Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2006) > Müzik
Müzik
Music of Whirling Dervishes

Mevlevî Müziği

Hazırlayan: R. Hakan Talu
Yapım: Oz Production, 2006


A yiğit, gökyüzünü bile al ayağının altına
Ve dinle göğün üstünden gelen nağmeleri
Vesveseler pamuğunu kulağından çıkar ki
Gökyüzünden coşkunluklar gelsin kulağına

Mevlâna hazretleri, yukarıdaki mısralarda semaı böyle tarif ediyor: Gökyüzünden kulağa coşkun nağmeler getiren bir seremoni (Mesnevî, trc. Gölpınarlı, c. 2, b. 1940-41). Sema, tasavvuftaki kıyamî (ayakta yapılan) zikir formlarından biridir -ki onun dışında kuudî (oturarak yapılan) ve nadiren cünubî (yatarak yapılan) zikir formları da gelenek içinde tatbik edilmiştir. Hepsi de kaynağını Kitap’tan alır (3:191). ‘Dinlemek’ anlamını içeren bu terim, Hakk’ın ilk hitabını (bezm-i elest) yeniden işitip vecde gelerek âlemler gibi “çarh urmanın” (çark etmenin) zaman içerisinde belli bir koreografi kazanmış hâlini temsil maksadıyla kullanılır. Mevlevîlik içinde doğmamışsa bile, bu gelenek içinde geliştiği reddolunamaz. Ayin-i şerif okunurken, yani Mevlevî mukabelesi esnasında icra olunur.
Mevlevî sema töreni, hatt-ı istivâ (hayalî bir çizgi) ile maddî âlemi-nüzûl’ü (iniş, düşüş) ve manevî âlemi-urûc’u (yükseliş) temsil eden iki yarım daireye bölünmüş bir meydanda icra edilir. Recitativo (konuşur gibi) tarzda okunan Rast makamındaki naat ile başlar, İsrafil’in üfleyeceği Sûr’u ve her şeye can veren nefesi simgeleyen Rast makamında bir ney taksimiyle devam eder. Akabinde 28 zamanlı devrikebir usulünde ve okunacak ayinin makamında bestelenmiş olan peşrev çalınır. Ardından maddî âlemden manevî âleme yükselişi remzeden Devr-i Veledî (Sultan Veled Devri) gerçekleşir. Sonra cenaze namazı misali dört selâmdan oluşan bölüme geçilir.
Dört Selâm’ın her birinin de apayrı usulleri ve sırları vardır. Dört Selâm’dan sonra bir Aşr-ı Şerif olarak muhakkak surette Kur’an-ı Kerim’den “Doğu da Allah’ındır, Batı da. Hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın vechi oradadır. Allah Vâsî’dir, Alim’dir.” mealindeki ayet okunur (2:115). Son olarak postnişin ‘el-Fatiha!’ der ve müteakiben semazenbaşı tarafından Mevlevî gülbankı okunur. Son fatiha ile beraber postnişin “Hû diyelim!” diye nida eder ve hem semazenler hem de mutrip (saz heyeti) hep birlikte ‘Hû!’ derler. Böylelikle ayin biter, postnişin semazenler ve mutrip ile ayrı ayrı selâmlaşır ve semahane yine şeyh postuna selâm verilerek huzur, huşû ve sükûnet içinde terk edilir.
R. Hakan Talu’nun hazırladığı bu kitaplı CD’de Buhurîzade Mustafa Itrî’nin bestelediği Rast makamındaki naat ve ney taksimlerinin dışında Ferahfeza (Hammamîzade İsmail Dede Efendi), Acembuselik (Abdülbaki Nâsır Dede) ve Beyati (Derviş Mustafa) ayinlerden parçalar solo ve koro hâlinde icra edilmiş. /Cihat Arınç


Tavsiye Et
Zekâi Dede Suzidil Mevlevî Ayini

Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu
Yapım: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006


Ney değil neyzen değil nâyı nâlân eyleyen
Aşkıdır Molla-yı Rûm’un nâyı nâlân eyleyen

