RUSYA iç politikasında son dönemde yaşanan gelişmeler, ülkedeki gidişatın tamamen Başkan Vladimir Putin’in planı doğrultusunda yönlendirildiğini gösteriyor. Kendi döneminde uygulanan politikaların sürekliliğini muhafaza etmek koşuluyla iktidarı devretmeye hazırlanan Putin, yaptığı manevralarla gücüne güç katıyor ve siyaset-üstü milli lider mevkiine yükseliyor. İşte herkesin kafasını karıştıran soru da burada devreye giriyor: “Putin, başkanlığı terk ederken iktidarı bırakacak mı?” Parlamento seçim sürecinin Kremlin açısından başarıyla yönetilmesi ve akabinde başkanlık için bir halef isminin açıklanması, Putin’in oyun kurucu konumuyla ülkenin geleceğinde kişisel etkisini sürdüreceğine işaret ediyor.
2 Aralık’ta parlamentonun alt kanadı Duma için yapılan seçimlere Putin damgası vuruldu. Kremlin’in kontrolünde seyreden seçim süreci neredeyse Putin’e destek referandumuna dönüştü. Her ne kadar kendisi hiçbir siyasi partinin üyesi olmasa da sürecin başından beri Putin, Birleşik Rusya (Yedinaya Rossiya) Partisi’nin listesine liderlik etmeyi kabul etti ve büyük bir hevesle iktidar kaynaklarını bu alana yönlendirdi. Hatırlanacağı üzere 2001’de Kremlin tarafından kurdurulan ve önceki iki Duma’da etkinliği elinde tutan Birleşik Rusya Partisi’ne seçmenlerin yaklaşık %64’ü oy verdi ve 450 sandalyelik Duma’da 315 milletvekili garanti edildi. Buna Kremlin destekli Adil Rusya (Spravedlivaya Rossiya) Partisi’nin 38 milletvekili de eklendiğinde, mevcut iktidarın Duma’da her türlü kararı rahatlıkla alacak mutlak çoğunluğu elde ettiği görülüyor. Bu durumda yüksek yasama organında sırasıyla 57 ve 40 milletvekilliğini paylaşan diğer iki grubun -komünistler (KPRF) ve milliyetçiler (LDPR)- da pek etkili olamayacağı aşikâr.
Seçim sürecinde herhangi bir aksiliğe mahal vermeden mevcut iktidar partisinin Duma’daki üstünlüğünü sağlayan ve kendi meşruiyetini de pekiştiren Putin, bir hafta geçer geçmez yeni başkan adayını, yani halefini ilan etti. Her ne kadar söz konusu açıklama Birleşik Rusya’nın da içinde bulunduğu dört siyasi partinin temsilcisi aracılığıyla yapılsa da, bunun iktidar partisinin kongresinde değil, Kremlin’de duyurulması, kontrolün kimin elinde olduğuna dair sembolik bir gönderme niteliğindeydi.
Kremlin’in yeni başkan adayı Dimitri Medvedev, uzun bir süreden beri Putin’in mesai arkadaşlığını yapmış, Petersburglu genç bir hukuk doktoru. Doğalgaz tekeli Gazprom’un Yönetim Kurulu Başkanlığı dâhil çeşitli kademelerde tecrübe kazanan Medvedev, buna ek olarak sosyal projelerden sorumlu başbakan yardımcılığı görevini icra ediyor. Bazı yorumcular, onu mevcut siyasi arenanın zayıf figürlerinden biri olarak görüyor ve başkanlık görevlerini tam anlamıyla yerine getirmek için yeterli donanıma sahip olmadığına inanıyor. Diğer bir muhtemel başkan adayı Sergey Ivanov’un aksine Medvedev’in, “güvenlikçiler” (siloviki) olarak tabir edilen ve yönetimde etkili olan kuruluşlar (çeşitli istihbarat örgütleri, ordu, İçişleri Bakanlığı vs.) ile daha az temasının olması, zayıf yönlerinden addediliyor. G. Züganov (KPRF) ve V. Jirinovski (LDPR) gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde Rus siyasi hayatının kemikleşmiş isimleri ile yarışacak olan Medvedev’in, her şeye rağmen %60 civarında oy alacağı tahmin ediliyor. Bu, tabii ki mevcut iktidarın ve Putin’in desteği sayesinde mümkün olacak.
Öte yandan, Medvedev’in Putin’e başbakanlık görevi teklif etmesi ve Putin’in de bunu kabul etmesi, yeni bir planın uygulamaya koyulduğunun habercisi. Fakat bu planın başarıyla tamamlanması halinde “zayıf başkan Medvedev”in karşısında “kuvvetli başbakan Putin”in bulunacağı muhtemel. Reytingi %70’lerde seyreden Putin’in siyasi sistem içinde gücünü aynen korumayı sürdürmesi, Rusya’da yeni bir krizi beraberinde getirebilir. Çünkü yürürlükteki anayasa “zayıf başkan-kuvvetli başbakan” modelini değil, “kuvvetli başkanlık” prensibini öngörüyor. Buna göre, başkan ülkenin iç ve dış politikasında söz sahibi olup istediği zaman başbakanı azledebilir. Dahası, son sekiz yılda fiilî olarak uygulanan yönetim şemasında (dikey idare sistemi / vertikal vlasti), neredeyse tüm kuvvetler başkan etrafında temerküz etti. Ülkenin mevcut siyasi kültürü de kolektif bir yönetime hazırlıklı değil. Bu durumda Kremlin’den Rusya’nın Beyaz Saray’ına taşınacak olan Putin için başbakanlık pek güvenli bir yer olmasa gerek. Önümüzdeki yıllarda ekonomik bir krizin ortaya çıkması veya işlerin yolunda gitmemesi halinde Putin’in azledilmesi içten bile değil. Ülkeyi kısa zamanda toparlayıp siyasi istikrar ve ekonomik büyümeye kavuşturan bir liderin, siyasi hayatını bu şekilde sonlandırması ihtimal dışı.
Genellikle analizciler, Putin’in geleceği konusunda çok çeşitli senaryolar ileri sürüyorlar. Bazısına göre Putin, iktidarı sağ salim devredip yeni dengelerin oturduğuna kani olunca bir-iki yıl sonra meydanı terk edecek. Diğerleri, aksine, yeni başkanın popülaritesinin kendisi ile eşleştiği anda Putin’in süreci geri çevireceğini tahmin ediyor. Putin’in bir sembol olduğunu, iktidara kim gelirse gelsin, asıl gücün perde arkasındaki istihbarat ve güvenlik kurumlarının elinde bulunacağını ifade edenler de var.
SSCB’nin ani çöküşü ile 90’lı yıllarda fetret devri yaşayan Rusya’nın sıradan vatandaşları ise, son yıllardaki istikrarın ve ekonomik büyümenin, yani Putin politikalarının devam etmesini istiyor. Rus tarihine ismini yazdırmış bir şahsiyet olarak Putin’in kişisel etkisinin hangi şekilde süreceğini önümüzdeki süreç gösterecek.
Son olarak, tüm bu olup bitenler, SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan ülkelerde iktidarın dönüşümüne dair zengin malzeme sunmakla beraber dünya tarafından da ilgiyle izleniyor. Muhtemelen bu yüzdendir ki, Aralık 2007’de Time dergisi Putin’i “Yılın Adamı” seçtiğini ilan etti. Kim bilir, belki Ruslar da bu ilgiyi sürdürmek için mevcut şehirlerden birine Putingrad ismini verir…
Paylaş
Tavsiye Et