Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Türkiye Siyaset > KKTC’nin izolasyonuna “OHİ”
Türkiye Siyaset
KKTC’nin izolasyonuna “OHİ”
Muzaffer Şenel
10 ŞUBAT’TA New York’ta başlayan Kıbrıs müzakereleri maratonu 31 Mart’ta Bürgenstock’ta tamamlandı ve nihai şekli verilen Annan Planı 24 Nisan’da adada referanduma sunuldu. Kıbrıslı Rumlar açısından referandum, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türklere tanıdığı siyasi eşitlik ve paylaşılmış egemenlik gibi temel hakları tekrar kabul etmeleri anlamına geliyordu. Planın referanduma sunulması Rum tarafınca Türk diplomasisinin bir zaferi olarak algılandı.
Ankara, 1974’ten sonra ilk kez jeopolitik kaygılarının baskın olmadığı, adada yaşayan insanların isteklerini önceleyen bir plan hazırladı ve New York’taki müzakere süreciyle beraber bu planı yürürlüğe koydu. AB’ye endekslenen ve Annan Planı çerçevesinde oluşan uluslararası ortamın risklerini de göze alarak avantajlarını iyi değerlendiren Türkiye, yıllardır dış politikasında adeta bir kara delik görünümünü alan bir sorunda inisiyatifi eline geçirme fırsatı buldu. Bürgenstock müzakereleri sonucunda ortaya çıkan 5’inci planın, adanın tek sahibi olarak kendilerini gören ve bunu Kıbrıslı Türklerle paylaşmayı reddeden Rumlar tarafından kabulü zor görünüyordu. Bu nedenle sonucu günler öncesinden belli olan referandumda asıl merak edilen Rum tarafında “Ohi” (Hayır) oylarının oranının ne olacağıydı.
Rumların 1963’ten beri verdikleri mücadele, adanın diğer sahibi olan Türklere azınlık hakları vererek adanın tek sahibi olmak yönündeydi. Annan Planı ise, Türk varlığının adanın geleceği hakkında söz sahibi olmasının yolunu açıyordu. Bir devlet içinde iki eşit toplum fikri Rumların yıllardır verdikleri mücadelenin boşa gitmesi anlamına geliyordu. Bu bağlamda GKRY Lideri Tasos Papadopulos’un, “Bir devlet aldım; bir toplum bırakmam” sözünde anlamını bulan Rum görüşü, adayı, ne pahasına olursa olsun, Türklerle paylaşmaya yanaşmadıklarının açık ve net ifadesiydi.
Müzakerelerin sona ermesinden itibaren Rumların hayır diyeceği kesinleşmeye başlayınca GKRY, 24 Nisan sonrasında artması muhtemel uluslararası baskının şiddetini hafifletmek ve KKTC’ye açılması muhtemel kapıları biraz olsun kapatabilmek için “isteklerimiz dikkate alınmadı” söylemi etrafında bir mağduriyet psikolojisi oluşturmaya çalıştı. Bu mağduriyet psikolojisinin yeni tavizler koparma niyetlerinin bir aracı olduğu daha referandum yapılmadan anlaşıldı. GKRY, planda yer almasına rağmen, BM Güvenlik Konseyi’nden anlaşmanın uygulanmasının güvencesini talep etti. Rusya’nın veto ettiği karar çıksaydı, bunun Rum tarafındaki hayır oylarına etkisinin ne ölçüde olacağını kestirmek zor. Fakat genel kanı şu ki, karar çıkmış olsa bile siyasi otoritenin yanı sıra Enosis’in savunucusu Kilisenin “lanetli, şeytan işi, hilkat garibesi ve İncil’e aykırı” olarak nitelediği planın Rum toplumu nezdinde kabul görmesi beklenmiyordu. Yani, Rum tarafı yine de plana hayır diyecekti.
24 Nisan referandumunda Rum tarafından gelen sonuca kimse şaşırmadı. Hayır oylarının %75,8’i bulması, 1974’teki taksimi meşrulaştırmanın yolunu açarken, Rumların 1 Mayıs’ta AB üyesi olmanın verdiği özgüvenle barışı reddetmeleri anlamına geliyor. KKTC’de %64,9’e ulaşan evet oyları Türk kesiminin izolasyona olan tepkisini göstermektedir. Çıkan sonuçlarla Türk kesimi çözümden ve barıştan yana olduğunu ilan ederken, büyük bir psikolojik kazanç da sağlamış durumdadır. Artık bundan böyle inisiyatifi elinde tutan Türk kesimi bu kazancı, düşmanlıkları körüklemeden, siyasi kazanca dönüştürmek zorundadır. Ankara’nın atacağı adımların hayati önem taşıdığı yeni dönem, çok taraflı, çok boyutlu ve dinamik bir diplomasi anlayışını zorunlu kılıyor.
