TEMEL, artık klasikleşen fıkrasında yolda bir muz kabuğu görüp “Eyvah, yine düşeceğim!” der. Fıkra bu ya, aynı yoldan defalarca geçmesine rağmen bir türlü o muz kabuğunu devre dışı bırakacak bir çözümü akledemez. Ve sonuç, her defasında kendisinin şiddetle yere serilmesi şeklinde tecelli eder. Dünyanın en “kudretli” devlet otoritelerinin ve şirket yönetimlerinin müdahil oldukları küresel finansal sistemde tekrarlanan sancıları izlerken insan sevgili Temel’i yâd etmeden geçemiyor. 1970’lerden bu yana hızla genişleyen bir finansal spekülasyon ortamı, bildik neoliberal söylemlerle azaltılan denetimler, sosyo-ekonomik hayatta istikrar ya da refahtan ziyade sınırlı bir finansörler grubunun zenginleşmesini önceleyen mekanizmalar ve ardı arkası gelmeyen finansal krizler… Senaryo hep aynı. Krizlerin görünen tetikleyici sebepleri, coğrafi çıkış noktaları ve yayılım rotaları değişse de alttan alta akıp giden sürekli tarihsel gerçeklikler açısından muazzam bir devamlılık eğilimi söz konusu. Meksika, Arjantin, Brezilya, Doğu Asya, Rusya ve Türkiye’nin (ikiz) krizleri nasıl aynı zincirin halkaları idiyseler, son günlerde ABD kaynaklı olarak patlayıp tüm küresel aktörleri tehdit eden sarsıntı da aynı kaynaktan besleniyor.
Görünen sebep, geçtiğimiz yılın ortalarından bu yana dillerden düşürülmeyen “sub-prime mortgage” vakıası ve bu vesile ile gerek Amerikan gerekse küresel finans ilişkiler ağlarında “too little too late” (çok az ve çok geç) kabilinden keşfedilen kırılganlıklar. Gerçek sebep ise 1970’lerin başlarında Nixon-Kissinger marifetiyle hayata geçirilen ve “dalgalı kur-maksimum finansal liberalizasyon” prensibine dayalı Bretton Woods II sisteminin doğal sınırlarına çoktan ulaşmış olması. Reel ekonomi ile sanal finansal dünya arasındaki makasın neredeyse 1/100 oranında açılmasına ve dünya ekonomisinin yaklaşık %20’sine hükmeden ABD’nin tüm sistemi finansal bir gazinoya çevirerek kendi açıkları için sermaye devşirmesine dayanan sağlıksız yapı artık iyice çatırdıyor. Tasarruf, bütçe ve cari (üçüz) açıkları ile kitlesel tüketim çılgınlığının bedelini doların küresel konumunu kullanarak tüm dünyaya ödetmeye alışan ABD, kendi ekonomisinin artan enflasyon ve işsizlik nedeniyle resesyon korkusu yaşadığı bir dönemde, tartışılmaz küresel liderlik konumunu yitirme gerçeğiyle de yüzleşmek durumunda.
Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve daha bir dizi ülke bir taraftan reel ekonomi temelinde ciddi çekim merkezleri haline gelip önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinin büyüme motorları olmaya hazırlanırken, diğer taraftan ABD’nin gerek kendi içindeki gerekse sisteme enjekte ettiği dış rahatsızlıklarını gözler önüne serip sistemik bir değişimi zorluyorlar. Bu noktada özellikle 1980’lerin başlarından itibaren ideolojik bir tonda dünyaya empoze edilen “Washington uzlaşısı”nın Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere “serbest piyasa ekonomisi” adı altında Anglo-Sakson finansal spekülasyon kültürünü aşıladığını ve bu modelin anavatanında dahi tedavülden kalktığını akılda tutmakta fayda var. Sosyo-ekonomik amaçlı her türlü devlet denetimi ve kontrol mekanizmalarını kötüleyen bu uzlaşı 1990’larda Doğu Asya’daki başarılı kalkınma deneyimlerinin etkisiyle kısmen revize edilip “Post-Washington uzlaşısı” denilen ikinci nesil bir mukaveleye dönüştürüldüyse de artık pansuman değişikliklerin paradigmatik bir çöküşü gizleyemediği ortada.
IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi uluslararası platformları kullanarak dünyaya “güçlü devlet, iyi yönetişim, şeffaflık” gibi konularda ders veren küresel hegemonik güçler kendi evlerinde politika belirleme ve uygulama noktasında muazzam bir acziyete sürüklendiler. Gerek Amerikan gerekse İngiliz merkez bankaları geçtiğimiz aylardan itibaren tüm serbest piyasacı jargonlarına rağmen zorda kalan finansal aktörleri kurtarmak için piyasaya bolca ucuz kredi boca etmekteler. Görüntü, asitmetrik bilgi kirliliği ve panik havası ile iyice dengesi bozulan finansal piyasaların kontrolü ele geçirip, Amerikan Merkez Bankası FED dâhil tüm kurumsal mekanizmaları peşinden felakete sürüklediği yönünde. Aksi halde ABD’de iç siyasette de önemli bir faktör haline gelen durgunluk korkusu ile (enflasyonist etkileri ve zaman alıcı niteliğini bile bile) hızla genişleyici para politikasına sarılma ve bunu acilen devreye sokulan genişleyici maliye politikası ile destekleme tercihlerini anlamak kolay değil.
Ekonomi iyi giderken “ekonomik dengeler gerektirmedikçe faiz indirimi yapmayız” diyen ve akademik geçmişinden beri ak ve kara koyunların piyasa koşullarında belirlendiği rasyonel bir ekonomiyi savunan FED Başkanı Ben Bernanke kriz kokusunu alan finansörlerin baskısı ile rekor hızda bir faiz indirimini onayladı. Hem de bu indirimi 1984’ten bu yana bir defada yapılan en büyük oranda yani 0,75 baz puan oranında yapıp temayüllerin aksine FED’in planlanan toplantısından bir hafta önce açıkladı. Dumanlı havayı seven piyasa kurtlarının buradan çıkardığı sonuç: “Kurumsal ve derin panik.” Dünya ekonomisinin de facto yönetim merkezi FED’in böyle olağanüstü tedbirler almasından sonra yaygın algılama, olağanüstü şartların ve belki de çok büyük bir krizin kapıda olduğu şeklinde yerleşince tüm hesaplar en kötü senaryolar üzerinden yapılır oldu.
Ama başta da söylediğimiz gibi bu durum asla sürpriz değil. Yaşananlar da öyle konjonktürel bir durgunluğun etkileri ya da kriz ortamı ile sınırlı kalmayacak muhtemelen. Tam anlamıyla “sistemik sancılar” ve sarsıntılar olarak bakmak lazım dünya ekonomisinde yaşananlara. Artık her seferinde muz kabuğuna basan “Temel psikozu” ya da küresel finansal sistemde tolere edilen denetim ve şeffaflık eksikliği yüzünden tekrar tekrar yaşanan kriz senaryoları, Çin ve Hindistan başta olmak üzere dünyanın yeni üretim merkezlerinde kabak tadı vermeye başladı. Kimse ABD ekonomisindeki yerleşik dengesizlikleri ya da dünyayı bir gazinoya çeviren çılgın spekülatörleri ilelebet sübvanse etmek istemiyor. İşte bundan dolayıdır ki, literatüre dünya ekonomisinin tedricen ABD ekonomisine birebir bağlılıktan kurtulmaya yöneldiğini vurgulayan “decoupling” gibi terimler girmekte. Bunun yanında son dönemde ortaya çıkan bilgiler, finansal yatırımcılar nezdinde gerek piyasa şeffaflığı gerekse denetim mekanizmalarının yetkinliği sebebiyle güvenilir liman olarak bilinen ABD piyasasının kredibilitesini de görece azaltmış bulunuyor.
Küresel ekonomi politikte sistem çapında değişimlerin ciddi tarihsel kırılma ya da çatışmalar gerektirdiği ve ayrıca dünyadaki başat aktörler arasında derin karşılıklı bağımlılık ilişkileri bulunduğu düşünüldüğünde halihazırdaki sistemin kısa vadede radikal dönüşümler geçirmeyeceği öngörülebilir. Ancak “Washinton ve Post-Washington uzlaşıları” ile finansal liberallik ekseninde temellendirilmiş olan “zamanın ruhu” derinden derine bir değişim sürecine çoktan girmiş bulunuyor. Zaman, zemin ve küresel güç dengeleri müsait olduğunda bunun kurumsal yansımalarının da ortaya çıkması mukadderdir.
Paylaş
Tavsiye Et