Placido Domingo
Yapım: Classic Pictures Entertainment, 2002
Çağın Akdenizli sesi
Bir zamanların “Çizme”sinin dışına pek nadir çıkabilen bir müzik durumundaki opera, günümüzde dünyaca bilinen ve sevilen bir tür. Evet, çağın getirdiği ilginçliklerden biri de bu. Yüz yıl önce İtalyanların en uzak görüşlüsüne dahi türün geleceğine dair bir soru sorsanız, alacağınız karşılığın içeriğinde, bir gün operanın dünya çapında süperstarlar çıkarabileceğine dair bir kehanet duyamazdınız. Opera aynı zamanda klasik müzikte küresel süperstara sahip tek tür. Ve starların çoğunun İtalyan kökenli olmasına da şaşmamalı. İçlerinde biri var ki, iki bakımdan geleneği zorluyor: 1. İtalyan değil, İspanyol. 2. Şişman değil, tombul. Evet, Placido Domingo...
Domingo zamanımızın en iyi seslerinden biri. Kimilerine göre düpedüz 20. yüzyılın en iyi tenoru.
Hem ünlü, hem iyi
Birkaç ay önce Berlin’de verdiği bir açık hava konserinde sahneleri bırakacağını açıklayan 64 yaşındaki ünlü müzisyenin önemli performanslarından kabul edilen Wembley Konseri DVD formatında yayımlandı. 11 yıl önce bir yaz gecesi Londra’nın Wembley Meydanı’nda verilen bu konserden derlenen ve An Evening With Placido Domingo adıyla yayımlanan albüm 11 parçadan müteşekkil.
Biz Türklerin operaya karşı tuhaf bir zaafı vardır. Marşların ardından Osmanlı’ya giren ve karşılık bulan ilk Batı müziği opera. Ve iki yüzyılı aşkın bir süredir bu topraklarda opera sahnelenmekte. Birçok operanın konusu, en azından teması veya karakterlerden birkaçı Türklerle ve Türkiye ile ilgili. Ve pop müziğini saymazsak, halkın hâlen daha en çok ilgi gösterdiği Batılı müzik türü opera.
Bizde de, dünyada da halkın gözünde en büyük tenor Luciano Pavarotti’dir; müzisyenlerin nezdinde ise kuşkusuz Domingo.
Göreceksiniz, Michael Jackson’a göre David Bowie neyse Pavarotti’ye göre Domingo o.
Albümün taliplisine küçük bir sürprizi de var: Konserde seslendirilmiş parçaların tümü, aynı zamanda CD formatında ve DVD’nin yanıbaşında.
Tavsiye Et
Jack Teagarden
Yapım: Membran Music, 2005
Bir klasik caz klasiği
Jack Teagarden erbabının nezdinde tam bir efsanedir; bir caz efsanesi. Hem de çifte efsane. Çünkü hem çok ünlü bir caz şarkıcısıdır, hem de çok iyi bir tromboncu. Annesinin etkisiyle müziğe caz piyanosuyla başlayan müzisyenin kariyeri birçok başarının yanında kendi grubunun liderliğiyle taçlanmış.
Teagarden, daha caz cazken icrayı sanat eyleyenlerden. Cazın doğumuna tanıklık edememiş ama cazı elinde büyütmüş bir isim. Bilirsiniz, Amerikalı zencilere göre caz, ancak beyazların eli değmediğinde cazdı; sonrası tufan. İşte Teagarden, bu ara dönemin müzisyeni; ana akım cazın ilklerinden. Başka bir ifadeyle klasik cazı yaşayan bir efsane.
Hayattayken yirmi civarında albüme imza atmış. Yapımcılar sağolsun, ölümünden sonra onu daha da münbit hâle getirdiler ve şu an kendisinin elli civarında albümü var. Meet me Where They Play the Blues bu toplama albümlerden biri.
Büyük icracıların çoğu gibi Teagarden’ın da fazla bestesi yok. Albümdeki oniki parçanın yalnızca bir tanesi kendisine ait. Ötekiler 30’lu, 40’lı yılların saf caz parçaları.
Membran Music’ten çıkan albüm, çok şık bir biçimde basılmış; orijinal plak tasarımı aynen korunarak. Zaten bu serinin özelliği de bu: Sanki elinizde tuttuğunuz bir CD değil de, bir vinil plak; onun küçültülmüş versiyonu.
Cazın en has dönemine ait bir albüm.
