TİFLİS’İN 7 Ağustos’ta Güney Osetya’ya müdahalesinin ardından Rusya’nın başlattığı operasyon, 14 Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Gürcistan’daki Rus birliklerine yaptığı çağrı ve ilan edilen ateşkes ile birlikte durmuşa benziyordu. Ancak Rusya’nın, yazının kaleme alındığı tarih olan 26 Ağustos itibarıyla henüz Güney Osetya’daki birliklerini çekmeden Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını resmen tanıdığını açıklaması ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından tepkiyle karşılandı. Görülen o ki, ateşkese rağmen Kafkasya’da sular uzun süre durulmayacak. Zira Tiflis, bu açıklamayı Rusya’nın Gürcistan topraklarını ilhakı olarak değerlendirdi. Tiflis’in Güney Osetya’yı kontrol altına almak üzere başlattığı savaşa Rusya’nın tavizsiz bir biçimde karşılık vermesinin, genelde ABD, AB, NATO ve AGİT’in Kafkasya politikaları, özelde ise Rusya ve Gürcistan’ın pozisyonları üzerinde ne gibi etkiler yapacağı ve yakın dönemde söz konusu küresel ve bölgesel aktörlerin Kafkasya politikalarının nasıl şekilleneceği önemli sorular olarak karşımızda duruyor. Bununla birlikte tüm bu aktörlerle etkileşim halinde bulunan Türkiye’nin, çok kısa süren savaş sırasında ve sonrasında izlediği aktif ve tarafsız dış politikanın en önemli parçası olarak ortaya koyduğu “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisi, son dönemde geliştirilen pek çok dış politika açılımına bir yenisini daha ekledi. Türkiye güvenliğin ve askerî araçların merkezde olduğu dış politika söylemi yerine diplomasinin tüm araçlarının kullanıldığı, komşularla sıfır problemli ve çok boyutlu aktif dış politika şeklinde ifade ettiği son dönem dış politika anlayışını Kafkasya’daki krizde de etkili kılmaya çalıştı.
Savaş sırasında Gürcistan’ın askerî yardım talebine olumlu yanıt vermeyen Türkiye, bir taraftan bölgede hasar görmüş okul ve hastane binalarının onarımına destek sözü verip mültecilere yardım göndererek çatışmanın insani boyutuna dikkat çekerken, diğer taraftan savaşın taraflarına sorunun barışçıl yollarla ve uluslararası hukukun toprak bütünlüğü ilkesine saygı çerçevesinde çözülmesi tavsiyesinde bulundu. Türkiye çatışma sırasında taraflardan birine diğerinden daha yakın olduğunu gösteren herhangi bir işaretten kaçındı. Gürcistan’la 1991’den beri stratejik ortaklık düzeyinde yürüttüğü iyi ilişkilerin Rusya ile olan ilişkilerine zarar vermemesi ilkesine bu çatışma sırasında titizlikle riayet etti. Başlangıçta Kafkasya Paktı, daha sonra Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu olarak adlandırılan bölgesel inisiyatifi önce 13 Ağustos’ta Moskova’da, bir gün sonra da Tiflis’te resmen duyurarak bu ülkelerin desteğini istedi. Ardından da Azerbaycan’ın desteğini aldı. Kafkasya’da Rusyasız bir bölgesel barış girişiminin sonuçsuz kalacağının farkında olan Türkiye; Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’dan oluşan Güney Kafkasya ülkeleri ile birlikte Rusya’yı da içine alan bir platformun öncülüğünü yapmak üzere aktif diplomasi yürüttü.
Söz konusu Platform, -en azından basına yansıyan kısımlarından anlaşıldığı üzere- bölgesel güvenlik, barış ve işbirliğinin güçlendirilmesi, ekonomik işbirliği ve enerji güvenliğinin sağlanması, bölge içinde siyasi diyaloğun artırılması ve çatışmaya neden olabilecek Güney Osetya ve Abhazya gibi sorunların yanı sıra Dağlık Karabağ gibi diğer dondurulmuş problem alanlarının çözümü konusunda çalışmalar yapacak bir işbirliği alanı öngörüyor. Bölge ülkelerinin uluslararası tanınmış sınırlarına ve toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde sorunların güç kullanımı yerine karşılıklı saygı, güven ve iyi komşuluk ilişkileri temelinde çözülmesini öngören Platform, AGİT ilke ve prensiplerine dayalı ortak bir kriz çözme ve yönetme mekanizması kurmayı hedefliyor.
