Çeviri: Hatice Boynukalın Şenkardeşler
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bağdat’a yaptığı ziyaretin birden fazla anlam ve mesaj içerdiği muhakkak. George W. Bush yönetimi, işgalin başlangıcı olan 9 Nisan 2003 tarihi itibarıyla, bölge haritalarının yeniden çizilmesinin zamanının geldiğini ve bölge ülkeleri ve halklarına yönelik yeni gündemin oluşmasında Washington’ın tek söz sahibi olduğunu düşünmüştü. Bugün ise söz konusu düşüncenin büyük değişime uğradığı, bölgesel ve uluslararası bir atmosferin hâkim olmaya başladığı ortada. Dolayısıyla bu ziyaretin ABD’nin Irak’ı işgalinin altıncı yıldönümüne denk gelmesi asla bir tesadüf değil.
Hegemonik, vahşi ve emperyalist projenin suya düştüğünü ve artık geçmişte kaldığını tekrar hatırlatmamıza gerek yok! Ancak bu projenin bıraktığı miras, halen birçoklarının canını acıtıyor. Irak’ın, onun da ötesinde Arapların bölünmesine, yangınlara ve facialara yol açmakla kalmayan bu miras, diğer yandan bölgesel büyük güçleri bölge sorunları ve geleceği konusunda çok daha aktif ve merkezî roller üstlenme konusunda tahrik etti. ABD’nin yeni Başkanı Barack Obama’nın, ülkesinin geçmişteki yaklaşımlarını değişikliğe uğratan Tahran’a vaat ettiği “özel konum” bunun bir örneği. Bu rollerin bir diğerini ise Ankara, hiç kimsenin muvafakatini beklemeksizin oyunun içerisine kendisini “zorla” dâhil ederek üstlendi.
Ya da en iyi ihtimalle bu ülke, bölgenin tamamını ve uluslararası karar merkezlerini, kimseyi tehdit etmediği ve hiç kimsenin de rolünü çalmayı hedeflemediği konusunda ikna ederek bu işe kalkıştı. Aslında Türkiye kendisini, (Kürt dosyasının Ankara için öncelikli konular arasında geldiği unutulmaksızın) bölgede kimsenin çıkarlarını tehlikeye düşürmeyecek, aynı zamanda Ortadoğu’nun istikrarlı bir güç dengesine kavuşmasını düşleyenler için de “nezih” bir arabulucu olabilecek büyük bir bölgesel güç olarak sunmayı başardı.
Türkiye’nin bu iyi düşünülmüş, üzerinde çalışılmış, kârlı siyasi manevrasının hedefleri üzerinde durmak gerek. Obama’nın ABD’nin 2010 yılı sonlarında Irak’tan tamamıyla çekileceğini açıklaması, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin aralarında Arapların da bulunduğu bölgesel güç ve aktörlerle yürüttüğü gizli çalışma ve anlaşmaların yanı sıra Irak’ta halen kanlı sürecin devam etmesi ve istikrarın henüz ufukta görünmemesi, ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında bir fikir veriyor. Türkiye bu tablodan, İran’dan sonra ikinci, belki de birinci derecede kârlı çıkan ülke olarak Irak ziyareti ile başarısını daha da pekiştirmiş oluyor.
Otuz yılı aşkın bir süreden sonra ilk kez Bağdat’a resmî bir ziyaret için gelen Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu gezisi, vakit geçirmek ya da ülkeyi gezmek amacı taşımıyor. Abdullah Gül’ün ülkesinde Mart ayı sonunda yerel seçimlerin yapılacağını da hatırlatalım. Seçim sonuçları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP’nin halk nezdindeki popülaritesini gösterecek. Yine sonuçlar, bu partinin bizzat taraf olduğu ve bölgeyi ilgilendiren bazı dramatik olayların, AKP’nin güçlü konumunu muhafaza etmesine katkı sağlayıp sağlamadığı konusunda bir fikir verecek. Bunların başında meşhur “Davos olayı” geliyor. Bu seçimler, Davos’un ardından T.C. Başbakanı’nı Osmanlı geçmişine özlem duymak ve antisemitizmle suçlamaya kadar varan teşhir, kınama (hatta tehdit) kampanyalarının başarıya ulaşıp ulaşmadığını da ortaya çıkaracak.
