Kitap
Kürt Meselesi Nasıl Çözülmez?
Mümtaz’er Türköne, Hüseyin Yayman İstanbul: Birey Yayıncılık, 2009
Türkiye bir zamanlar konuşulamayan konuların yüksek sesle konuşulmaya başlandığı yeni bir döneme girdi. Yılların birikmiş meseleleri birer birer masaya geliyor ve söz konusu meseleler en ince ayrıntılarına kadar konuşuluyor. Milli birlik ve beraberlik projesi olarak adlandırılan sürecin belirgin ilk kazanımlarından biri, belki de bu çok sesli ortam. Ne var ki gerek sürecin kendisinden gerekse oluşmuş olan çok sesli ortamdan rahatsızlık duyan kesimlerin varlığı da inkâr edilemez bir gerçek. Güçlü direnç mekanizmalarının sınamasına tabi olan bu sürecin başarı ile işletilmesi pek çok faktöre bağlı görünüyor. Bu faktörlerin başında da düşünce insanlarının, gerek eleştirileri gerekse önerileri ile sürece yapacakları katkı geliyor.
Gelinen noktada entelektüel ahlakın gereklerini bir kenara bırakmadan süreci okumaya çalışan düşünce insanlarının, giderek genişleyen bir ittifakla ortaya çıktıkları gözlerden kaçmıyor. Çeşitli mecralarda yayınlanan makale ve köşe yazıları ile ciddi bir külliyata imza atan bu insanların hatırı sayılır bir etkinliğe ulaştıkları ortada.
Mümtaz’er Türköne ve Hüseyin Yayman yukarıda bahsi geçen türde düşünce insanlarından yalnızca ikisi. Türkiye’nin meselelerine dair kafa yoran Türköne ve Yayman, aynı zamanda Kürt meselesi olarak adlandırılan sorun alanına ilişkin yaptıkları çarpıcı tespitlerle tanınan iki isim. Çeşitli mecralarda yayınlanan yazıları ve makaleleri ile süreci değerlendiren bu iki isim, soğukkanlı ve yapıcı üsluplarıyla da dikkat çekiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Kürt Meselesi Nasıl Çözülmez? adlı çalışma Mümtaz’er Türköne ve Hüseyin Yayman’ın tecrübe ettiğimiz sürece dair yazılardan oluşan bir derleme. Birey Yayınları tarafından gerçekleştirilen bu derleme, içinden geçtiğimiz ve bazen toz duman altında kalan gündemi anlamamıza yardımcı olacak ciddi analizleri bünyesinde barındırıyor.
Tavsiye Et
Ahmet Nedim Serinsu İstanbul: Şule Yayınları, 2009
İnsanoğlunun yeryüzündeki en büyük mücadelelerinden birisi hiç şüphesiz ki anlam arayışıdır. Kendi varlığına, yaşadığı dünyaya, âleme ve hayata sürekli olarak anlam verme çabası içerisindedir âdemoğlu. Bu arayış insanoğlunu yeryüzündeki diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. Öyle ki insanın, anlamın peşinde çıktığı yolculuğun, dünya üzerindeki yaşantısını belirleyen en temel dinamik olduğunu söylemek abartılı olmaz. Zira insanoğlu hayatı ve evreni anlamlandırdığı şekilde dünyayı inşa eder. Peki, bu anlam arayışında insana rehberlik edecek olan nedir?
İnsanoğlunun anlama ilişkin çabası ve bu çerçevede ihtiyaç duyduğu rehberlik söz konusu olduğunda Kur’ân-ı Kerim hiç şüphesiz ki eşsiz bir yere ve öneme sahiptir. Ancak Kur’ân’ın insanoğlunun arayışına cevap verebilmesi için salt bir metin olarak okunması yeterli değildir. Hayata nüfuz edebilmesi ve bunu mümkün kılacak bir perspektiften okunması gereklidir.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Kur’an Nedir? adlı çalışma işte böylesi bir perspektiften hareketle kaleme alınmış. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun kaleme aldığı çalışma, Kur’ân’ı insan hayatını anlamlandıran ilâhî cevap olarak tanımlıyor. Serinsu, Kur’ân’ın kendisini “hidayet rehberi” olarak tanımladığını belirtiyor ve onun insan modelinin nasıl olacağını gösterdiğini, insan-hayat-tabiat-evren bütünlüğünün gerçekleştirilmesi için kurallar koyduğunu ifade ediyor. Bu çerçevede eserde, insanın anlam arayışının seyri, bir kitap olarak Kur’ân’ın anlamı, vahiy kavramı, ayet-vahiy ilişkisi, sûre kavramı ve Kur’ân isimleri ele alınıyor.
