorlukların tasfiyesinin doğurduğu jeo-politik güç boşlukları, başta ABD ve Batılı ülkeleri, uluslararası bir siyasal örgüt kurma düşüncesine yöneltti. ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın öncülüğünü yaptığı, savaşın galiplerinden İngiltere ve Fransa’nın da desteklediği Milletler Cemiyeti (MC), ilk uluslararası siyasal örgütlenme modeli olarak tarihteki yerini aldı. Daha sonra ABD’nin üye olarak katılmadığı MC sistemi, uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditleri önlemeyi, krizlerin ve çatışmaların büyüyerek bir genel savaşa dönüşmesini engellemeyi amaçlayan düzenlemeler yaptı. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere sömürgeci ülkeler, MC sisteminin kurmuş olduğu “vesayet sistemi” ile savaş öncesi sömürge alanlarında tam bir denetim kurdular. Ancak İngiltere ve Fransa’nın MC’ye, siyasi değil idari bir görev tanımı yapmaları, sömürge alanlarını ve Almanya gibi -kendileri açısından- sorunlu devletleri denetleme gibi dar bir misyon yüklemeleri, örgütü kendi dış politika çizgilerinde tutma çabaları, 1919-1930 arası dönemde çok büyük bir sorun oluşturmamasına karşın, 1930’lardan sonra uluslararası politikada yaşanan gelişmeler sonucunda örgütü bütünüyle işlevsiz bir hale getirdi. MC’yi kendi dış politika yönelimlerinin önünde engel olarak gören Japonya, İtalya ve Almanya’nın da örgütten ayrılması ve ortaya çıkan bloklaşma eğilimleri örgütün işlevselliğine en büyük darbeyi vurdu. Bu aşamadan sonra MC örgütü ve sistemi, bütünüyle İngiltere ve Fransa’nın çıkarlarının bir aracına dönüştü veya öyle algılandı. 2. Dünya Savaşı’na gidilen sürecin krizleri, MC sistemi içinde değil, büyük güçler arasında yapılan düzenlemelerle çözümlenmeye çalışıldı ve söz konusu çözümler önemli meşruiyet sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Krizlere MC dışı üretilen çözümler, bir yandan örgütün varlığının sorgulanmasının yolunu açarken, diğer yandan bu sorunlu görünümüyle 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesini önleyemedi.
BM: Yapısal Gelişme-Örgütsel Etkisizleşme
BM’nin kurulması süreci ve çalışmaları MC’den farklı olarak savaş esnasında başladı ve sonrasında da devam etti. ABD, SSCB ile savaş dönemi müttefik ilişkisinin savaş sonrasında sürmeyeceğinin bilincindeydi. Bu nedenle ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in “dört polis” yaklaşımı çerçevesinde dünya sistemini denetleyecek yeni bir uluslararası siyasal örgütün kurulması istendi ve içinde yer alması konusunda Sovyetler ikna edildi. MC’nin yapısı bütün büyük devletlere Meclis’te yer veren, uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditleri ele almakta Meclis ile birlikte Genel Kurul’u da yetkili kılan düzenlemelere dayanıyordu. Buna karşılık ABD, sadece 11 üyeden 5 devletin veto hakkına sahip daimi üye (görüşmelerde ABD Brezilya’yı istese de, Fransa daimi üye oldu ve 1963’te Konsey’in aldığı karar doğrultusunda 2 yıl sonra üye sayısı 15’e yükseltildi) olduğu; uluslararası barış ve güvenlik konularında -istisnai durumlar hariç- Güvenlik Konseyi’nin yetkili kılındığı bir BM sisteminin kurulmasına öncülük etti. Ancak 1945 yılında Konsey üyeliğinde -1970’lere kadar Çin’i Tayvan’ın temsil ettiği de düşünülürse- yapılan ülkesel dağılımın dünya siyasal sistemindeki ağırlıklı coğrafi yapıyı yansıtmadığı açıktır. Kıta Avrupası ölçeğinde başlayan ve 1941 sonrasında küresel bir savaşa dönüşen 2. Dünya Savaşı’nın sonucunu, müttefiklerine yaptığı büyük yardımlarla, belirleyen ABD oldu. 1945 sonrası yavaş yavaş tırmanan ABD-Sovyet ideolojik karşıtlığının 1950 Haziranı’nda Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırısıyla belirginleştiği Soğuk Savaş dönemi, BM misyonunun dar bir çerçevede ve bütünüyle “güvenlik perspektifli” olarak tanımlanmasına yol açtı. BM Antlaşması’nın 107. maddesiyle Müttefik ülkelere, Mihver ülkelerinin yaratacağı bir tehdide BM dışında müdahale etme imkânı tanıması, örgütün üzerine bina edildiği konsepti ve tehdidi ortaya koyuyordu. Ancak bunun değişmesi için çok da zaman geçmeyecekti.
