Aleviler, Osmanlı düzenine teğet yaşadılar. Mezhebî ve daha çok da siyasi sebeplerle gözetim (“Takibat”) altında tutuldular. Cumhuriyet bu gözetimi kaldırıyor gibi yaptı; fakat Alevilere profan (dindışı) bir misyon yükledi. Türkiye, Aleviliği 80 yıldır iki arada bir derede yaşıyor.
Necdet Subaşı modernliğin geleneksel Aleviliği yok ettiğini, “dedelik” gibi Alevi varoluşunu temellendiren aygıtların pek çoğunun ciddi bir imaj ve içerik kaybı yaşadıklarını belirtiyor. Nail Yılmaz ise bu durumun ortaya çıkardığı kimlik bunalımına dikkat çekiyor: Aleviler geçmişte dinî açıdan tanımladıkları kimliklerini terk ederek, etnik, kültürel veya siyasi içerikli yeni kimlikler geliştiriyorlar.
Reha Çamuroğlu üzerinden AK Parti’nin gerçekleştirmeye çalıştığı yeni açılımın “Alevileri dönüştürme niyeti taşımaması” gerektiğini söyleyen Ahmet Yaşar Ocak, “bu açılımın siyasal ranta kurban edilmemesini” temenni ediyor. Yasin Aktay, devletle bu yeni randevunun Alevilerle sınırlı kalmayacağını; bütün ülkenin vatandaşlık çıtasını yükseltecek bir işlev göreceğini vurguluyor.
Ümit Aksoy, Kemalizm’in Alevilik ve Sünnilik ilişkisini irdelerken, Nigar Bulut Tuğsuz devletin Alevi tanımlamasının ne kadar tutacağını sorguluyor. Talha Köse ise yeni açılımın, Alevilerle merkezî hükümet arasında diyalog sürecini başlatabilecek bir fırsat olduğuna ve bunun heba edilmemesi gerektiğine işaret ediyor.
Ayrıca Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun ve Cem Vakfı’ndan Ali Rıza Uğurlu, Alevilerin devletten taleplerine dair görüşleriyle dosyamıza katkıda bulunuyorlar.
Aleviliği de, Kürtlüğü de bir devlet meselesi olmaktan çıkarıp, “millet meselesi” haline getirdiğimiz gün, aramıza kara kediler giremeyecek.
Paylaş
Tavsiye Et