Tavsiye Et
Editörler: Kemal İnat, Muhittin Ataman, Burhanettin Duran İstanbul: Küre Yayınları, 2009
Dış politikada açılımlar, atılımlar birbiri ardına geliyor. Dün düşman olarak gördüğümüz ülkeler, bugün en yakın müttefiklerimiz hatta dost ve kardeş ülkeler haline geliyorlar. Buna bağlı olarak yalnızca dış politika algımız değil, tüm dünya tasavvurumuz değişiyor, gelişiyor. Türkiye kendisi dışındaki dünyanın farkına vardıkça, dış dünyaya gösterdiği ilgi ve alaka da giderek artıyor. Bu alakanın en dolaysız sonucu ise kendisi dışında var olan dünyaya dair bilgisini arttırma ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor.
Bilgi ihtiyacının en somut olarak kendisini gösterdiği bölgelerden biri, Ortadoğu coğrafyası. Son yıllara dek yeterince tanımadığımız, birtakım kalıp yargılar dışında aslında hakkında çok az şey bildiğimiz bir bölge Ortadoğu. Ne var ki son yıllarda ortaya konan güçlü iradeyle dış politikada başlayan yeni dönem, birtakım şeylerin değişmekte olduğunu gösteriyor. Değişimin en belirgin olarak kendisini hissettirdiği nokta ise toplumlar arası ilişkiler olarak beliriyor ve toplumların birbirlerini daha yakından tanımaya dönük ihtiyaçları gözle görülür bir hal alıyor.
Bu çerçevede 2005 yılında başlayan bir çalışma, önemli bir boşluğu doldurmaya talip oluyor. Ortadoğu Yıllığı adıyla 2005 yılında ilk defa okuyucu ile buluşan çalışmanın son cildi, Ortadoğu Yıllığı 2008 başlığı ile yayınlandı. Küre Yayınları’ndan çıkan ve editörlüğünü Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Burhanettin Duran’ın üstlendiği çalışma “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya son verme” düsturu ile hayata geçirilmiş. Proje sahipleri bu yıllıkla, son yıllarda yakın ilişki içerisine girdiğimiz Ortadoğu ülkeleri hakkında geriye dönük olarak inceleme ve araştırma yapacak olanlara yönelik bilgi ağırlıklı bir veri tabanı oluşturma fikrinden hareketle yola çıkmışlar.
2008 yıllığında dış politikamızın önemli gelişmeler kaydettiği İran konusu ayrıntılı bir biçimde incelenmiş. Diğer Ortadoğu ülkelerinin 2008 yılı içerisinde tecrübe ettiği gelişmeler de ele alınmış.
Uzun soluklu olarak tasarlanan projenin, alanında önemli bir eksikliği gidereceğinden kuşku yok.
Tavsiye Et
Türkiye Türkçesinde Atasözleri
İstanbul: Kapı Yayınları, 2009 Atasözleri, toplumların kültür birikiminin ve bu birikimin deltasındaki kimliklerinin köklerine işaret eden göstergelerdendir.
