Ankara Havası
İfrat ile tefrit arasında Ergenekon
Ergenekon davasında beklenen iddianame mahkemeye sunuldu; ama tartışmalar durulmadı. “Dağ fare doğurdu” ile “Az kalsın nükleer bomba yapacaklarmış” arasındaki derin uçurumda yuvarlanıp duran tartışmacılar, konunun gerçek boyutunu ısrarla ıskalamaya devam ediyor. Bu arada kendilerini açıkça ifade eden Ergenekon yanlılarının, konuyu Zekeriya Beyaz ve Yalçın Küçük gibi figürlerin şahsında karikatürize olmaya teşne ve nispeten sevimli bir görünüme büründürdükleri söylenebilir. Avukat Deniz Baykal’ın da eklenebileceği bu figürlere, mesela Fikri Sağlar gibi çetelere karşı verdiği mücadeleyle tanınan isimlerin de katıldığı oluyor. Bu tefritçi grubun argümanları kısaca şunlar:
Bir:İlhan Selçuk kelepçelenmiştir; o halde Ergenekon fasa fisodur.
İki: Mustafa Balbay gibi bir gazeteci bile gözaltına alınmıştır; o halde Ergenekon…
Üç: Gözaltına alınanların hepsi Atatürkçüdür; o halde…
Diğer tarafta ise, ifrata giden, neredeyse Cem Sultan’ın ölümünden bile Ergenekon’u sorumlu tutacak bir “sosyal sorumluluk projesi” yürütülüyor. Daha önce Saadettin Tantan’ın “Tapınak Şövalyeleri” ve “nüfuz casusları” jargonuyla gülünç hale getirdiği faili meçhuller, Ergenekon’un bağlamından koparılmasıyla aynı akıbete uğratılmak isteniyor sanki.
Sonuçta tefritçiler ile ifratçılar diyebileceğimiz her iki tarafın da çabaları aynı kapıya çıkıyor: Sulandırılmış bir Ergenekon.
Hâlbuki izlek belli, köşe taşları belli: Ümraniye ve Eskişehir’de bulunan ve Cumhuriyet gazetesine atılan el bombaları ile Danıştay saldırısı fail ve azmettiricileri arasındaki ilişki. Bu ilişkiyi çözmeye odaklanmış bir iddianame, buna bağlı olarak hesapta bulunmayan pek çok karanlık noktayı ortaya çıkarabilir.
Ergenekon da Susurluk gibi “fasa fiso” olmaz inşallah. Yoksa bundan tarih önünde tefritçiler kadar ifratçılar da sorumlu olur. Fakat olan bize olur.
Tavsiye Et
Kapatma davasının sonucu açıklandığında ilk anda dilime düşen cümle, “Millet kazandı” oldu. Bir de kaybedenler var tabii. Sadece birini söylemek gerekirse, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın dava sonucunu açıklamasını beklemeden “AK Parti kapatıldı” manşetini çakan Habertürk televizyonu.
Fatih Altaylı’nın aynı günkü Habertürk sitesinde Ergenekon iddianamesindeki küfürlü ve argo sözcüklerin çetelesini tuttuğu yazıyı okurken geldi haber: AK Parti kapatılmamıştı. Altaylı, iddianamede kaç tane hangi cins küfür olduğunu, üşenmemiş saymış; sanki o sözcüklerin sahibi Savcı Zekeriya Öz imiş gibi.
Yine de biz argo konusunda haddimizi aşmayalım; Altaylı’nın eline su dökmek ne haddimize!
Konuya dönersek, Habertürk bir kısım medya gibi hem kayıp hem de ayıp etti.
Sonuç açıklandıktan sonra bize de “Ne Habertürk?” diye sormak kaldı.
Tavsiye Et
Sudan veya sulandırılmış sorunları
Türk basınının büyük bir bölümü ile Melih Gökçek arasındaki sevgisizlik sır değil. Başkent Ankara’da üç dönemdir belediye başkanlığına seçilerek “medyaya rağmen kazanan adam” imajını oturtan Gökçek, bunu sadece hesap-kitap bilmesiyle değil, biraz da karşıtları ve söz konusu medya sayesinde elde ediyor.
Mesela kamuoyunun Ankara’nın su sorununa odaklandığı Haziran ayında “Siz asıl İzmir’in suyuna bakın; arsenik miktarı Sağlık Bakanlığı kriterlerinin üzerinde” diye hedef gösterince CHP’li İzmir Belediye Başkanı, Sağlık Bakanlığı’ndan kriterlerin yukarı çekilmesini medya aracılığıyla talep etti. Temmuz ayında ise ODTÜ’deki kaçak yapılaşmaya ilişkin tartışma, gazete ve televizyonlarda “Gökçek, ODTÜ’yü yıkacak” şeklinde verildi. Ortalama vatandaşa bile “Akıl var, mantık var” dedirten bu habercilik tarzı da Gökçek’in hanesine “Kendisine ODTÜ’yü yıkacağı iftirası atılan adam” mağduriyeti olarak yazıldı.