Hal böyleyken Cumhurbaşkanı Gül aslında Harun Reşîd’in başkentine gelmek suretiyle şöyle demiş oluyor: “Türkiye bölgesel rolünden istifa etmiyor. ABD askerlerinin çekilmesini izleyen yeni dönemin ortaya çıkaracağı tabloyu bilmek istiyor ve kendisini Irak’ın geleceği konusunda söz sahibi bir merci olarak görüyor.” Ayrıca Tahran’a vaat edilen “özel konum”un bir kısmının Irak’ı da kapsadığına yönelik işaretlerin gölgesi de (ki Perslerin yılbaşı olarak kutladığı Nevruz’un gelişi dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti yönetimi ve halkına Obama tarafından gönderilen tebrik mesajı bunun en açık göstergesiydi) ortada duruyor. Dolayısıyla Ankara, Irak’ın içinde bulunduğu geçici dönem sonrası çeşitli ihtimallerin öne çıktığı bir süreçte, ortaya çıkacak muazzam boşluğu hiç kimsenin doldurmasına izin vermeyeceğe benziyor.
-“Tüm bu gelişmeler meydana gelirken Araplar nerede?” mi dediniz?
-Allah hepsine rahmet eylesin...
Tavsiye Et
Pakistan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Ana muhalefet partisi Pakistan Müslüman Ligi [PML(N)]’nin, -iktidardaki Pakistan Halk Partisi (PPP)’nin genel başkan yardımcısı da olan- Başbakan Yusuf Rıza Gilani ile 22 Mart’taki görüşme esnasında sergilediği hükümet ile işbirliği yapmaya istekli duruşu ve destek verme önerisi, Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari tarafından memnuniyetle karşılandı. Cumhurbaşkanı Zerdari’nin, Başbakan Gilani ile 23 Mart’ta düzenledikleri toplantıda, çatışmacı politikaları terk etme davetinde bulunması, iki parti -PPP ve PML(N)- arasındaki güvenin yeniden tesis edilmesine katkıda bulunacaktır.
Ancak bu tavrı içtenlikle selamlanan Zerdari’nin eylemleri ile sözlerinin örtüşmesini sağlaması ve ülkenin siyasi manzarasına normallik getirebilecek kesin tedbirler almasının gerektiği de unutulmamalıdır. Aksi halde muhalefetin hükümete destek vermesini ve karşılıklı bir arada var olma atmosferi içinde yaşamayı ümit etmek, hüsnü kuruntudan başka bir şey olmayacaktır.
Aynı zamanda, PML(N)’nin lideri Navaz Şerif’in partisinin 23 Mart’ta Genel Kurul toplantısında, PPP’nin öncülük edeceği bir girişim ile işbirliği yapma önerisini yinelemesi, Demokrasi Şartı’nın* uygulanmasını gündeme getirdi. Söz konusu Şart’ın hayata geçirilmesi, Pakistan’ın siyasi sistemi ve kurumlarını kesinlikle iyileştirecektir. Bu da Şerif’in, partisinin yürüttüğü siyasetin ve uzlaşmaya yönelik hareketlerinin, ulusal meselelerin çözülmesini hedeflediği yönündeki sıklıkla tekrarladığı ifadeleri ile aynı çizgidedir. O yüzden de, Demokrasi Şartı’nın uygulanması, daha fazla ertelenmeden metin ve ruh olarak ele alınmalıdır.