Tarihin derinliğinden süzülüp bugüne gelebilmiş her kültür aracı gibi atasözleri de biriktikleri deltanın sözlü kültürünü, halk edebiyatını ve sosyal durumunu hem şekillendirmeye hem de temsil etmeye devam etmekte. Ne var ki sözlü kültüre ait her araç gibi atasözleri de zaman içerisinde kaybolma ve tahrif tehlikesiyle birlikte varlığını sürdürmekte. Geçtiğimiz yılın ortalarında Kapı Yayınları tarafından yayınlanan Nurettin Albayrak imzalı Türkiye Türkçesinde Atasözleri, bu motivasyonla hazırlanmış en yeni kaynaklardan birisi. Türkiye Türkçesinde kullanılan atasözleri üzerine derli toplu ve kapsamlı bir çalışma iddiasıyla hazırlanan sözlük, 18.838 atasözünü iki kapak arasına alan bin küsur sayfalık hacimli bir rehber.
Albayrak’ın kendi ifadesiyle “... kültürün bu ögeleri uzun bir süreçte, toplumun kabullenmesi sonucunda var olur ve varlığını devam ettirir. Sözlü halk kültürü içinde varlığını devam ettiren atasözleri de deneme-yanılma yöntemiyle ve halkın yüzyıllar süren hayat deneyimleri sonucu ortaya çıktığından, diğer sözlü halk kültürü ürünlerine göre belki daha uzun bir süreçte oluşmuş ve oluştuktan sonra da yüzyıllar boyu halk hayatının hemen her safhasında varlığını devam ettirmiştir.”
Eser, atasözlerinin dil ve üslup özelliklerinden kelime kadrosuna, söz sanatlarından biçim özelliklerine; Sav’dan Darb-ı Mesel’e, Darb-ı Mesel’den Atasözü’ne;Orhun Yazıtları’ndan Divân-ı Lügati’t-Türk’e ve Divan edebiyatına kadar olan süreçte atasözlerinin yazılı metinlerdeki yeri ve önemine dair kırk iki sayfalık bir önsöz de barındırıyor. Yaklaşık otuz yıllık bir çalışmanın ürünü olan sözlük her okur-yazarın başucunda bulundurmak isteyeceği kapsamlı bir güncel kaynak.
Tavsiye Et
Giritli Aziz Ali Efendi İstanbul: Antik Yayınları, 2009
18. yüzyıl...
Şüphe, bunalım, arayış çağı...
Osmanlı topraklarını, hususen İstanbul’u kuşatan Avrupa menşeli cedidin önündeki tüm engeller yıkılmış; cedid en sonunda gül bahçesinin içine girmiştir. Bağban şaşkındır; zira cedid farklılığı, farklılık da şüpheyi beraberinde getirmiştir; şüphe de bunalımı... Bunalımı aşmanın tek yolu aramaktır. En azından, ustaları çözümün arayışta olduğunu söylemiştir bağbana. Bir tarafta kendi birikimi vardır, kadim; diğer tarafta cedid. Bilir a, yapması gereken cedidi kadimden türetmektir.
Bu tanıtım yazısının kendisine konu edindiği Muhayyelât da, bu arayışın bir eseridir. Müellifi ise Girit-Kandiye doğumlu Aziz Ali Efendi...
Muhayyelât ana-anlatılar (üç hayal) ile alt-anlatıları (kıssalar) birbirine bağlayan yapı (üst-kurgu) ve üçüncü tekil şahıs ya da birinci tekil şahıs ifadeleri gibi cedide ait öğeleri kadime ait masal dünyası kurallarından hareketle yeniden üretmesi itibarıyla modern anlatının başlangıcında önemli bir yere sahiptir. Bu konumu sebebiyle Tanzimat’tan itibaren ya masal edebiyatının bir örneği olarak görülüp Binbir Gündüz ve Binbir Gece gibi masallarla benzerlikleri üzerinde durulmuş ya da farklılıklarına vurgu yapılarak modern anlatıya ait öğeler açısından değerlendirilmiştir.
Hakkında birbirinden farklı onlarca hüküm verilen bu eserin, yayın dünyasındaki yolculuğu ise kaleme alındıktan elli küsur yıl sonra 1852’de başladı. Ahmet Kabaklı’nın 1973’te yayınlanan sadeleştirmesini 1999’da Recep Duymaz (Arma Yayınları) ve Hüseyin Alacatlı’nın (Akçağ Yayınları) yaptığı neşirler takip etti. 2000’lerde bu baskılara farklı yayınevlerinden çıkan sadeleştirmeler eklendi. Selahattin Hacıoğlu’nun yayına hazırladığı sadeleştirme de son halkası... Üstelik Antik Türk Klasikleri başlığıyla...
