Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
“Yaşlı kurt”tan “soğukkanlı yılan”a Kıbrıs
Muzaffer Şenel
17 NİSAN 2005’te yapılan seçimlerden sonra KKTC’nin yeni cumhurbaşkanı, geçerli oyların %55,6’sını alan Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler lideri Mehmet Ali Talat oldu. Adı Kıbrıs davası ile özdeşleşen Rauf Denktaş’ın katılmadığı seçimleri Talat kolayca kazandı. Uluslararası kamuoyu tarafından yeni Kıbrıs Türk Toplum Lideri olarak kabul edilecek olan Talat’ın izleyeceği siyaset, KKTC’nin geleceğini belirleyecek. Kıbrıs sorunun Annan Planı temelinde bir çözüme kavuşturulması Rumların plana “hayır” demesiyle akamete uğramıştı. Kıbrıslı Türklerin uluslararası tecritten kurtulmak için sarıldıkları Annan Planı’nın önümüzdeki dönemde masaya geleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Müzakerelerin yoğun ve çetin geçeceği kesin. Müzakere sürecinde karşılaşılacak zorlukların ancak soğukkanlılıkla aşılabileceğini belirten Denktaş, Annan Planı müzakere sürecinde Talat’ı çok yakından izlediğini belirterek onun sabırlı ve “yılan gibi soğukkanlı” olduğuna dikkat çekti.
Rum Kesimi Lideri Tasos Papadopulos, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın müzakerelerin başlaması konusunda yaptığı çağrıya haftalardır olumsuz cevap veriyordu. Ancak Papadopulos, göreve gelir gelmez Annan’a çağrıda bulunacağını açıklayan Talat’ın seçilmesinin ardından, yakında müzakerelere yeniden başlanabileceğini belirtti. Müzakere önkoşullarının özenle oluşturulması gerektiğini belirten Rum liderin, Avrupaî bir çözüm için Annan’ın ikna edilerek görüşmelerin başlatılmasını istemesi kayda değer bir gelişme. Bu girişim, Rumların, uluslararası kamuoyuna çözümün önündeki en büyük engel olarak lanse ettikleri Denktaş’ın arenadan çekilmesi karşısında Rum tarafının bir atağı olarak okunmalı. Buna karşı Talat, Kıbrıs sorununa kapsamlı ve sürdürülebilir bir çözümün ancak BM çatısı altında olması gerektiğini vurguladı. Diğer taraftan Papadopulos’un öne sürdüğü Avrupaî çözümün Kıbrıslı Türkleri ortaklık ve eşitlik haklarından mahrum etmeyi ve onları tarihten silmeyi amaçladığını belirten Talat, söz konusu çözüm önerisinin, aslında çözümsüzlük olduğunu vurguladı.
Talat’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi Kıbrıslı Türklerin çözüm yönündeki istek ve kararlılıklarını gösteriyor. Fakat bu iyi niyet hem Rum kesiminden gerekli karşılığı, hem de uluslararası kamuoyundan yeterli desteği bulamıyor. Uluslararası kamuoyu Annan Planı’nı kabul eden Kıbrıslı Türklere yönelik tecridin kaldırılması noktasında bugüne kadar sadece, retorikten öteye geçmeyen açıklamalar yaptı. Referandumun üzerinden tam bir yıl geçmesine rağmen, Rum tarafındaki kayıtsızlığı gidermede gerek ABD, gerekse AB ve uluslararası kamuoyunun diğer aktörleri etkisiz kaldılar. Ortada bir sorun varsa, sorun’un ya çözüm tarafında yer alırsınız ya da sorun tarafında. Bugün gelinen noktada ortada kalmak, çözüme değil, çözümsüzlüğe destek vermek anlamına gelir.
 
