TÜRKİYE “Bir sorun içinden çıkılmaz hale nasıl getirilir?” sualinin cevaplarıyla dolu bir tarihe sahip. Sahte sorunlarla sahte kahramanların boğuştuğu ve milli normalleşmenin her seferinde inkıtaya uğradığı bir yakın tarihe sahibiz. Üzerimize giydirilmiş İngiliz deli gömleğini çıkarmaya yeltendiğimiz her sefer, başka bir siyasi veya iktisadi patinajın içerisinde buluyoruz kendimizi. Sahici adamların, bir davası ve derdi olanların her geçen gün biraz daha nefes alamaz hale geldiği bir dönemden geçiyoruz. Sağımız solumuz büyük adamlarla, gölgelerle ve ağzını yemeğe götürenlerle doluyor. Büyük adamlar, başka başkentlerin, büyük projelerin küçük aparatları; gölgeler, dünya sisteminin ışığına denk gelen karanlıklar; ağzını yemeğe götürenler ise kapitalizm karşısında un ufak olmuş homo economicus tezahürleri. Hepsinin ortak özelliği sahtelikleri.
Yaşanan gelişmeler karşısında kafamız karışıyor. Nasıl karışmasın? Etrafımızdaki zeka düzeyi, saf değiştirmeler, göz göre göre felakete hazırlanmalar akıl tutulması ile hainlik, memleket evladı olmak ile gâvurluk arasında tercihlerle baş başa kalmamızı icbar ediyor. Bu denli siyah-beyaz bir savrulma ister istemez tahripkâr bir süreci de beraberinde inşa ediyor. Sonuç, en sıradan provokasyonlarla, maliyetsiz tahriklerle, beşinci sınıf komplo stratejileriyle memleketin bir anda esir alınması. Kendi bahçemizi temizleyip, asra yakın zamandır sırtımıza bindirilmiş Batıcı yüklerden kurtulmamız her seferinde biraz daha zorlaşıyor. Oyun pek ilkel bir şekilde oynanıyor. İslamcılar eliyle ‘İslam’, ulusalcılar eliyle ‘ulus’, milliyetçiler eliyle ‘Türklük’ ve Kürtçüler eliyle ‘Kürtlük’ tasfiye ediliyor, dönüştürülüyor. Çok değil yirmi yıl öncesinin “İslami dertleri” liberal ahlaksızlığa, “Türklük kızıl elması” ulusalcı sığlığa, “Kürt acıları” Batıcı kimlik hırslarına kurban ediliyor. Mezkûr yapısal kırılma, bizzat “iddia sahipleri”nin eliyle gerçekleştiği için aklıselim bir yaklaşımın, davası olanların hareket alanını da yok ediyor. Bu trajediye en güzel örnek Irak işgali sırasında oluşan saflaşmalar ve son tezkere öncesi yaşanan gelişmeler oldu.
Irak işgali sırasında, Amerikan işgaline ortak olmanın maliyetini ‘birileri’ne anlatmak ne kadar zor olmuştu. Hatta ilk önce “o birileri” bizi anlar diye düşünmüştük. Ne de olsa bizdendiler. Ama öyle olmadı. Aksine fındıkçı, fıstıkçı eşliğinde büyük adamların sahte operasyonlarına şahit olduk. Allah’tan Amerikan belasını, topu kendi sahamızda çevirerek savabildik. Benzer bir tartışmayı olabildiğince sığ ve ilkel bir şekilde bugünlerde de yaşıyoruz. Cahil cesaretiyle, memleketin en yerlisi Kürtleri yabancı haline getirmek için elimizden geleni zaten senelerdir yapıyoruz. Dersim’i bombalayan milli pilotumuz Sabiha Gökçen ve adaletiyle meşhur Mahmut Esat Bozkurt’larla kin ve nefret tohumlarını yeterince ektik. Bununla da yetinmeyip Diyarbakır Cezaevi’nden İmralı’ya kadar uzanan bir trajedi ile önce terörü sonra örgütünü kendi elimizle doğurduk, iyice besleyip büyüttük, ardından da başka başkentlerin kucağına duruma göre evlatlık vermeye başladık. Kart-Kurt seslerinden terör sorununa, Güneydoğu trajedisinden AB azınlık politikalarına, Kürt sorunundan Kürdistan sorununa nihayet ulaştık. Çatışmaların en yoğun olduğu, her gün onlarca insanın öldüğü dönemlerde bile olmayan etnik-seküler bir dilin mahkumu haline geldik. Şimdi işin içinden nasıl çıkacağımızı düşünüp duruyoruz.
