ULUSLARARASI arenada Kuzey Kore-Güney Kore, Hindistan-Pakistan gibi zıddıyla anılan aktörlerden biri de Türk-Yunan ikilisidir. “Düşman komşu” konseptinin “diğer aktörler”in işine geldiğini bildikleri halde Türkiye ve Yunanistan yakın zamana dek birbiriyle sürtüşmekten vazgeçmediler. 450 yıl Osmanlı idaresinde barış ve toleransın örneğini oluşturan iki halk, kültürel, folklorik, mimari ve romantik açıdan çok benzeşmelerine rağmen milliyetçilik akımının etkisiyle Yunanistan Osmanlı’ya karşı ayaklanarak, Türkiye de yine Yunanlıları Ege’ye dökerek yeni devletlerini kurdular.
Son 200 yılda Yunanistan’ın Türk topraklarına doğru beş safhada genişlemesinin de etkisiyle Türk tarafında düşmanlık duyguları tırmandı. Yakın tarihe dek her iki ülkedeki askerî cuntaların, savaş senaryoları üzerine politikalar üretmelerinden ötürü de bu düşmanlık bir türlü yumuşamadı ve iki ülke ilişkileri “karşılıklı güvensizlik” üzerine kuruldu. Son kırk yılda iki aktör arasında iyice çoğalan sorunlar dört ana başlık altında ele alınabilir: Kıbrıs sorunu, Ege sorunları, Batı Trakya azınlık sorunları ve Balkan rekabeti.
Bu sorunların son beş yılda geldiği noktayı öncesiyle karşılaştırmadan evvel, genel iki katalizöre değinmekte fayda var: Birincisi, dış politikadaki bileşik kaplar kuralı gereği mezkur sorunlar birbirlerinden ayrı düşünülmemelidir. Örneğin Kıbrıs’ta bir sorun olduğunda, Batı Trakya Türkleri üzerindeki baskı artmış veya Ege sorunlarında bir tırmanma görülmüştür. İkincisi, tüm bu sorunlar saf bir dış politika çıktısı değildir, Türk ve Yunan halkları birbirleri hakkında çok hassastır. Bu yüzden sık sık her iki devletin hükümetleri bir diğerini iç politika malzemesi olarak kullanmıştır.
Türk-Yunan Sorunları
Kıbrıs sorunu: 1959-60 Londra ve Zürih antlaşmaları ile kurulan Kıbrıs’ta etnik temizlik girişimleri, 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı ile sonuçlanınca, Yunanistan NATO’nun askerî kanadından çekildi. Fakat bu avantajlı durum, Türk demokrasisinin inkıtaa uğradığı 1980-83 döneminde yapılan iki affedilmez hatayla hem kayboldu hem de geri dönülmez bir çıkmaz sokağın başlangıcını oluşturdu. Bunlardan birincisi Rogers Planı gereğince Türkiye’nin Yunanistan’ın NATO’ya dönmesini kabul etmesi, ikincisi de 1983’te hiçbir kulis yapılmadan “bir gece ansızın” KKTC’nin ilan edilmesi oldu. 2004 Annan Planı’na dek, Türkiye sözde “işgalci” sıfatıyla suçlandı. 2004 AB genişlemesinde Yunanistan, Almanya’nın desteklediği aday ülkelere karşılık Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) şartını ileri sürerek Kıbrıs sorununa AB’yi dâhil etti. Türkiye AB’ye, bunun hem uluslararası hukuka aykırı olduğunu hem de AB’nin iç işleyişinden dolayı küçücük bir devletin kuklası haline geleceğini anlatmaya çalıştıysa da, Almanya’nın Birlik içinde motor olma hevesinden dolayı bu üyeliğe engel olamadı. Buna rağmen Türkiye, hemen yeni şartlara göre hazırlandı ve güneyde Annan Planı’nın reddedileceğini de analiz ederek, planın kuzeyde kabulü için yoğun çaba harcadı. Sonuç Türkiye’nin tahmin ettiği gibi çıktı; KKTC %65 ile kabul ederken, GKRK %76 ile planı reddetti.
Bu sonuç, 30 yıldır Türkiye’yi işgalcilik ve çözümü kilitleyen taraf olmakla suçlayan Avrupa’yı susturdu; Yunanistan ile Rum kesiminin çözümü istemeyen taraf olduğunu ve 30 yıldır blöf yaptığını belgeledi; AB ile çalışmayı isteyen tarafın Türkiye olduğunu ortaya çıkardı; Türkiye ve KKTC’nin elini çok güçlendirdi. Bu sayede 25 yıldır ilk defa bir çıkış yolu bulundu ve Türkiye öyle doğru bir piyon oynadı ki, dört senedir ne AB’den ne de Yunanistan’dan herhangi bir karşı hamle gelebildi. Buna karşılık Türkiye üst üste yeni hamleler yaptı; KKTC’nin 53 üyeli İslam Konferansı Örgütü’nde tabela açması ve Rusya, İngiltere, Suriye gibi birçok ülkenin KKTC’ye yatırım ve direkt uçuş girişiminde bulunmaları büyük kırılma noktaları oldu. Son 30 yılda Kıbrıs politikalarında Türkiye’nin yüzüne kapanan kapıların beş yıl gibi kısa bir süre zarfında birer birer açıldığını/açılacağını bugün tüm taraflar kabul ediyor.