Bazı analistler bu Platformu, 1999’da kurulan Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı ve 2000 yılında eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ortaya atılan Kafkasya İstikrar Paktı ile karşılaştırdı; 1990 sonrasında Türk dış politikasının bu platforma benzer (Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ekonomik İşbirliği Örgütü ve Rusya ile Türkiye’nin ortak inisiyatifi olan Avrasya İşbirliği Eylem Planı gibi) pek çok açılım yaptığını fakat beklenilen sonuçları elde edemediğini yazdı. Platformun son derece hızlı bir biçimde ortaya atılmasının sakıncalarını dile getiren bu yazarlar, Rusya’nın Gürcistan’la, Türkiye ve Azerbaycan’ın ise Ermenistan’la aynı masaya oturup bölgeye yönelik kararlar almalarının mümkün olmadığını söylediler.
Peki, Kafkasya’nın geleceği hakkındaki kararları kimler alacak? Büyük Ortadoğu Projesi’nde olduğu gibi bölgenin geleceği ile ilgili kararları, bölgedeki ülkeler ve halklar yerine büyük güçlerin mi alması gerekiyor? Uluslararası hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerleri uluslararası politikada etkili kılmanın araçlarını bir kenara bırakıp hep reel-politiğin söylem ve araçlarına teslim mi olmalıyız? Türkiye de böyle “boş işler” ile uğraşmayı bırakıp, pek çok ülkenin yaptığı gibi reel-politik hesapların peşinden koşup bu çatışmadan nasıl faydalanabilirim sorusunun yanıtını mı aramalıydı? Reel-politik açıdan bile bakılsa Türkiye’nin istikrar ve güvenliğinin çevresindeki ülkelerin istikrar ve güvenliği ile yakından bağlantılı olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Yaşanan ve ileride yaşanması muhtemel kriz ve çatışmaların önlenmesi konusunda inisiyatif geliştirmek, çatışmanın tüm aktörleri arasında arabuluculuk yapmak ve tarafsız bir biçimde iletişim kurmak üzere yola çıkan Türkiye’nin gösterdiği diplomatik çabalar boşuna mıdır? Kafkasya’da istikrarın sağlanması için diplomasi yerine Güney Osetya ve Abhazya gibi sorunlu bölgeleri piyon haline getirecek bir Rusya-ABD çatışması mı tercih edilmelidir?
Rusya her ne kadar Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu ve başından beri bu sorunun diplomatik yollardan çözülmesini istediğini söylese de, kendisi de BM’nin onayı olmaksızın bağımsız bir ülkeye karşı güç kullanarak uluslararası hukuku ihlal etmiş oldu. Rusya Gürcistan’a karşı güç kullanmakla ve bu iki bölgenin bağımsızlığını tanımakla da, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden bu yana ilk kez bağımsız bir devletin toprak bütünlüğünü bozan bir karara imza atmış oldu. Bunu da Batı’nın Kosova’yı tanımış olmasıyla meşrulaştırdı. Rusya’nın son hamlesiyle, diplomatik yolların sonuçsuz bırakıldığı Soğuk Savaş senaryolarına geri mi dönülüyor sorusu akılda tutulmakla birlikte, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Eylül ayının başında Kafkasya Platformu’nu görüşmek üzere Türkiye’ye geleceğini açıklaması ve Ermenistan’ın da bu Platforma yeşil ışık yakması, barış umutlarının tamamen sönmediğini gösteriyor. Türkiye, başarılı bir biçimde yürüttüğü diplomatik çabaların boşa gitmesine izin vermemeli ve Platformun hayata geçmesi konusunda elinden geleni yapmalıdır. Zira bundan sonra Türkiye sadece Rusya ve Gürcistan arasında değil, Rusya ile Batı arasında da arabuluculuk yapmak durumunda kalacaktır. Böyle bir rolü üstlenebilecek bölgedeki tek tarafsız ülke de Türkiye’dir.
Paylaş
Tavsiye Et