1868 yılında Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Osman Selâhaddin Dede’ye intisap ederek Mevlevî olan Zekâi Dede, bu tarihten sonra ayin bestelemeye başlar. Onun Suzidil makamındaki bu ayini, katbekat semavata doğru yükselişi simgeleyen bir ses yapısına sahiptir. Sesler yükselirken bir noktada biraz alçalır ve tekrar yükselmeye başlar. Kanaatimce bu eserin melodik yapısı urûc’u anlatmaya pek muvafık düşer. Öyle ki, Mevlâna’nın ayinin İkinci Selâm’ındaki eşsiz sözleriyle “Geh çerh-i zenân hemçün felegem / Geh pâl-i zenân hemçün melegem (Bazen felek gibi döner / Bazen melek gibi kanat çırparım)” şeklinde ifade ettiği hâli, Zekâi Dede melodik olarak mükemmelen aksettirmiştir. Onu diğer bestekârlardan ayırıp ustalar sınıfına koyan da budur. Sözlü ve enstrümantal iki albümden oluşan bu albüm, muhakkak surette arşivlerde bulunması gereken bir şaheser. /Cihat Arınç


Tavsiye Et
Ayrılık Çeşmesi Bir Neyzenin Yolculuğu

Kudsi Erguner
İstanbul: İletişim Yayınları, 2002

Ayrılık Çeşmesi: Bir Neyzenin Yolculuğu, Kudsi Erguner’in sanat hayatı boyunca şahit olduğu geniş bir vakıalar dizisini çocukluk devresinden itibaren panoramik bir şekilde okuyucuya sunduğu bir hatırat kitabı. Kitabın “Konya’daki Mevlevî Ayinleri” başlıklı bölümünde Erguner, CHP’nin 1950’lere kadar sürdürdüğü “faşist yaptırımlar”dan söz ediyor ve Demokrat Parti’yle beraber ortaya çıkan on yıllık kısa ‘gevşeme’ (!) döneminin Mevlevî ayinlerinin yeniden başlamasına vesile olduğunu belirtiyor. Tertip edilen ilk ayinin İstanbul’daki bütün tasavvuf çevrelerini heyecana boğduğunu, ancak ayine kimlerin hangi kıyafetle katılacağının bir sorun teşkil ettiğini ifade ediyor. Erguner’in anlattıklarına bakılırsa, Cemal Gürsel, generaller, ihtilâlci subaylar önünde beyaz tennurelerle gerçekleştirilen “ilk ayin” gerilimli geçer. Posteki Şeyhi Resuhi Baykara’nın, semahaneye edepsizce girip flâş patlatan gazetecileri öfkeyle kollarından tuttuğu gibi yaka paça meydan-ı şerifin dışına atmasıyla kıyamet kopar ve bütün dervişler palaspandıras İstanbul’a kaçırılır. Dahası, İstanbul’dan gelen dervişlerin, Konya Valisi’nin “Bu bir gösteridir, eğer birinizin Allah dediğini görür veya hissedersem derhal iptal ederim!” ikazına rağmen gösteri değil “sahici ayin” yaptıklarının ortaya çıkması infial uyandırır!
Kitabın en büyük zaafı, yapılan kimi yanlışlıklardan bahsederken probleme odaklanmak yerine, şahıslar üzerine aşırı derecede yoğunlaşması. Hatta bazı yerlerde şahıslar üzerine yapılan yorumlar, tahammül sınırlarını aşan pervasızlıklarla dolup taşıyor. Kitapta en sorunsuz karakter olarak kendisinden bahsedilen merhum müzikolog ve ud virtüözü Cinuçen Tanrıkorur hakkında bile “(Mevlevî müziğini dünyaya sunmak için çıktığımız yurtdışı gezilerinde beraber olduğumuz Cinuçen) Tanrıkorur’un -iyi bir udî ve müzisyen olmasına rağmen- Mevlâna’yla ve genelde tasavvufla pek ilgisi yoktu” (s. 105) cinsinden bir cümle sarf edilmesi, herhâlde benim arif okurlarımın diğer şahıslar hakkında ne gibi lâfazanlıklarda bulunulduğunu tahmin etmelerine kâfi gelir! Velev ki söylenenler hakikat olsun, Mehmed Akif’in “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” mısrasının ardına sığınılarak ‘odunsu’ lâflar etmek, sanatkâr zarafeti ile telifi mümkün olmayan bir hâldir. Erguner, her ne kadar kitabın başında “neyimle hikâye ettiklerimi bugün dilimin döndüğü kadar sözlerle anlatmaya çalıştım, her ne kadar sürç-i lisan ettimse affola” (s. 17) dese de, okuyucunun bunca “dil sürçmesi”ni affetmesi kolay görünmüyor. Yine de üslûptaki aşırılıklara tahammül gösterilerek okunması gereken değerli bir kitap. Bilhassa yakın tarihteki din düşmanlığının boyutlarının ve bugün hâşâ tarikı Mevlevî namına meydanı istilâ eden ‘soytarılık’ların kökenlerini kavrayabilmek için… /Cihat Arınç


Tavsiye Et