Cumhurbaşkanı Zerdari, her ne kadar bu konudaki endişelerini Başbakan Gilani ile 23 Mart’taki görüşmesinde ifade ettiyse de, iki parti arasında mutabakata varılan Demokrasi Şartı ve Muree Deklarasyonu** gibi belgelerin içerdiği koşullar çerçevesinde pratik adımlar atmalıdır. Diğer yandan anayasal gereklilik olarak da, Pakistan’ın güçlü bir parlamenter demokrasiye sahip olması da zorunludur ki, Cumhurbaşkanı Zerdari de defalarca bu görüşü dile getirmiştir. Zerdari’nin 28 Mart’ta parlamentonun ortak oturumuna katılıp bir konuşma yapacak olması, şüphesiz olumlu bir gelişmedir. Pakistan parlamentosu hakkı olan statüsüne yeniden kavuşmalı ve (darbe yaparak iktidara el koyan eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref’in 2003’te geçirttiği anayasa değişikliklerini içeren) 17. Düzenleme de feshedilmelidir. Parlamenter bir sistem altında cumhurbaşkanı sadece anayasal bir rol oynarken, yürütme yetkileri başbakana bırakılır.
Bu şartlar altında, Pencap eyaleti hâlâ, Yüksek Mahkeme’nin 25 Şubat’ta Pencap eyalet hükümetinin başbakanı ve Navaz Şerif’in kardeşi olan Şahbaz Şerif’in görevinden alınmasına hükmetmesinin ardından Cumhurbaşkanı Zerdari’nin atadığı vali tarafından yönetilmektedir. Ve bu durum, değiştirilmediği takdirde, PPP ile PML(N)’nin ilişkilerinin üzerine karanlık bir gölge düşürmeye devam edecektir. Yüksek Mahkeme’nin kararını gözden geçirmesi ve Pencap parlamentosunda çoğunluğa sahip partinin federal hükümeti kuracağı sözünün yerine getirilmesi, akabinde de Pencap’taki valinin yönetimine son verilmesinin vakti artık gelmiştir.
Pakistan’da genel seçimler yapılıp yeni hükümetin kurulması ve Asıf Ali Zerdari’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, kamuoyu hâlâ politikacıların aslında çok uzun zaman önce çözülmesi gereken sorunlar üzerinde çatıştıklarını görmeye devam ediyor. Fakat şu an itibarıyla gelinen aşamada Pakistan, PPP-PML(N) ilişkilerinin ne yazık ki adeta simgesi haline gelen bir başka siyasi kargaşa ya da kavga gösterisinin üzerinden kolay kolay gelebilecek halde değil.
* Demokrasi Şartı, PML(N) lideri Navaz Şerif ile 27 Aralık 2007’de Ravalpindi şehrinde suikasta uğrayarak hayatını kaybeden PPP lideri ve Pakistan’ın eski başbakanı Benazir Butto arasında bir uzlaşma belgesidir. 14 Mayıs 2006’da İngiltere’nin başkenti Londra’da imzalanan Şart, 1999’da darbeyle iktidara gelen General Pervez Müşerref’in askerî yönetimini sona erdirmek amacıyla, ülkenin önde gelen iki partisi arasında ittifak kurulmasını hedefliyordu.
** PML(N) lideri Navaz Şerif ile PPP eş-lideri ve Benazir Butto’nun eşi Asıf Ali Zerdari, 9 Mart 2008’de Pencap, Muree’de düzenledikleri ortak basın toplantısında, iki parti arasında bir koalisyon hükümeti kurulmasında anlaştılar ve Muree Deklarasyonu adı verilen ortak bir bildirge yayınladılar. Deklarasyon’a göre Müşerref’in görevinden uzaklaştırdığı yüksek yargı mensupları, yeni hükümet tarafından görevlerine iade edilecekti. Yüksek Mahkeme’nin geçtiğimiz Şubat’ta Şerif kardeşlerin seçimlere katılmasını yasaklaması, ülkedeki gerilimi arttırdıysa da PML(N)’nin avukatlarla birlikte başkent İslamabad’a yürüyüşe geçmesi, hükümet ve Zerdari’ye geri adım attırdı. Yargıçlar 21 Mart’ta görevlerine yeniden başladılar.
Tavsiye Et