Haziran 1950’de başlayan Kore sorununa ilişkin Güvenlik Konseyi’nden sonra Genel Kurul’da alınan “barış için birleşme” kararı, örgüt antlaşma metninin büyük devletlerce esnek yorumlanmasının ve uluslararası barış ve güvenlikle ilgili konularda pasif bir noktaya itilen Genel Kurul’un nasıl işlevsel konuma getirilebileceğinin örneğiydi. Bu aynı zamanda Genel Kurul’un üyelik profiliyle de ilgiliydi. ABD, Sovyet destekli yayılmacılığa karşı Genel Kurul’da destek kazanabildi. 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanması ile uluslararası politika alan olarak genişlerken, BM’nin üye sayısında da büyük bir artış oldu (1945’te 51 devletken, 1963’te 120’ye yaklaştı). 1950’lerin başından itibaren yavaş yavaş gelişen Bağlantısızlık hareketi üyelerinin Genel Kurul’daki konumları da düşünüldüğünde, ABD’nin 1950 yılında Genel Kurul’dan çıkarttığı kararın önemi daha iyi anlaşılabilir. Zira bu karar, uluslararası politikada daha sonraki dönemlerde yaşanan/yaşanacak değişim ve dönüşümlerin niteliğine dair ipuçları da veriyordu: BM Antlaşması’nın yazılmasında da gösterilen esnekliğin sonuna kadar kullanılması, bir büyük devlet veya devletler grubunun Güvenlik Konseyi veya Genel Kurul aracılığıyla çıkarttıkları kararı “uluslararası toplumun kararı” gibi sunmaları ve onu “güç kullanımı”nın meşruiyetini sağlamakta kullanmaları…
1946-1990 yılları arasında Güvenlik Konseyi’nde 279 kez veto kullanıldı. Bunlar daha çok dar politik (üyelik gibi) hesaplar veya dış politika yönelimleri ile bağlantılıydı. Soğuk Savaş sonrasında Güvenlik Konseyi’nde büyük güçler arasında sağlanan uyum (en azından çekimser kalınarak sistemin tıkanmaması sağlanıyor) ise, ekonomi-politik ve uluslararası politikadaki güç hesapları ile çok yakından ilgilidir. Günümüzde geçmişe göre çok daha esnek (geçişli) bir işbirliği yaşanıyor. Uluslararası krizlerin bir aşamasında edilgen bir konumda tutulan veya devreden çıkarılan BM, krizin diğer aşamalarında devreye sokulabiliyor. Ancak küresel güçlerin bu tarz bir dış politika çizgisi karşısında ‘etkisiz’ kılınan/kalan BM örgütü, büyük oranda itibar kaybına uğruyor. Bosna ve Kosova sorunları bunun en önemli örnekleri.
Üyelerinin (küresel etki kapasitesine sahip olanların) ortak iradesinin, ulusal çıkar alanı dışında tanımladıkları uluslararası krizler karşısında BM, “evrensel aktör” olarak etkili bir şekilde harekete geçmiyor veya ortaya koyduğu kararlar/eylemler sembolik olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor; tıpkı 1993-1994 yılında Ruanda’da yaşanan katliamlarda olduğu gibi. BM, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan jeopolitik güç boşluklarının ürettiği sorunları örgüt olarak yönetemiyor veya BM çerçevesinde çözüm üretilmesini temin edemiyor. Küresel güçler arasında, dünya siyasal sisteminin mevcut güç yapısına göre yeniden ‘tasarımı’na yönelik açık veya örtük derinlemesine yaşanan rekabet ve çatışmalar karşısında sahip olduğu ‘edilgen’ konum, BM’nin itibarsızlaşma sürecini hızlandırıyor.
BM, Soğuk Savaş sonrasının tek süper gücü ABD’nin kurmaya çalıştığı “yeni dünya düzeni”nde, bu devletin küresel güvenlik arayışlarının meşruiyet zeminine dönüştürülmek isteniyor. Bugünkü örgüt yapısı ile BM’nin gerek jeo-politik güç boşluklarının ürettiği, gerekse küresel güçlerin desteklediği veya onayladığı krizler karşısında “etkili bir pozisyon” belirlemesi olanaksız görünüyor. BM’nin günümüz dünya siyasal sistemindeki güç dağılımını yansıtacak şekilde yeniden yapılandırılması, Güvenlik Konseyi’ndeki veto düzenlemesi nedeniyle imkânsız. Küresel veya bölgesel krizler karşısında üyelerinin iradelerinin toplamının dışında bir “evrensel aktör” rolünü oynayamayan BM örgütü yerine yeni bir örgütün yapılandırılmasında, gelecekteki uluslararası politik gelişmeler belirleyici olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et