Rumların hayır oyu vermesini güven eksikliğine ve adada bulunan Türk askerine bağlayan Rumlar içinde bulundukları travmanın farkında değiller. Rumlar, 1963-74 döneminde Türklerin yaşadıkları bölgelere hoparlörlerle, “bekledim de gelmedin” şarkısını dinletirken, Temmuz 1974’te “Bir gece ansızın gelebilirim” şarkısını dinlemişlerdi. Gerek müzakere sürecinde ortaya koydukları argümanlarda, gerekse referandum öncesi ve sonrasındaki görüşlerinde bu şarkının Rumlar üzerindeki etkisine şahit olduk. Bu nedenle Rumların hâlâ geçmişin etkisinde kalarak sosyal bir travma yaşadıklarını söyleyebiliriz. Referandum sürecinde yapılan mülâkatlarda Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklerle beraber yaşayabileceklerini; fakat Türkiyeli Türklerle asla yaşayamayacaklarını ve “Türk ordusu dışarı” söylemini adeta toplumca ezberlenmiş bir slogan haline getirdiklerini gösterdiler. Ohi (hayır) tabelalarının altında, “(işgalci) ordu dışarı, göçmenler dışarı” yazıyor olması bunun bir işaretidir. Bu travmayı hafifletmek yine Türkiye’ye düşüyor; Ankara, adadaki asker sayısını AB sürecine bağlantılı olarak kademeli bir şekilde azaltma yoluna gitmelidir.
Referandum sonucu, KKTC’de bugüne kadar yaşanan her sorunun kaynağını izolasyonla ve siyasi tanınmamışlıkla açıklamaya çalışan siyaset devrinin kapanışına da işaret etmektedir. Artık, Rumların hayır demesi durumunda oluşacak yeni tabloda Türk tarafının tekrar bedel ödemek zorunda olmayacağı yönünde açıklamalar yapan uluslararası aktörlerin söylemlerinde ne kadar samimi olduklarının test edileceği bir döneme girmiş bulunmaktayız. AB başta olmak üzere ABD ve diğer devletlerin KKTC’ye uygulanan uçuş yasağı ile Kuzey Kıbrıs liman ve mallarına konan ambargonun hafifletilmesi hususunda ne tür adımlar atacağını hep beraber göreceğiz. Türkiye’ye, tam üyelik görüşmeleri için bir tarih verilip verilmemesinin arifesinde gerçekleşen bu referandumun sonucuna karşı insan hakları ve demokrasi şampiyonu AB’nin takınacağı tavır sadece Türkiye açısından değil; kendi iç dinamikleri ve gelecek perspektifi açısından da hayati önem taşımaktadır. AB, tarihsel korkularının neden olduğu stresin etkisinde mi kalacak, yoksa sağlıklı bir şekilde gelecekteki stratejik tercihlerine göre mi tavır takınacak? Tam üye olan Rumlarla beraber hareket edecek olan Yunanistan ambargoların hafifletilmesi girişimlerine ne tür bir tepki gösterecek? Bu ikilinin tepkisine diğer AB üyeleri nasıl karşılık verecekler? Bu tür soruları çoğaltabiliriz.
Burada AB’nin, sadece KKTC’ye verilmesi önceden kararlaştırılmış olan 259 milyon euroluk yardımın ötesinde ciddi adımlar atması gerekiyor. Unutulmaması gerekir ki; Rum yönetimi tüm ada adına AB’ye başvurmuştu ve bu nedenle AB kurumları içinde onlara verilen sandalyelerde Kıbrıslı Türklerin de hakkı var. Örneğin, Avrupa Parlamentosunda 6 üye ile temsil edilmesi öngörülen Kıbrıs Cumhuriyetinin 2 sandalyesi Türklere ait. Bu nedenle 6 sandalyenin de Rumlar tarafından doldurulmasını engellemek gerekiyor; çünkü bu durum, açıkça AB müktesebatına aykırı.
Sonuç olarak, referandum sadece Rum tarafını değil; AB’yi de zor durumda bıraktı. Zira AB, kendi müktesebatının tüm adayı kapsadığını varsaysa bile, Yeşil Hattı artık AB-ABD sınırı olarak görüyor. Bu sınırın keskinliği Türkiye-AB ve AB-ABD ilişkilerini etkileyecektir. Önümüzdeki aylarda AB’nin güvenilirliği ve samimiyeti test edilecektir. Türkiye’nin iyi niyet çabalarına verilecek bir “belki” cevabının bile Türkiye tarafından hayır olarak algılanacağı bir ortamda AB’nin işi zor görünüyor.

Paylaş Tavsiye Et