Kalabalık senfoniden anlamaz; sesini duyurmak isteyen nara atmalı... / Semih Atiş
Tavsiye Et
Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi Ağustos 2009, Sayı 4
Bir ölümün acısını aynı kareye düşen bir doğum haberiyle hafifletmek gibi biraz buruk bir havada tanıştık Ayraç’la. Eleştiri geleneğine sahip olup olmadığımızın dahi sıkça tartışıldığı bir ortamda, edebî ve siyasi tercih gözetmeden 12 yıldır donmuş kalıplara ve klişe tanımlamalara karşı mesafeli yaklaşımıyla dergiler arasında hatırı sayılır bir yere oturan Virgül’ü dergi yayıncılığının “ince hastalık”ı “ekonomik sebepler ve dağıtım sorunları”na kurban verirken, onunla sadece 2-3 sayı kesişebilen Ayraç’la tanıştık: “Ne devasa bir iddiamız var ne de boşluğu doldurmak arzusundayız, okuyor ve düşünüyor ve paylaşmak istiyoruz sadece.”
E-dergi olarak kabuk değiştiren KitapHaber’i, sene başına düşen sayı miktarı 1’e inen Edebiyat ve Eleştiri’yide bu minvalde anabiliriz.
Ayraç yeni sayısıyla okurlarına bir güzellik de yapıyor: Dergilerin henüz “kınalı yapıncak” muamelesi görmediği 1970’lerde, “Yeni bir sanat anlayışının kavgasını vermek” şiarıyla adrenalin salgılayan, şimdilerde ise kurucuları Murat Belge, İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’na “Hey gidi günler hey!” yahut “Nereden nereye!” dedirtmesi muhtemel Halkın Dostları dergisinin 1.sayısını hediye ediyor.
Feridun Andaç’ın “Yazıdan Yoruma” başlıklı köşesiyle Ayraç’ta yer alması da derginin bir diğer sürprizi.
Diğer yazılara gelince, Şahin Tosun Cemal Kafadar’ın kitabı Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken’i incelemiş. Abdullah Y. Altun, “Tevfik Fikret ve İsmet Özel Üzerine Bir Karşılaştırma”yapmış. Ali Utku, Ahmet İnam’ın Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü Üstüne eserinin çevirisinin girişine yazdığı “Türkiye’de Bir Nietzsche’den Devşirilebilecekler Üstüne” başlıklı metnini Felsefiyat köşesine taşımış ve İnam’ın Nietzsche’den kalkmak yerine, kültürümüzün sorunlarından Nietzsche’ye gitmeye çalıştığını öne süren ilginç bir yazı kaleme almış.
Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu, Ferit Edgü’nün Kaçkınlar’ı, Alfred Döblin’in Berlin-Aleksander Meydanı, Faruki’nin Bilginin İslamileştirilmesi, Dücane Cündioğlu’nun Hz. İnsan, İbrahim Tüzer’in İsmet Özel-Şiire Damıtılmış Hayat, Cafer Turaç’ın Sessiz Redifler, Ebubekir Eroğlu’nun Muğlak Ölçekli Harita, Osman Toprak’ın Dil ve İmkân, Fernando Savater’in Oğluma Ahlak Üstüne Öğütler başlıklı eserleri kitap incelemeleri arasında yer bulmuş. Ayrıca Ataol Behramoğlu ile Halkın Dostları üstüne söyleşi gerçekleştirilmiş.
Dergi Sezai Karakoç’u, Munch’ı, dünya edebiyatını, dramatik ve müzikli anlatımda hız ve ritmi konu edinen diğer değerlendirme konuları ve kitap tanıtımlarıyla son bulmuş. (www.ayracdergi.com) / Nermin Tenekeci
Tavsiye Et