Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2005) > Dosya > Milliyetçilik ve ırkçılık sarmalında Avrupa
Dosya
Milliyetçilik ve ırkçılık sarmalında Avrupa
Muzaffer Şenel
MİLLİYETÇİLİK-ırkçılık yurduna dönüyor; insan hakları yurdunu arıyor. Aydınlanma sonrasında Avrupa’da doğup tüm dünyaya yayılan milliyetçilik-ırkçılık dalgası son yıllarda Avrupa’da tekrar yükselişe geçti. Deyim yerindeyse 45-50 yıldır uyumakta olan dev uyanmaya başladı. I. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da bir yandan savaş karşıtlığı, diğer yandan milliyetçilik yükseliyordu. Savaş karşıtlığının pasifliği karşısında galip gelen milliyetçi-ırkçı söylem 1939-45 döneminde yaşlı kıta Avrupa’yı “kanlı kıta”ya çevirdi. Bu nedenle 45 sonrası dönemin en önemli söylemi insan hakları oldu. 1948 BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa’da milliyetçi-ırkçı söylemin önünü bir süreliğine kesti.
Milliyetçi-ırkçı söylemin 1945’e kadarki kurbanları Avrupa ana kıtasında Yahudiler, Amerika’da kıtanın yerlileri İnkalar, Mayalar, Kızılderililer ve Afrikalı zenciler ile sömürgeleştirilen toplumlar oldular. “Aşağı ırktan” sayılan İnkaları, Mayaları ve Kızılderilileri büyük ölçüde tarihten silerek onlardan kurtulan Avrupalıların hışmından, Yahudiler göç ederek kaçabildiler. Bugün de, insan hakları kavramı “üstün ırk” kavramında bir gerileme doğurmuş görünmüyor.
1945 sonrası anti-komünizm şeklinde ortaya çıkan milliyetçi-ırkçı söylem komünizmin buharlaşmasıyla anti-İslam’a evrildi. 1990 sonrasında başta Bosna olmak üzere, Ruanda, Burundi, Filistin ve Çeçenistan’da yapılan katliamlara sessiz kalarak ortak olan Avrupa, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde giderek tarihin geri dönüşüyle yüzleşmek durumunda kalacağını fark etmeli. Soğuk Savaş yıllarında “Atlantik Avrupası değil, Avrupalı Avrupa isteriz” diye özetlenen durum şimdi “İslam Avrupası değil, Avrupalı Avrupa isteriz” şeklinde ifadelendiriliyor. Bu nedenle, şu anda Avrupa’dan yükselen seslere baktığımızda durum, hiç de iç açıcı gözükmüyor.
 
Etnik Irkçılıktan Kültürel Irkçılığa
Ari ırkın, dolayısıyla Alman ırkının üstünlüğünü savunan Naziler ve onların diğer Avrupa ülkelerindeki uzantıları, hızlanan küreselleşmenin de etkisiyle taraftar bulmakta zorlanmıyor artık. Avrupa’da 1990’lar boyunca artan milliyetçi-ırkçı dalgayı giderek dikkate almak zorunda kalan insan hakları savunucularının bugün karşılaştığı durum oldukça kritik bir noktaya işaret ediyor. Zira milliyetçi-ırkçı potansiyelin siyasallaştığı ve siyasî arenada sürekli güçlendiği, bir iddia değil vakıadır: Avusturya’da aşırı sağcı Avusturya Özgürlükçüler Partisi’nin 1999 genel seçimlerinde kazandığı başarı, Fransa’da aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen liderliğindeki Milli Cephe’nin yükselen oy oranı, çok-kültürlülüğün merkezi olarak görülen Hollanda’da bir filminde İslam’a hakaret eden yönetmen Theo Van Gogh’un öldürülmesi sonrasında artan ırkçı saldırılar, Belçika’da milliyetçi Flaman Birliği’nin seçimlerde kazandığı başarılar, milliyetçi-ırkçı söylemin hangi oranlarda siyasal taban bulduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bu partilerin ve eylemlerin arka planında ana damar olarak ırkçı ve anti-İslamî bir söylem yer almakta. Irkçıların, ülkelerindeki en büyük tehlike olarak İslam’ı görmeleri önümüzdeki yıllarda Avrupa’nın yeni Yahudilerinin Müslümanlar olacağı anlamına gelebilir. Umarız ki, bu konuda Bosna’daki gibi geç kalınmış olmasın.
