Azerbaycan Basını
Çeviri: Sami Rıfat
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Dağlık Karabağ problemi çözülmeden Ermenistan ile sınırın açılmayacağını açıkladı. Peki, bu konuya son nokta koyulabilir mi? Asla. Ankara, sınırının açılması için Ermenistan’a yıllardır üç şart ileri sürmekteydi: 1) “Soykırım” iddiasının dünyada kabulü girişimlerinden sakınmalı, 2) Türkiye’ye karşı toprak iddiasından vazgeçmeli, 3) İşgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmeli. Son günlerde Türk dışişlerinin internet sayfasını ziyaret edenler, üçüncü şartın ortadan kalktığını müşahede edebilirler.
Türkiye’deki mevcut iktidara yakın Zaman gazetesi, diplomatik kaynaklara dayanarak Ankara ile Erivan arasındaki görüşmelerde elde edilen mutabakattan bahsetti. Görüşmelerde Erivan ile nihai antlaşmada Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanıyacağı ve Ankara’nın isteği ile “soykırım”ı araştıracak ortak bir Tarihçiler Komisyonu’nun kurulacağı hususunda mutabakat sağlanmış. Erivan’ın teklifi ile söz konusu Tarihçiler Komisyonu, Hükümetlerarası Komisyon’un içinde faaliyet gösterecek. Geriye bir tek işgal edilen Azerbaycan toprakları meselesi kalıyor. Türkiye ile Ermenistan arasındaki anlaşmada yalnız Dağlık Karabağ ihtilafının kısa zamanda çözülmesinin öneminin vurgulandığı belirtiliyor. Vesselam.
Demek ki, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ali Babacan birkaç hafta önce “Ermenistan ile görüşmelerde büyük mesafe kat ettik” derken, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün tanınması ve ortak bir Tarihçiler Komisyonu’nun kurulması hususunu kastetmekteymiş.
Ankara, Azerbaycan’ın işgal altında bulunan topraklarını bir faktör olarak öne çıkarsa da, Erivan ile temaslarını sürdürmek düşüncesinde. Çünkü Ankara görüşmelerde, iki konuda istediğini aldı. Erivan’dan bundan ötesini beklemek abes. Ermenistan iktidarı, Ankara ile Dağlık Karabağ ihtilafının çözüm detaylarını müzakere edecek değil. Ankara işgal altındaki topraklar şartından geri adım atmasaydı, Erivan görüşmelerden imtina edecekti.
Peki, Ankara olayların bu yönde gelişmesine hazır mıydı? Bence değildi. Ankara iki yıldır Erivan ile temas halindeyken ve bundan dolayı Batı’nın desteğini almışken, görüşmelerin aniden kesilmesi Ermenistan’ın çıkarına olamaz. Ortada AB ile yakınlaşma ve ABD ile ilişkileri geliştirme perspektifi var. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dağlık Karabağ sorununun 2009’da çözüme kavuşacağına inandığını ifade etti. Başka bir deyişle Ankara, önümüzdeki yılı beklemeden Ermenistan ile problemlerini bu yıl içinde halletmek istiyor. Zira Ankara, Dağlık Karabağ probleminin çözümü için, meseleden doğrudan sorumlu olan Azerbaycan iktidarını bir 16 yıl daha bekleyecek değil.
Bu arada, Türkiye’ye de baskılar arttı. AB’den Uluslararası Kriz Grubu’na kadar değişik örgütler, Türkiye’den Ermenistan sınırının açılmasını talep ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da yakın bir dönemde Ankara’ya ikinci bir ziyaret gerçekleştirmeye hazırlanıyor.
ABD Başkanı Barack Obama’nın 24 Nisan konuşmasında “soykırım” kelimesini kullanmasa da, Türkiye Ermenistan sınırını açmadığı takdirde, Beyaz Saray’ın sahibi bu konuyu bir sonraki Nisan’a bırakmayacaktır. Obama isterse Kongre’nin “soykırım” tasarısını engellemeyebilir. Bu durumda ABD-Türkiye ilişkileri yeniden gerilecek ve Ankara ile Batı’daki bazı çevreler buna neden olarak Azerbaycan’ı adres göstereceklerdir.
Diyelim ki Ankara, Washington’dan Brüksel’e kadar tüm baskılara direnerek Ermenistan sınırını açmadı. Bu durumda Azerbaycan iktidarı, kardeş ülkeye yönelmiş olan baskıyı onunla paylaşmaya hazır olacak mı? Haber ajansları, Obama’nın Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile telefon görüşmesinde, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasının bölgede barışın sağlanmasına hizmet edeceğini söylediğini bildirdiler. Ancak ajanslarda Obama’nın bu isteği karşısında Aliyev’in ona ne cevap verdiğine dair herhangi bir haber yoktu. Halbuki Azerbaycan yönetimi, “Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması, işgalciyi teşvik edecek” veya “Sınırın açılması Dağlık Karabağ’daki işgali sona erdirmeyecek” tarzındaki düşünceleri dile getiriyor. Sonuç olarak, sınırın açılmaması mukabilinde Ankara’ya yapılan uluslararası baskılar artarken, Bakü’nün gelişmeleri sessizce seyredeceği, Türkiye iktidarının ise bunları kolaylıkla hazmedeceği dönem artık geride kaldı.
Azeri gazeteci Elhan Şahinoğlu, Atlas Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin başkanıdır.
