Epeydir uyanıktım.
Ama hâlâ aynaya bakmamıştım.
“Neden?” diye sordum kendi kendime.
Yoksa aynaya baktığımda kendi portremi görmekten mi korkuyordum?
Köşe yazarının maymun olarak portresini.
Yani Ali Cengiz Tuğrul olarak bizzat kendimi.
Üç beş fıstığa taklalar atan bir şebek miydim?
Yoksa ona buna homurdanan bir goril mi?
Okurlarım kendimi biraz dev aynasında gördüğümü bilirler.
Gorilsem eğer, kesin King Kong olmalıydım.
Onun bir medya plazanın tepesinde telef olması fikrinden hiçbir zaman hazzetmedim.
Ama yerlilerin kendisini bir tanrı addedip balla börekle beslemelerinin çok hoşuma gittiğini itiraf etmeyeceğim.
Çünkü okurlarımın her şeyin farkında olduğuna adım gibi eminim.
Bu satırları yazmama sebep olan çok değerli bir yazar.
“Kim bu aklı evvel?” diyeceksiniz.
Kendisi bu tabiri asla kabul etmeyecektir.
Bu hassasiyetine olan saygımdan kendisine “aklı ahir” diye hitap etmeyi uygun gördüm.
İsmini vermiyorum.
“Secdesiz namaz kılsanız olmaz mı?” dahiyane teklifinin sahibi.
“Kılsak olmaz mı?” demiyor.
Çünkü ibadetini çakırkeyif yapmaktan hoşlanıyor.
Herkes o aklı ahirin kim olduğunu çok iyi biliyor.
Bu yüzden o dahiyane teklifi hakkında kimse tek bir cevap verme ihtiyacı bile hissetmedi.
İşte o aklı ahir yazar ‘içinde biraz isyan ve serserilik kalmış’ herkese bir kitap okumalarını tavsiye etmiş.
KİTAP
“Köşe yazarlarından bıktım usandım artık.
Homurdanmaları için para ödenen bütün o yazarlardan, diş gıcırdatma rekortmenlerinden daha yorucu bir şey olamaz.
Dergiler, sipariş üzerine öfkelenen yazarlardan geçilmiyor.
Sayfanın sol üst köşesinde fotoğraflarını görüyoruz.
Benim sıram da geldi işte.
Haftada bir tiksinmem, her cuma, cumartesi, pazar yakınmam gerekecek.
Ücretli bir dırdırcı ihtiyar olacağım.”
Önce içinde bu satırların yer aldığı kitabı okuyup, sonra aynaya bakacakmışız.
Bir de sakın alınmayacakmışız.
Yazıda adı geçen kişi ve mesleklerin gerçek kişilerle hiç ilgisi yokmuş.
O maymun sadece ve sadece aynaya bakan kişiymiş.
Ne yalan söyleyeyim.
Ben alındım.
Bunu itiraf edebilirim.
Benim de sol üst köşede bir fotoğrafım var.
Bende tavsiye sahibi gibi, sipariş üzerine öfkeleniyorum.
“Saldır” diyorlar saldırıyorum.
“Dur” diyorlar duruyorum.
Bana da homurdanmam için tonlarca para ödeniyor.
Parayı saymakla da uğraşmıyorum.
Cem Yılmaz’dan öğrendim; makine var, o sayıyor.
Ama sipariş üzerine öfkelendiğime, numaradan horozlandığıma, göz korkutmak için homurdandığıma dair elinizde bir belge var mı?
Yok.
Bunun belgesi olur mu?
Olmayacağını siz de biliyorsunuz.
Kitabın yazarını ben tanımam, o beni hiç tanımaz.
Peki yabancı bir yazar bütün bunları yaptığımı nereden biliyor?
Bizatihi bu satırların kendisi belge değil mi?
Aklı ahir yazar para kazandığı iş ve kendisi ile dalga geçme âlicenaplığını göstererek ne yüce bir şahsiyet olduğunu el aleme vurgulayabilir.
Ama bu iddialar gerçek de olsa benim ağırıma gitti.
SİPARİŞ ÜZERE YAZDIKLARIM
Meşhur Charles Darwin de bir aklıevveldi.
Madem evrim teorisi diye bir kuram kuracaksın, neden insanın atası olarak maymunu seçiyorsun?
Çipil gözlü, basık burunlu, kıllı, aptal suratlı bir hayvandan gelmeyi kabul ettirebilmek eşyanın tabiatına ters bir defa.
Erkekler erkek aslandan, dişiler de dişi kuğulardan evrilmiştir, deseydin ya!
Gör bak o zaman nasıl millet ayıla bayıla evriliyordu bu teoriye.
Bir bilim adamı bu kadar mı öngörüsüz, cahil, donanımsız olur!
Bu işlerin bu kadar basit olduğunu, koskoca biyologsun, idrak edemiyor musun?
İlla her yüzyıla bir Ali Cengiz Tuğrul mu gerekli?
Bir başka aklıevvel de Picasso denen sözde ressamdır.
Karikatür bozması çiziktirdiklerini resim diye millete yutturdu.
İcraatından sonra atölyesine çekilen paşamızın bile eline su dökemez o ressam bozuntusu.
Hayatı boyunca hiçbir değişim göstermeden komünist olarak kaldı.
Hem ceddin deden geçmişte Müslümanlarla sıkı fıkı olacak, hem de ressamım diye ortalıkta dolanacaksın.