Anti-İslam temelinde yükselen milliyetçi-ırkçı söylemler kesinlikle basit, marjinal gruplar ve onların bazı eylemleri ile açıklanamaz. Bugün Avrupa’da, adları geleneksel olarak milliyetçilikle özdeşleşmemiş olsa da, özellikle bazı sağ partilerin söylemleri itibariyle milliyetçi-ırkçı partilerle aynı düzleme gelmesi gelecek açısından korkutucu. Her ne kadar Avrupa Komisyonu, Jörg Haider örneğinde olduğu gibi açıkça ırkçılık yapan siyasî parti ve eğilimlere duyarsız kalmadığını gösterse de, gizli ırkçılığa karşı yeni tedbirler geliştirmek zorunda. Fransa’da iktidarda bulunan Ulusal Halk Hareketi Birliği’nin başkanlığını yürüten Nikolas Sarkozy’nin ve AB Konvansiyonu Başkanlığını yürüten Fransa eski Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing’in söylemleri ırkçılığın yeniden nasıl inşa edildiğini gözler önüne seren örnekler.
Bugün Avrupa Barometre Araştırma Anketleri’nin sonuçlarına göre, her üç Avrupalıdan biri kendini ırkçı olarak tanımlıyor. Ülkeler bazında sırasıyla Belçika(%55), Fransa(%48) ve Avusturya(%42) başı çekiyor. Yaklaşık on bin Neo-Nazi’nin her an eyleme hazır olduğu bilinen ve ırkçı şiddetin yoğun ve sert biçimde kendini gösterdiği Almanya’da bu oran %34 civarında. Geleneksel olarak ırkçı olarak nitelendirilmeyen siyasî parti ve grupların neden ırkçı bir söyleme kaydığı bu tabloya bakarak daha iyi anlaşılabilir.
Avrupa’da milliyetçiliğin anti-İslam karakterine bürünmesi sadece 11 Eylül sonrası artan ABD baskısıyla açıklanamaz. 11 Eylül’le açıklamaya kalkarsak, Bosna’yı nereye koyacağız? Türkiye’nin üyeliğine karşı Avrupa’dan yükselen seslerin özellikle Müslüman kimlik üzerine odaklanması ve tartışmaların bu minvalde yürümesi milliyetçiliğin yeni formlarda nasıl üretildiğini net bir şekilde gösteriyor. Avrupa’da İslam, 11 Eylül ve Türkiye’nin üyelik sürecine girmesiyle görünür olmaya başladı ve bu da İslam’ı hedef haline getirdi. Avrupalıların hoşgörüden ne anladıklarını ülkesinde yaşananları açıklamaya çalışan Hollandalı bir akademisyen şöyle ifade ediyor: “Hoşgörü sandığımız şey, meğer kayıtsızlıkmış.” Zira Hollanda’da nüfus olarak en fazla Surinamlılar olmasına rağmen yabancı denince ilk akla gelen Müslümanlardır. Bu durum tüm Avrupa ülkeleri için geçerlidir. Örneğin Almanya’da en sevilmeyen grubu Müslüman olmaları nedeniyle Türkler oluştururken, Fransa’da Cezayirli ve Faslılar, İngiltere’de Pakistanlılar oluşturuyor.
Irkçılığın, modernite içinde evrilirken, 1990 sonrası dönemde post-modern arayışlar içine girdiğine şahit olmaktayız. Siyasî söylem ve “evrensel değerler” söylemi üzerinden, yeniden üretilen milliyetçiliğe-ırkçılığa karşı aktif bir hareket planı hayata geçirilmek zorundadır. Modern dönemin etnik temelli milliyetçilik-ırkçılık anlayışı yeni dönemde “kültürel” ırkçılığa dönüşmüştür. Diğer bir ifade ile günümüz milliyetçiliği-ırkçılığı kültürel değerleri hedef seçmeye başlamıştır. Üstün değerlere sahip olanlar ve olmayanlar. İşte bütün mesele bu.

Paylaş Tavsiye Et