Tavsiye Et
İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
Beyaz Saray’ın geçen sekiz yılda ekonomik, siyasi ve askerî alanlardaki başarısızlıkları ile uluslararası kamuoyunun başta eski Başkan George W. Bush olmak üzere Washington’daki yetkililere duyduğu nefret, “değişim” sloganını kullanan Barack Obama’nın başkanlık yarışında diğer adayları geride bırakmasına neden oldu. Obama, ABD’nin dış siyasetindeki temel meydan okumaların farkında olarak, ulusların ve devletlerin düşüncesini değiştirmek ve onları yeni hükümetin farklı rota izlediğine ikna etmek istiyor.
Obama Nisan’ın ilk haftasında Türkiye’yi ziyaret ederek ABD ile İslam dünyası arasında yeni bir dönemin başladığını iddia etti ve bu ülkenin parlamentosunda şöyle dedi: “Amerika İslam ile savaşmıyor, biz İslam dünyasının ortağıyız ve aramızdaki sorunları aşabilmek için İslam dünyası ile müşterek noktalar bulmak istiyoruz.” Oysa daha 15 ay önce eski Başkan Bush, Kuveyt’teki bir Amerikan üssünde bulunan askerlere yaptığı konuşmada açıkça İslam dünyasıyla ideolojik bir savaş içinde olduklarını söylemişti. Burada birkaç noktanın açılması, Obama’nın iç içe girmiş çok katmanlı sözlerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir:
1) Filistin konusu ve İsrail işgalinin sonra erdirilmesi İslam dünyasının en önemli önceliklerinden olmasına rağmen, Amerikalılar bu hususta olumlu bir adım atmak bir yana Siyonist rejime maddi ve siyasi destek sağlamayı sürdürüyorlar. Her ne kadar Obama selefi gibi hamasi nutuklar ve savaş çığlıkları atmıyorsa da, söylemlerinin aksine eski stratejileri korumaya devam ediyor. Üstelik ABD politikalarında yeni bir plan ya da somut bir tavır değişikliği de görülmüyor. Bu ikili durum, Obama’nın “değişim” söylemini kullanmasının yalnızca Beyaz Saray’ın İslam dünyasındaki menfur görüntüsünü değiştirmeye yönelik bir makyaj olduğu hususunda şüpheye yer bırakmıyor.
Böyle olmasaydı ABD’nin İslam dünyasıyla savaşmadığını gösterecek en basit iş, işgalci Amerikan askerlerinin Irak, Afganistan gibi İslam ülkelerinden çekilmesi ve Siyonist rejime verilen desteğin kesilmesi olurdu. Öte yandan ABD’nin, İslam dünyasındaki en etkin ülkeler arasında yer alan ve bölge dengelerinde önemli bir ağırlığı bulunan İran karşısındaki siyaseti de en küçük bir değişime uğramadı. Nitekim kısa süre önce İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik yaptırımlar yeni hükümet tarafından uzatıldı.
2) ABD’nin İslam ile savaşmadığı söylemi, başta Obama olmak üzere Washington’daki yetkililerin İslam dünyasıyla olan ilişkilerini “terörle mücadele” kapsamında değerlendirmelerinin yanlışlığını anladıklarını ortaya koyuyor.
Amerikalılar 11 Eylül olaylarından sonra terörle mücadele adı altında Afganistan’ı, kitle imha silahlarıyla mücadele bahanesiyle de Irak’ı işgal ettiler ve sürekli İslam’ı terör ve şiddet kaynağı olarak lanse etmeye çalıştılar. Yine benzer şekilde yoğun bir medya propagandasıyla tüm dünyaya İran fobisini yayma gayretindeler. Bu gerçeğin anlaşılması, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin iflası ve ekonomik sorunların su üstüne çıkması, her ne kadar Obama’yı eskisinden farklı bir dil kullanmaya mecbur etse de eldeki göstergeler, ABD’nin karar alma sisteminde ve pratik siyaset alanındaki uygulamalarında bir değişiklik olmadığını gösteriyor.
Düşmanın hileleri ve taktikleri karşısında akıllı olma ilkesi, İslam dünyasındaki liderlerin ve devlet adamlarının “değişim” sloganına kapılmamalarını gerektirir. ABD’nin açgözlü ve zorba siyasetlerinin mahiyetinde herhangi bir gerçek değişim meydana gelmeden, İslam dünyasındaki direniş cephesi kendisini güçlendirmekten geri kalmamalıdır.
3) Son olarak Obama’nın “İslam ile savaşmıyoruz” sözü tek bir açıdan bakıldığında doğru ve tutarlı görünüyor. Obama’nın bahsettiği İslam hangi İslam? Eğer teslim, taviz ve korkaklık İslam’ı ise böylesi İslamcılar, Amerikalılar ve müttefikleri tarafından “Ilımlı İslam” ile ödüllendirilerek, bu ülkelerden “Ilımlı Ülkeler Ekseni” olarak bahsediliyor. Gazze Savaşı’nda bu ülkelerin gerçek yüzü bir kez daha aşikâr oldu. Bu yüzdendir ki Obama Türkiye parlamentosunda konuşur konuşmaz, Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Ebul Geyt konuşmayı olumlu bulduğunu ve Obama’nın sözlerini desteklediğini belirtti.
Acaba Amerikan hükümeti geçmişte olduğu üzere İslam ülkelerini işgal, Siyonist rejimin vahşi ve yırtıcı saldırılarını destekleme ve İran İslam Cumhuriyeti’ne yaptırım ve komplolar düzenleme gibi hususlarda da savaşı terk edecek mi? Terk etmeyeceği kesin. Bu yüzden ister safdillikten isterse entelektüel çaba kisvesi altında olsun ABD’nin isteklerini meşrulaştırmak, düşmanın yalan tuzağına düşmek ve ona esir olmak anlamına gelir.
Tavsiye Et