Kuzey Irak’a bir operasyon yapmayı planlıyoruz. Daha önce 24 kez yapmıştık zaten. Ama nedense hiç bu kadar gürültü çıkmamıştı. Şimdi bir tezkere çıkardık ve PKK’nın cebine koyduk. Harekatı başlatma kararı için PKK’nın ya da Amerika’nın işaretini bekledik. Onlar da hiç gecikmeden gerekli provokasyonu yaptılar. Adeta gizli bir el, Irak’ın işgal süreciyle birlikte Türkiye-Kuzey Irak ünsiyetini uzun zaman iyileşmeyecek şekilde yaralama kararı almış. Sözün özü, Türkiye burnunun dibindeki bölgeyle “Washington ve PKK üzerinden konuşacağım” diyor. Bunu da hiddetlenerek, akıl tutulması içerisinde söylüyor. Amerikan işgaline Türkiye’de en üst düzeyde destek vermek için can atanlar “uzağı gören büyük devlet adamları” oluyor; Iraklı Kürtler Amerikalılara mahkum olunca işbirlikçi “kabile reisleri” oluveriyor. Bütün bunların hepsi Türkiye ile Irak arasında önce psikolojik bir fay hattı inşa ediyor. Ardından da mezkur hat Amerikan rasathanelerinde Türkiye’yi maliyetsiz bir şekilde esir almanın basit bir aracı haline geliyor. Amerika esir almak için PKK’yı uzatıyor; Türkiye silahı doğrultanın değil, silahın peşine takılıp 25 yıldır içerisinden çıkamadığı patinaja tekrar koşar adımlarla gidiyor. Kaç tane PKK var onu bile bilmiyoruz. Bildiğimiz Amerika’nın, Avrupa’nın, İran’ın birer adet edindiği şeklinde. Türkiye’nin de var; ama hapiste. Yayımladığı demeçlerle, diğer PKK’larla kâh kapışıyor, kâh uyuşuyor. Biz de bu tiyatroyu seyrediyoruz.
Kuzey Irak’a bir ‘operasyon’ için oldukça geç kalmış durumdayız. ‘Operasyon’ kesinlikle daha önce yapılmalıydı; mesela 1993’te başlamalıydı. Eğer üzerimizdeki deli gömleklerini çıkarabilseydik, 14 yıl önce siyasi, tarihî ve iktisadi derinliğiyle ‘operasyon’umuzu yapmaya başlardık. Kuzey Irak’ı “sınır ötesi” değil, Türkiye’nin milli normalleşmesinin bir parçası olarak görürdük. Erbil’i Antep’ten, Bingöl’ü Musul’dan, Diyarbakır’ı Kerkük’ten uzak bilmezdik. Kendi kendimize icat ettiğimiz Kürt sorununu da aynı siyaset içerisinde çözerdik. Ama biz önümüze açılan bu imkanı devlet olamamanın, Osmanlı mirası altında ezilen küçük ve sahte adamların eliyle reddettik. Iraklı Kürtlerin önce Saddam zulmü altında dövülmesine seyirci kaldık. Körfez Savaşı sonrası ise Kürtleri Amerika’nın kucağına adeta kovalayarak gönderdik. Irak işgaliyle önümüze açılan yeni fırsatı, hatalarımızı tamir etmek yerine “Türkmen kartı” üzerinden heba etmek için elimizden geleni yaptık. Aynı siyasette ısrar edersek, Amerika’nın Irak’tan çekildiği bir senaryoda Kürtleri İran’ın “Aryan şemsiyesi” altında görmemiz kuvvetle muhtemeldir.
Muhtemel bir 25. operasyon öncelikle Irak’la sınırımızı ortadan kaldıracaktır. Bu ise Kürt sorununun Kürdistan sorununa dönüşmesi için mümbit bir provokasyon “mücavir alanı” yaratacaktır. Kendi bahçesinde yaralarını saramamış, yüzyıllık yüklerinden kurtulamamış Türkiye, Kürdistan sorunu altında daha fazla sıkıntıya girecektir. Yaşanacak acıların ötesinde önümüzdeki on yıllar boyunca kader birliği yapması gereken Türkiye ile Kuzey Irak (Kürtler) yapısal bir kırılma ile düşman saflarında pozisyonlarını alacaktır. Bu ise tam da Amerika’nın arayıp bulamayacağı bir tezgahtır. İşin en can sıkıcı tarafı, mezkur operasyon “Kerkük ile Kandil’i, Talabani ile Taliban’ı” birbirine karıştıran zeka düzeyine sahip ulusalcılığın, anti-Amerikancı jargon ile verdiği inanılmaz Amerikancılık hizmetidir. Takdir edersiniz ki “anti-Amerikancı Amerikancılık” kolay baş edilebilecek bir akım değildir. En azından zekadan nasibini almış olanlar için!
Paylaş
Tavsiye Et