Uluslararası Toplum ve Kıbrıs
Uluslararası toplum soruna çözüm bulmak istiyorsa, bir an önce harekete geçmeli; öncelikle Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri yerine getirmelidir. Buna paralel olarak Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin ortaya koyduğu çabaların Rum tarafında ve Yunanistan’da karşılık bulması için çaba sarf etmelidir. Bu girişimler yapılmadan başlayacak müzakereler çay-kahve partisi olmaktan öteye geçmeyecektir. Tarih bu konuda bize en iyi yol göstericidir. Çözüme ulaşmak için yapılan toplantıları çay-kahve partileri olarak görenlerin bugün içinde bulundukları trajikomik durumu anlatmaya gerek yok.
1968’de başlayan toplumlararası görüşmelerde sağlanan ilerlemelere kayıtsız kaldıklarını Yunanistan’da yayınlanan To Vima gazetesine itiraf eden Rum liderlerden Glaskof Klerides’i bu itirafı yapmaya iten temel neden, Rumların ve Yunanlıların hâlâ devam eden kayıtsızlığıdır. Klerides, bunun geçmişte 1974 Harekatı’na yol açtığını ifade ediyordu. Bu pişmanlık sözleri, Türklerin çözüm çabalarına Rumların kayıtsız kalmaya devam etmeleri durumunda, Rumların ve Yunanlıların 1974 çözümünü kabul etmek zorunda kalabilecekleri konusunda bir uyarıdır. Yılların deneyimli politikacısı, Türkiye’nin inisiyatif alarak uyguladığı siyasetle yavaş yavaş KKTC’yi tanıtmayı başarabileceğini gördü. Aslında Klerides, Atina ve Rum yönetimine, onlar açısından çözümsüzlüğün bedelini göstermeye çabalıyor.
Öte yandan, Kıbrıslı Türklere verilen sözlerin uygulama aşamasına geçmemesi, KKTC’de Talat’ın öncülüğünü yaptığı çözüm siyasetinin altını oyabilir. Artık uluslararası kamuoyu Lefkoşa’yı ziyaret etme, devlet başkanlığı konutunda kabul etme, parlamentoda konuşturma gibi küçük birkaç jestle çözüm çabalarını hayatta tutamayacağını anlamak ve GKRY ile Yunanistan’a çözümsüzlüğün bedelinin ne olacağını somut bir biçimde göstermek zorunda.
 
Türkiye’nin Tutumu
Türkiye’nin AB’ye üyelik arzusu, Birliğin üyesi Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile olan ilişkilerinde Ankara aleyhine asimetrik bir ilişkiye neden olmakta. 17 Aralık AB Zirvesi kararı bunun en somut örneği. Zirvede, Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin 3 Ekim 2005’te başlaması ve 6 Mart 1995 Gümrük Birliği kararının AB üyesi tüm üyeleri kapsayacak şekilde genişletilmesi kararlaştırılmıştı. Türkiye bu genişlemeyi kabul ederken, muhatabının Brüksel olduğunu ve çözüme kadar GKRY’yi tanımayacağını parafe etti. Oysaki 1995 Gümrük Birliği kararı alınırken buna benzer bir şerh konulmuş olsaydı, Rumlar bugün Türklerin çözüm çabalarına bu denli kayıtsız kalmazdı.
Ankara’nın özellikle son 2 yıldır uyguladığı Kıbrıslı Türklerin önceliklerini dikkate alan dış politikası, söz konusu öncelikler ile jeopolitik ve jeostratejik öncelikler arasında Kıbrıslı Türkler lehine denge kurmayı amaçlıyordu. Bugün gelinen noktada bunun başarıldığını ifade edebiliriz. Çok değil iki-üç yıl öncesine kadar, Kıbrıslı Türkler arasında Türkiye’ye “işgalci” diye karşı çıkan gruplar bugün konuşmalarında “müttefik” ve “anavatan” tabirini kullanmaya özellikle dikkat ediyorlar. Gelinen noktada Ankara’nın Kıbrıs politikasındaki siyasal tutum değişikliğinin önemi yadsınamaz. Yıllardır incelmekte olan Türkiye ile bağlar, son dönemde yavaş yavaş da olsa, tekrar güçleniyor. Zira Kıbrıslı Türkler arasında uluslararası tecridin tek sorumlusu olarak Türkiye görülüyordu. Kıbrıs Türk halkının hassasiyetlerini dikkate alan politikalar sayesinde bu durum değişmeye başladı. Yeni dönemde, “yaşlı kurt” Denktaş’ın deyimiyle, “yılan gibi soğukkanlı” Talat’ın liderliğindeki KKTC’nin atacağı her adım bir karşılık bulmak zorunda. Burada en büyük görev uluslararası toplumun vicdanına düşüyor; ya çözümü kabul edecek ya da kabul ettirecek. Başka çıkar yol yok. Eğer vicdanı varsa tabii ki.

Paylaş Tavsiye Et