Tavsiye Et
Altın Klarnet Ödemişli Mehmet
Yapım: Milhan Müzik, 2006
Avare’nin Çingenecesi
Evrimcilere göre müziğin evriminin ilk evresi, belki de ta mağara devrine denk gelmekte ve geceleyin yakılan ateşin eşliğinde putlara yapılan tapınma ritüellerinde topluluğu coşturmak için kullanılan ritm aletlerinin çıkardığı tempolu sesler, insanoğlunun dinlediği ilk müziği teşkil etmekte. Bu hikâyeye göre insanoğlu ne denli gelişirse gelişsin, genlerinde taşıdığı o arkaik döneme özgü ritmi her daim aramakta ve bir biçimiyle de tatmin etmekte: Kimileyin danslarla, kimileyin halk oyunlarıyla, kimileyin de ayinlerle.
Hikâyenin tek bir ciddiye alınır tarafı var: Ritmin kendisi yahut ritmik sesler, her toplumsal sınıftan, her kültürden, her yaştan insana bir şey söyler.
Çok büyük bir genelleme olmasına karşın ciddi oranda isabet kaydenen bir başka tespit de şu: Medeniyet düzeyine erişen toplumlarda müzik melodi ağırlıklı bir yapı arz ederken, kültür düzeyinde seyreden toplumlarda müzik ritm ağırlıklı bir yapıdadır.
Bu kabulden çıkan sonuç şu: Değişik ezgiler bize değişik duygulanımlarımızı aktarmada yardımcı olmaya niyetlendikleri için kalbimize veya nadiren de olsa zihnimize seslenmeyi yeğler. Tempolu ve ritmik sesler ise düzayak bedenimize seslenir ve onu zapturapt altına almaya sıvanır. Bu durumun adı da malûm: Dans.
Ancak medeniyet düzeyine ulaşan milletlerin bazılarında görülebilen ilginç başka bir gelişme daha var: Melodinin ritm ile mutlu izdivacı.
Roman’ın romanı
Bu mutlu izdivacın çocuklarına bu topraklarda bol bol rastlarsınız. Hem de binbir kılıkta. Bu kılıkların en garaiplerinden biri kuşkusuz esmer vatandaşlarımız tarafından icra edileni: Çingene Müziği. Hani şu zamane modasıyla Roman dedikleri. Birçok şehirde köşebaşlarında darbuka çalan o minikler geldi gözünüzün önüne değil mi? İşte onlardan biri büyüdü, büyüdü, bir dev oldu: Ödemişli Mehmet. Yani Mehmet Övek.
Mehmet Övek’in alemde iki lâkabı var: Biri “Ödemişli”, ötekisi “Altın Klarnet”. Çingene tarzı klarnet üflemekte Ödemişli Mehmet’in üstüne yok. Mustafa Kandıralı’dan sonra tabii ki. Evet ondan sonra çünkü Kandıralı artık uluslararası bir isim. Ve Trakya havasından taşmış... Yurtdışında birçok ciddi albümde çalışmış bir üstad. Ödemişli Mehmet ise bayrağı devralmaya aday bir isim; hem de bileğinin hakkıyla.
Sen, ben bizim oğlan usûlü sazende yarenleriyle bir araya gelmiş ve on iki parça seslendirmişler. Albümün adını da Avare koymuşlar. Evet, o ünlü Hind filminin müziği de var albümde. Roman Çiftetellisi’nin, Harmandalı’nın, Kütahya’nın Pınarları’nın, İzmir Tulumu’nun yanında. Albümde de geçen bir ikazı aktarmalıyım: Siz siz olun, çiftetelliyi göbek atma havası sanmayın. Albümde bu yanlış kanı da bir güzel tedavi ediliyor; hem de itinayla.
Klarnetin demirbaşı
Bu arada, anmadan geçmeyelim: Hani bir zamanların Balık Ayhan’ı ve kendi adıyla anılan ekibi vardı ya. O tarz bir yorum değil bu albüm. Hem yorum evresinde biraz daha derlenip toparlanmaya, tertiplenmeye gayret edilmiş, hem de o ağır roman havasından sıyrılınmaya çalışılmış. Enver İbrahim ile Mustafa Kandıralı’nın birlikte kotardıkları işler kadar “yukarıda” değil bu albüm. Kabul ama bunun da ayrı bir tadı var. Balık Ayhan ile Kandıralı arası bir yer, bir hava, bir kıvam.
Ama istikbal vadediyor.
Son sözüm şu olsun Avare’yle ilgili: Benim halk müziğiyle irtibatım klasiklerle sınırlıdır. Muharrem Ertaş, Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Erkan Ocaklı gibi demirbaşlarla. Fakat Ödemişli Mehmet’in Avare’si, bu sayısı önceden sınırlanmış demirbaşların arasında kendisine bir yer açmaya aday gibi duruyor.
Şimdilik.
Tavsiye Et