Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2006) > Müzik
Müzik
Yaver, Şu Sevdiğim Şarkıyı Çal

Atatürk’le Bir Tren Yolculuğu
Yapım: STR Prodüksiyon, 2005


Yâ Rab! Ne eksilir deryâ-yı izzetinden
Peymâne-i vücûda zehr-âb katmasaydın

Hafız Yaşar’ın okuduğu yukarıdaki gazeli Gazi Mustafa Kemal Paşa pek beğenir ve meclislerinde sık sık okuturdu. Nitekim bu gazel, kaderin ilginç bir cilvesi olarak Atatürk’ün siroz hastalığıyla boğuştuğu son demlerini yıllar öncesinden tasvir ediyordu. Atatürk’ün Türk musikisine olan yakın alâkası iyi bilinir. Gençlik döneminde musiki dersleri aldığını, huzurundaki musiki meclislerinde icraya eşlik ettiğini hatta bazen tek başına okuduğunu, meşk eden hanende ve sazendeleri icra ve güfte yorum özellikleri konusunda uyardığını, bu meclislerine iştirak eden müdavimlerden öğreniyoruz. Atatürk’ün Türk musikisine olan büyük sevgisinin, radyolarda çalına çalına dillere pelesenk olan on beş kadar şarkıyla sınırlı olmadığını göstermeyi amaçlayan bu albüm, yapımcı Osmantan Erkır’ın Ankara’daki Demiryolu Müzesi’nde yer alan Atatürk’ün yurt gezilerinde dinlediği şarkıların taş plaklarını gün ışığına çıkarmasının bereketli bir mahsulü. 65 kadar plaktan albüme girecek şarkıları belirleyen Cemal Ünlü ise, aynı zamanda Atatürk’ün Türk musikisiyle ilgili görüşlerini anlatan albüm kitapçığını hazırlamış ve bu hususta esas olarak Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti Şefi Hafız Yaşar (Okur) Bey ile yine aynı heyette neyzenlik görevini yapmış olan Burhanettin Ökte’nin hatıralarına başvurmuş. Albümde Hafız Yaşar’dan, Kanunî Nubar Efendi’ye, Hasan Âli Yücel’in güftesi ve bestesi kendine ait Suzinak makamındaki şarkısından Giriftzen Asım Bey’in Rast Peşrevi’ne kadar uzanan seçkin bir icracı, bestekâr ve eser hazinesiyle karşı karşıyayız.
Türkiye’deki Batıcı Kemalist kadronun, kendi ‘proje’lerine hizmet etmek üzere sunduğu Atatürk portresinin ne kadar ‘kurgu’ ve sahte olduğunu göstermek bakımından bu türlü belge nitelikli çalışmalar büyük önem taşıyor. Nitekim Türk musikisi geleneğinin yaşayan en büyük üstatlarından biri olan Yavuz Özüstün’le bir sohbetimiz esnasında Yavuz Bey, Atatürk’ün öyle zannedildiği gibi Türk musikisine düşman olmadığını, bilâkis pek meraklı olduğunu söyleyerek şunları anlatmıştı: “Bakın size ilginç bir şey anlatayım. Ben bunu Alâeddin Yavaşca’dan dinledim, o da Şerif İçli’den naklen anlattı. Biliyorsunuz, Atatürk’ün Riyaset-i Cumhur Saz Heyeti var. Bir gün Şerif İçli’nin de mensubu bulunduğu bu heyet Atatürk’ün huzurunda saz musikisi icra ediyorlar. Atatürk ‘Rifat Bey’in Muhayyer makamındaki şarkısını geçelim’ diyor, Şerif Bey ‘Hangisi efendim?’ diye soruyor. Atatürk: ‘Gözden cemâlin çün ırağ oldu’. Şerif Bey, ‘Efendim, o eseri bilmiyoruz’ diyor. Atatürk celâlleniyor, ‘Nasıl bilmezsiniz?’ diye. Sonra Atatürk kendisi okuyor eseri, Şerif Bey orada notaya alıyor. Yani o eseri Türk musikisi repertuarına kazandıran Atatürk’tür. Sonra Saadeddin Kaynak bestelediği bazı ilâhîleri Atatürk’e takdim ediyor, Atatürk notanın arkasına Arapça olarak ayet-i kerimeler yazıyor. Bakınız, Atatürkçü geçinenlerin çoğu bilmiyorlar, tanımıyorlar Atatürk’ü. Kendi çarpık muhayyilelerini boca ediyorlar ve ona hakikaten ciddi manada haksızlık ediyorlar.”
Sunulan ‘kurgu’ Atatürk portresinin temellerinin İsmet İnönü dönemine rastladığını vurgulayan Özüstün, sanatta, ilimde ve kültürde kendi köklerimizden kopuşun son evresi olarak bu dönemi gösteriyor: “Bizim maziyle alâkalı hasletlerimizin terk edilip tamamen Avrupa’nın birikimine tâbi olduğumuz devirdir, İsmet Paşa dönemi. Hazret, hayatında bir kez olsun tanburu eline almamıştır, ama viyolonselle resim çektirmiştir!” Kısacası yakın tarih üzerine üretilen resmî söylemin dökonstrüksiyonunun (yapısöküm) yapılıp, tarihe ilişkin çoklu bir okumanın mümkün kılınması gerekir. Böyle bir okuma için de, tarihî değer taşıyan her türlü bilgi ve belgenin önümüzde bulunması icap eder. Aksi takdirde ‘gerçek’ önümüzde hiçbir zaman açılmaz ve biz birilerinin dümen suyunda seyretmeye devam ederiz. Bu ise yalnızca ‘millete yabancı’ çevrelerin menfaatine hizmet eder; hakikate değil. / Cihat Arınç