Belki kübizme filan yönelip, eciş bücüş resimler yapması işaret ettiğim karanlık geçmişinden kendisine kalan bir mirastır.
Malum, suret yasağı sanatta geri kalmış olmamızın yegâne sebebidir.
Sergisini gezen sokaktan bir kadın bile tavır koymuş, “ayol bunun neresi balık?” demiş.
Neymiş, “bu bir balık değil hanımefendi, resim” demişmiş de bir afra, bir tafra.
Madem resim, altına niye balık yazıyorsun.
Yok balıksa, niçin balığa benzetemiyorsun?
İspanya kültür ve sanat camiasına sesleniyorum: Sizi ve bütün dünyayı ressamım diye kandıran bu adamın mirasından tez zamanda kurtulun!
O beş para etmez bodrumumda bedelsiz saklayacağıma size söz veriyorum.
Ya görelilik kuramının mucidine ne diyeceğiz?
Sen onca uğraş didin sonra e=mc2 diye formüle et güzelim teoriyi.
Sadece zamanın değil, her şeyin izafi olduğu hususunda ısrar ediyorum.
Özellikle değerler alanı ve başta ahlak zamandan daha da izafidir.
Bunun böyle olduğunu kabul etmez ve herkese ettiremezsek, bırakın köşe yazarlığını, müsamere yazarı bile olamayız.
Şöhretli bir maymun sayılamazsak, paraları makine ile sayamayız.
Bu yüzden çekinmeden söylüyorum:
O teorem e = mc3 olmalı idi.
Çünkü zaman konusunda insan düşündüğünde, aklı dumura uğrar.
İnsanın aklının başka hangi durumlarda dumura uğradığını beraberce düşünelim.
Benim köşe yazılarım okunduğunda, bir de küp gibi sarhoş olunduğunda.
E = mc3 dediğinizde teoremin ne olduğunu bilmeseniz de, insanın aklı başından gitmiyor mu?
Daha ne istiyorsunuz, yani fiziği de ben mi öğreteceğim size?
BİZDEKİ AKLIEVVELLER
Bu aklıevvellerden bizde de yok mu?
Var, hem de sürüyle!
Adam Süleymaniye diye bir cami yapmış.
Hem bir Hıristiyan aileden devşirilmiş olacaksın, hem de Ayasofya’dan daha yükseğe cami dikeceksin.
Nerede kaldı dinler arası hoşgörü?
Hangi kutsal yazıtta var, yüksek yüksek tepelere cami yapmak?
Haliç’e, Altın Boynuz’a tepeden bakmak?
Ne bu kibir, ne bu gurur!
Selimiye desen, onun da kubbesi yamuk!
Sonra niye illa da kubbe?
Sen koca Mimar Sinan olarak kubbeli cami yaparsan, birileri de gelir “kubbeler miğferimiz” diye şiir yazar, birileri de gelir onu okur.
Böyle bir aklıselimini yitirme hali!
Halbuki kubbeler düz olsa, İstanbul tehlikeli sembollerinden kurtulmuş olurdu.
Görüntü kirliliği de olmazdı.
Camiler kubbesiz olsa, belki ta o zamanlardan namazlar secdesiz kılınırdı.
Diplomasideki aklıevvelleri daha önce yazdığımdan tekrar konu edinmeyeceğim.
ÖZÜR
Bu yazımı kontrol için tekrar okuduğumda iki sipariş konusunda dikkatsiz davrandığımı fark ettim.
Yazdıklarımdan utandım, yerin dibine girdim.
Darwin “sümüklü böcekten geldik” diyorsa da haklıdır.
Einstein sadece “eee!” diyorsa da haklıdır.
Hiç kimsenin uzmanlık alanına müdahale edilmemesi gerektiğini açıkça iddia ediyorum.
Kendileri bu konuda bana para filan da teklif etmemişlerdir.
İftiracıları, iddialarını ispata davet ediyorum.
AYNA AYNA SÖYLE BANA...
Lafı uzatınca hâlâ aynaya bakmadığımı fark ettim.
Tek gözümü kapatıp tek gözümü yarım açarak aynanın karşısına geçtim.
Ortada ne bir şebek, ne bir goril göremedim.
Öbür gözümü açtım, olmadı gözlüklerimi de taktım.
O da ne!
Değil insan sureti, hayvan sureti bile yoktu aynada!
Yüzsüz müyüm, desem kulaklarımın olduğu bir kaide görmem gerekirdi.
Gördüğüm, sağ omzumla sol omzumun dümdüz birleştiğiydi.
Peki ben bu kadar güzel teorileri nasıl buluyordum?
Bu harikulâde yazıları neremden döktürüyordum?
Neyse, diğer uzuvlarım sapasağlamdı.
Bir beşer böyle bir durumda dehşete kapılabilirdi.
Aniden neremden olduğunu bilemediğim bir şimşek çaktı.
Bütün insanlar benim gibi olsa, secdesiz namaz kılınabilirdi.
Üstelik başörtüsü meselesi sonsuza kadar sorun olmaktan çıkabilirdi.
Fen ile uzaktan yakından alakası olmayan kara cahillere laboratuar ortamında başsız kurbağanın uzunca bir süre yaşatılabildiği bilgisini vermek isterim.
SON SÖZ
İnsanın ille de ağzıyla gülmesi gerekmez.
Paylaş
Tavsiye Et