Ege sorunları: 1974 ertesinde başlayan Ege sorunları, gittikçe büyüyen, çeşitlenen, hatta dört defa tarafları savaşın eşiğine getiren ve Türkiye’nin savaş sebebi (casus belli) ültimatomunu vermesine neden olan bir sorunlar yumağına dönüştü. Türkiye’ye göre Ege sorunları kıta sahanlığı, karasuları, münhasır ekonomik bölge, balıkçılık bölgesi, FIR hattı, ulusal hava sahası, gri bölgeler ve adaların silahlandırılmasını içerirken, Yunanistan sadece kıta sahanlığı sorununu kabul ediyor. 30 yıl boyunca Yunanistan Ege sorunlarının Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’nda, Türkiye ise ikili görüşmelerle çözülmesi gerektiğini ileri sürdü. 1999 Helsinki Zirvesi’nde Ecevit hükümeti resmen AB adaylık statüsünü alırken, karşılığında Yunanistan’ın 30 yıllık tezini kabul ederek, Türk-Yunan sınır sorunlarını Aralık 2004’e dek ikili görüşmelerle çözemediği takdirde UAD’a gitme konusunda uzlaştı.
Bu mirası cebinde bulan AKP hükümeti, karasularında oluşan 6-12 mil konseptine 8-9 mil arayışlarını alternatif olarak getirdi, akil adamlar görüşmeler yaptı, sorunu kıta sahanlığı ile beraber çözmeye çalıştı; ama çözüm bulamayınca Yunanistan’a 2005’e gelmeden UAD’a gitmeyi kendisi teklif etti. Türkiye’den hem böyle bir teklif beklemeyen hem de kendi hükümranlık alanına giren bir konuyu UAD’a götürmek istemeyen Yunanistan tam anlamıyla paralize oldu. Gerçekten de olayın üzerinden dört yıl geçmesine rağmen, Yunanistan hâlâ UAD’a gidemiyor. Yani son beş yılda izlenen politikalarla Türk diplomasisi, Yunanistan’ın 30 yıllık blöfünü gördü ve bugün Yunanistan, bu sorunu ancak Türkiye ile görüşerek çözmek zorunda olduğunu kabul etmiş durumda. Yani 1999’daki Türk tezi olan ikili görüşmeler, AB’ye rağmen, şimdi Yunanistan’ın da kabulüyle devam ediyor. Karasuları ve kıta sahanlığı Ege sorunlarının özünde yer aldığından ve bunlar da taraflarca müzakere edildiğinden, diğer alt başlıklar üzerinde doğal bir yumuşama ve Türkiye lehine büyük bir kırılma yaşanıyor.
Batı Trakya azınlık sorunları: Son 30 yıldır devam eden Batı Trakya sorunları; Türk kimliğinin reddi, bazı sektörlerin Türklere kısıtlanması, vatandaşlıktan çıkarılma, yasak bölge, müftülük, vakıf malları, siyasi hakların kısıtlanması, eğitim ve sınır bölgesi sorunları gibi birçok alt başlık barındırıyordu. 1998’e dek uygulanan Yunanistan Anayasası’nın 19. maddesindeki “farklı etnisitelerin vatandaşlığını iptal etme hakkı”, geriye doğru telafi hakkını da engellemişti. Yine Yunanistan, Lozan Antlaşması’na göre “Yunanistan’da Türk değil, Müslüman azınlığın olduğunu” iddia ediyordu. Esasında Batı Trakya sorunları burada yaşayan 150.000 civarındaki Türk’ten çekinilmesinden dolayı değil, Türkiye’den muhtemel bir saldırı durumunda bölgedeki Türklerin bu saldırıya destek vereceği korkusundan kaynaklanıyordu. Yine Türkiye’ye şantaj yapmak amacıyla Yunanistan bölge halkına baskı yapıyor, yani on yıllardır Batı Trakya Türkleri kötü giden Türk-Yunan ilişkilerinin kurbanı oluyordu.
Son beş yılda bu bölgeye ilişkin Türk dış politikası büyük oranda pozitif sonuçlar verdi. Her şeyden evvel “Türkiye’nin sorunları çözme” isteğine Yunanistan inandırıldı ve bunun doğal sonucu olarak Batı Trakya üzerindeki baskı da yumuşamaya başladı. Son yıllarda bölgede gözle görülür derecede ekonomik sorunlar azaldı, Türk vakıfları AİHM’de açılan davaları kazandı, eğitimde sorunlar neredeyse bitti. Buna rağmen Batı Trakya’da hâlâ yapılacaklar var; fakat bu sorunların çıkış noktası olan iki devlet arasındaki güven bunalımı büyük ölçüde aşılmış durumda.