 


Tavsiye Et
Aman Doktor

Candan Erçetin
Yapım: Dünya Müzik, 2005

Candan Erçetin, Türk pop müziği geleneği içerisinde 90’lardan sonra kendini gösteren simalar arasında belki de en dikkate değer olanı. Bunda Erçetin’in bir müzik öğretmeni olmasının ve ilgilerinin çeşitliliğinin etkisi olduğu düşünülebilir. Albümde, Türk ve Yunan kültürlerinde ortak olarak yer alan bazı şarkılar çift-dilli (Türkçe ve Yunanca) olarak seslendiriliyor. Başarılı bir düzenlemeyle ortaya konulan Aman Doktor, Saba makamında bir İstanbul türküsü olan “Bir Dalda İki Kiraz”dan “İndim Havuz Başına”ya kadar uzanan ‘melez’ bir albüm…/ Cihat Arınç

 


Tavsiye Et
Sanat Yolculukları

Cevad Memduh Altar
İstanbul: Pan Yayıncılık, 2006
Cevad Memduh Altar, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Atatürk’ün Türkiye’de uyguladığı devrimlerin kültür ayağını yöneten simalardan biri. Müzik tarihçisi, müzikolog ve sanat felsefecisi olan Altar’ın, Cumhuriyet’in ilk yıllarında müzik alanında yürütülen siyasette büyük etkisi var. 1927 yılında Almanya’daki Leipzig Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan sonra Türkiye’ye dönerek burada çeşitli okullarda kendi alanında dersler veren Altar, Ankara Devlet Konservatuarı’nın kuruluşunda da etkin rol oynadı. Yurtiçi ve dışında çeşitli ödüllere lâyık görülen yazarın dört ciltlik Opera Tarihi adlı kitabının yanı sıra; Bach, Beethoven, Mozart, Chopin ve Türk bestecileri hakkında -bir kısmı Sanat Yolculukları içerisinde yer alan- incelemeleri bulunuyor. Altar da tıpkı dönemin diğer Batıcı elitleri gibi, çağdaş Türk’ün evrensel kimliğini “köhne saray müziği” diye nitelenen klasik musikimizin değil, “saf kalmayı başardığı” varsayılan halk müziğimizin Batı müziğiyle harmanlanmasından doğacak yepyeni bir çoksesli müziğin yansıtacağını düşünüyordu. Fakat -kendisi de bir Batıcı olan Adnan Saygun’un deyişiyle- “bunun pratikteki imkânsızlığı” hiç hesaba katılmıyordu. Saygun, halk müziğimiz ile Avrupa halklarının müziklerinin yapılarının birbiriyle örtüşmediğini, dolayısıyla onların armonileme sistemlerinin bizim müziğimize uyarlanmasının imkân dışılığını vurguluyor ve müzikte yenilenmenin yolunun halk müziğimiz içinde yeni bir armonileme sistemini kurmaktan geçtiğini söylüyordu. Bu dönemde müzik politikaları o kadar şiddetli uygulandı ki, nihayet 2 Kasım 1934’te Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın yayımladığı bir genelgeyle radyo programlarında “alaturka musikinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp tekniğiyle bestelenmiş musiki parçalarımızın Garp tekniğini bilen sanatkârlar tarafından çalınması” kararı yürürlüğe konuldu. 1936’ya kadar devam eden bu yasağın Atatürk’ün isteği dahilinde uygulanmadığı; Şükrü Kaya’nın Vedat Nedim Tör’ün de kışkırtmasıyla işgüzarlık ederek böyle bir yasak koyduğu; geri adım atmaktan hoşlanmayan ve o günlerin devrimci ortamında bu işe ses çıkartmayan Atatürk’ün sonradan pişmanlık duyduğu ise kabul gören bir kanaat. Destekleyici bir misal vermek icap ederse, Vasfi Rıza Zobu yasağın hâlâ geçerli olduğu dönemde bir akşam Gazi’nin sofrasındayken onun talebi üzerine bir Türk musikisi eseri okur ve bitirince Atatürk şöyle der: “Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar. Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara (Batılılara) da dinletmek çaresi bulunsun. ‘Türk’ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batılı milletlerin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim’ demedim. Yanlış anladılar sözlerimi, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lâfını edemez oldum.”/ Cihat Arınç

 


Tavsiye Et