Ankara’nın su sorunu mu? Anti Gökçek medya konuyu o kadar sulandırdı ki, şimdilerde sudan bulup uğraşmıyor bile.
Tavsiye Et
Ankara’da gündemin gürültüsü içinde güme gidip “güm”dem olanlara bugünlerde sıkça rastlanıyor. İlk olarak Bülent Ecevit’in, başarısız bir istifa ettirme girişimine maruz kalan halefi Zeki Sezer, Ecevit’e, başbakanlığı döneminde “bazı emekli generallerin baskı değil, ama çekil temennisi”nde bulunduklarını söyleyiverdi.
Hep birlikte “Neredeydin?” dedik; konu gümdem oldu.
İkinci olarak da TBMM’nin yalnız adamı ve Türkiye’deki gerçek solun temsilcisi Ufuk Uras, “Darbe ve muhtıra gibi demokrasi dışı girişimlerin belirlenmesi için Meclis Araştırması açılması”nı ve “12 Eylül darbecilerinin yargılanması için Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması”nı teklif etti.
Ona da “Neredeydin?” dedik; çünkü hareket yüzde yüz doğru olmakla birlikte, zamanlaması bakımından acayip derecede strateji yoksunuydu. Militaristler ile demokratların her adımı hesaplayarak attığı bir ortamda Uras’ın girişimi pek hesapsız ve romantik kaçtı.
Bir yıldan beri pek sesi çıkmayan Uras, belki de bu suskunluğu telafi edecekti. Fakat tam da Ergenekon davası ve YAŞ süreçlerine girilmişken “dem bu dem” dedi ve o da Sezer’in açıklaması gibi ne yazık ki gümdem oldu.
Tavsiye Et
“Amiral battı” demesinler!
Amiral Gemisi’nin Ertuğrul Kaptanı, Ergenekon davasıyla ilgili olarak kimilerine şaşırtıcı gelen bir üslup muvazenesiyle yazılar kaleme alıyor. Bunu, şimdiye kadarki çuvallamalardan ders almasına bağlayanlar olduğu kadar, Ertuğrul’un çocuksu bir saflıkla gerçeği arama merakına sahip olduğu için konuya dengeli yaklaştığını iddia edenler de var.
Onda şimdiye kadar hiç fark etmediğim bu çocuksuluğun izini süreyim dedim ve bakın hangi satırlarla karşılaştım. Hurşit Tolon’un, ifadesinde, Akın Birdal suikastçısı ile bir araya geldiğini ve Yaşar Büyükanıt’la ilgili bazı belgeleri arşivlediğini söylemesine, bakın, nasıl tepki gösteriyor Ertuğrul:
“Koskoca komutanın, cinayet girişimine karışmış bir insanın katıldığı ne idüğü belirsiz böyle bir toplantıda işi ne?
Demek ki emeklilik hayatındaki arayışları onları böyle yanlış adreslere de götürmüş.
Ayrıca Yaşar Paşave ailesi hakkındaki belgeleri saklamasına da çok üzüldüm.İnsan, teröre karşı omuz omuza savaştığı arkadaşına bunu yapar mı?”
“Koskoca komutan”, “emeklilik hayatındaki arayışlar”, “belgeleri saklamasına da üzüldüm”, “insan … bunu yapar mı?” ifadelerindeki saflığı görmemek mümkün değil.
Ne kadar nahif (cılız) ve naif (acemice) tepkiler değil mi?
Ve ne kadar çocuksu…
Koskoca Amiral böyle yaparsa, diğer tayfalar neler yazar?
“Amiral battı” demesinler sonra?
Tavsiye Et
Normal koşullarda yaz ayları ülkenin siyasal gündeminin rutinleştiği dönemlerdir. Ancak Türkiye, birkaç yıldan beri siyasilerin tatile bile çıkamadığı bir ülke haline geldi. Osmanlı padişahlarının hal edilme korkusuyla payitahttan ayrılamamasını hatırlatan bu durum, bugün muhalefet için de geçerli. Meclis yoğun mesaiye devam edince, iktidarı, muhalefeti hep birlikte sıralarda oturmak zorunda kalıyor.
Hatta siyasal gündemin peşine takılmış olan askerî-sivil bürokrasi de tatilleri ertelemek ya da iptal etmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla Ankara yaz aylarında da dopdolu.
Dedik ya, yaz aylarında gündemin rutinleşmesine “normal şartlarda” rastlanır. Florya sahilinde çocukla konuşan Atatürk’ün veya Okluk Koyu’nda bermuda şortuyla Turgut Özal’ın görüntülerini hatırlayınca, insan, o günlerde bile siyasetçinin tatil yapma lüksü bulunduğunu düşünüyor.
Demek ki gerçekten anormal günlerden geçiyoruz.
Oysa yıl boyu çok çalışan siyasetçi ve bürokratların gerçekten tatile ihtiyaçları var.
Sadece telefonda “dinlenmek” yetmiyor; bazen kafayı dinlemek de gerekiyor.
Tavsiye Et