*Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi
Konuşan: Fahrettin Altun
Modern Türkiye’de Alevilik, “resmî ideoloji” tarafından nasıl, hangi şekillerde tasavvur edildi? Bu tasavvur toplumsal ve siyasi anlamda ne tür gerilimlere yol açtı?
Modern Türkiye’de resmî ideoloji veya devlet ideolojisinin, Aleviliği nasıl tasavvur ettiğine dair açık bir söylemi olduğunu söyleyemeyiz. Ancak, Cumhuriyet döneminde bizzat Atatürk tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı kurdurulurken, Sünniliğe ya da Aleviliğe açık bir atıf yapılmasa da, bu teşkilatın doğrudan doğruya Sünniliğin Hanefilik koluna göre yapılandırıldığı, ilk Diyanet İşleri Başkanı’ndan tutun da, bu kurumun ilk resmen yapılan yayınlarından zamanımıza varıncaya kadar, askerî darbe dönemleri dâhil, her devir ve dönemde ortada olan bir olgudur. Bu o zamana, yani Atatürk dönemine ait Meclis zabıtlarında da açıkça görülebilir. Dolayısıyla Modern Türkiye’de devlet Alevilik gerçeğini bilmekle beraber, onu dikkate alarak açık bir tasavvur ortaya koymamıştır. Bunun gerilim konusu olması 1960 ihtilali sonrasında bir ölçüde o zamanki bazı Alevi aydınları tarafından gündeme sokulmak istenmişse de, somut bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Bu konunun siyasal ve toplumsal gerilimlere yol açması, 1980’ler sonrasındadır. Bugün devlet “Alevi realitesi”ni dikkate almak zorunda kalmıştır ki, sebepleri ayrı bir tartışma konusudur.
Modern Türkiye’de din-devlet ilişkileri bağlamında Alevilik nerede duruyor?
Din-devlet ilişkileri bağlamında Sünnilik nerede duruyorsa, görebildiğim kadarıyla Alevilik de orada duruyor. Resmen laik olduğunu her fırsatta vurgulayan devletin çeşitli mekanizmalarının resmî söylemlerinde Sünniliği de, Aleviliği de bir yere koyması beklenemezdi herhalde, beklenmemelidir de. Zaten devlet resmî söyleminde İslam’ı bir yere koymamıştır ki onun kolları olan Sünniliği ve Aleviliği bir yere koysun. Aksi halde diğer dinlerin ve mensuplarının da bir yerlere yerleştirilmesi gerekirdi ki bu devletin laik kimliğine tamamen ters bir durum olduğu gibi, bugün aklımıza gelmeyen bazı problemlerin de ortaya çıkmasına yol açabilirdi.
Alevilik Cumhuriyet sonrasında Cumhuriyet elitinin dinî modernleşme programları doğrultusunda “çevre”den “merkez”e doğru taşındı mı sizce?
Ne Sünniliğin, ne de Aleviliğin merkeze taşınması diye bir olgudan söz etmek bence doğru değil. Bir defa İslam, sizin tabirinizle Cumhuriyet elitinin modernleşme programında özellikle merkez dışında tutulan bir olgu olduğuna göre, Alevilik de 1990’lara kadar Cumhuriyet elitinin modernleşme programının zaten resmen dışında idi ve kontrol altına alınmak kaydıyla çevrede tutulmaktaydı. Hatırlayacaksınız, iç ve dış, çeşitli sosyolojik, siyasi ve kültürel faktörlerin etkisiyle, bir bakıma küreselleşme akımlarının da katkısıyla, 1980’lerden sonra, özellikle de İran İhtilali’nin yansıttığı hava sebebiyle, İslam’ın yeniden gündeme gelmesiyle beraber, “radikal İslam” korkusu, buna bağlı olarak “laikliğin elden gidiyor olması” endişesi çok yaygınlaşma eğilimine girmişti. Bu, Kemalist elit kesimde Aleviliğin buna karşı bir “emniyet supabı” olarak görülmesine ve Aleviliğe bu gözle bakılmasına yol açtı ve özellikle medya bunu çok vurguladı. O yıllarda çeşitli TV kanallarındaki bu konuyla ilgili programlar ve gazetelerdeki birbiri ardına yayımlanan tefrikalar bunun açık göstergesidir. Fakat bu tutumun, geleneksel yapısını koruyan asıl büyük Alevi kitlesini rahatsız ettiğini de söylemeliyim. Nitekim bu teşebbüs, yani “Aleviliği merkeze taşıma” teşebbüsü gerek bu rahatsızlık, gerekse Sünni kesimden gelen reaksiyon sebebiyle akim kaldı, istenen noktaya getirilemedi.
Günümüz Türkiye’sinde Sünnilik ve Alevilik bir gerilim konusu edilebilir mi? Yoksa bu, çoğunlukla sanal bir tartışmanın, zaman zaman da birtakım siyasal programların bir uzantısı mı?
Bu konuda, içeriden ve özellikle de dışarıdan bazı çevrelerin, hem açıktan hem el altından, çoğu zaman suret-i haktan görünerek, bir gerilim yaratmak için yoğun bir çaba içerisinde olduğunu biliyorum. Bilhassa Avrupa’daki Alevi varlığının bu yola çekilmeye çalışıldığından haberdarım. Bu çabaların halen devam ettiğini ve edeceğini de söyleyebilirim. Ama ben şahsen bu teşebbüslerin başarıya ulaşacağı kanaatinde değilim. Çünkü Türkiye’de gerek Sünni, gerekse Alevi çevrelerin çoğunluğu, böyle bir gerilim ortamının her iki tarafa da bir kazanç sağlamayacağının ötesinde, Türkiye’ye büyük zararlar tevlit edeceğinin bilincindeler ve buna göre hareket ediyorlar. Nitekim günümüz siyasal iktidarının başlattığı açılımın, bu bilinçle başlatıldığını tahmin ediyorum. Yeter ki bu açılım, siyasal ranta kurban edilmeden ve gerek siyasal partiler, gerekse çeşitli başka çevreler olarak iktidar muhaliflerince sabote edilmeden, sağlam bir bilimsel projeye dayalı olarak, her iki kesimden ehil ellerce yürütülsün. Aksi halde bu açılım, fayda yerine tehlikeli bir sonuca da yol açabilir. Temennim, Osmanlı döneminden beri Türkiye tarihinde ilk defa bir siyasal iktidar tarafından başlatılması düşünülen bu teşebbüsün, Alevileri dönüştürme amacı gütmeksizin, onları oldukları gibi kabul ederek, sağlıklı bir yolda gitmesi ve hiç şüphesiz uzun bir sürece muhtaç olduğu için de, sonraki iktidarlarca da ciddiye alınarak devam ettirilmesidir. Bu yapılırsa, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli bir iş başarılmış olacak ve gerçek laikliğin tesis etmesi icap eden barış ortamının sağlanması kolaylaşacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et