Balkan rekabeti: Son 15 yıldır devam eden Balkan rekabetindeilk on yılda Türkiye’nin Yunanistan kadar başarılı olduğu söylenemez. Bosna Savaşı’nı ve soykırımı önlemede başarısız olması, Kosova Savaşı’nda üçüncül rolde kalması ve özellikle uluslararası politika ile ekonomi arasında eşgüdüm kuramaması, buna karşılık sosyal yardım, hibe, askerî eğitim, ders kitabı ve rehber öğretmen gibi ufak çaplı hizmetlerle sınırlı kalması Türkiye’yi Balkan yarışında çok geride bıraktı. Oysa aynı dönemde Yunanistan, Makedonya isim savaşında dünyayı inadıyla dize getirdi, Arnavutluk’ta cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahil oldu, Bulgaristan ile ekonomisini geliştirdi, AB içinde Balkanlar’ın sözcüsü rolüne soyundu, Makedonya ve Arnavutluk gibi komşularının ekonomilerini özelleştirmelerle büyük oranda ele geçirdi.
Son beş yılda ise Türkiye’nin Balkanlar politikaları ve bölgedeki gücü gözle görünür biçimde arttı. Balkan ülkelerindeki Türk parti ve STK’larıyla yakın ilişkiler içine girildi; hibe, yardım ve askerî eğitim yoluyla Kosova, Makedonya, Romanya ve Bosna-Hersek ile sıkı ekonomik bağlar kuruldu; yatırımlara gidildi, KOBİ’lerin yolu açıldı, birçok yeni ihale alındı. Türkiye Karadağ ve Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biri oldu, Balkan İşbirliği Platformu’nda etkin rol aldı; bölgede birçok kolej ve iki üniversitenin yanı sıra Kosova’da Türkçe yayın yapan bir televizyon kanalı kuruldu ve karşılıklı turizm geliştirildi. Son beş yıldaki bu büyük atak karşısında Yunanistan, Türkiye’nin Balkanlar’daki öncüllüğünü zımnen de olsa kabul etmek durumunda kaldı.
“Komşularla Sıfır Problem”in Türk-Yunan İlişkilerine Yansıması
Son beş yıldaki Türk-Yunan ilişkilerine genel olarak bakıldığında pozitif manada köklü evrimler gerçekleştiği görülüyor. Birincisi Türk dış politikasında 50 yıldır devam eden “bekle-gör” politikası bırakıldı ve etkin aktör rolüne geçildi. Yeni şekillenmekte olan dünya sisteminde statik aktörlerin olayların gerisinde ve dışında kalmakta olduğunu fark eden Türkiye, son beş yılda mezkur dört sorunda dinamo rolü oynadı ki bu, her iki devletin de işine yaradı.
İkincisi karşılıklı güvensizlik düzlemi kırıldı; tarihî, kültürel ve coğrafi yakınlık içinde bulunan iki halk arasında dostluk projeleri ve etkinlikler gerçekleştirildi; devletlerarası ilişkiler hızlandırıldı ve görüşme masasına ön şartsız oturabilme yetisi geliştirildi. On yıllardır “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” gibi dış politika beceriksizliğinin timsali olmuş savlar “komşularla sıfır problem” tezi ile çözülürken, belki de bu en çok Yunanistan ile ilişkilere yansıdı.
Üçüncüsü, iki ülke arasındaki politika yapma inisiyatifi, her iki ülkede de askerlerin manipülasyonundan siyasetçilerin eline geçti. Yakın zamana dek iki devlet arasındaki sorunlar, ulusal güvenlik ve hükümranlık gibi birincil dış politika konuları olduğundan, askerlerin politikalara karışması doğal karşılanıyordu. Fakat son yıllardaki yumuşama, hem sorunun ve askerlerin ikincilleşmesine hem de hükümetlerin daha geniş bir manevra alanına kavuşmasına sebep oldu.
Sonuç olarak son beş yılda Türk diplomasisi, tüm ilişkilerinde olduğu gibi Yunanistan ile ilişkilerinde de artık yavaş, hantal ve bekle-gör politikalarından çok uzakta; yeni oluşumlar karşısında hızlı ve alternatifli kararlar alabilen, etkilenen olma yerine etkileyen, aktör olma iddiasını taşıyan, durağanlık yerine aksiyonel ve dinamik, dolaylı aktör olma yerine direkt aktör olabilen bir hale geldi. Bu nitelikler ve güdülen komşularla sıfır problem politikası, Türk-Yunan ilişkilerine de pozitif yönde yansıdı.
Paylaş
Tavsiye Et