Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Ecevit imajının örttüğü Ecevit
Bekir Berat Özipek

FONDA açık mavi bir gökyüzü, beyaz bir güvercin ve koyu mavi gömleği ve kasketiyle gülümseyerek halkı selamlayan bir lider... Ölümünden beri kolektif bir biçimde çizilen Ecevit portresi aşağı yukarı böyle. ‘Karaoğlan’ın böyle hatırlanması isteniyor. Aslında ben de onu böyle hatırlamak isterdim. Keşke bu görüntü, onun da katkısıyla şekillenen yarım asırlık bir siyasi tarihin üstünü örtmek için kullanılan bir “ekran koruyucu” gibi durmasaydı.
Geçmişten günümüze Ecevit’in Türkiye siyasi tarihinde oynadığı rolü gereği gibi değerlendirebilmek için onun liderliğinin ekonomik ve siyasi temellerine bakmak gerek. Çünkü bir liderin siyasetteki asli işlevini, esas olarak hangi rolü oynadığını anlamanın en sağlıklı yolu budur.

Siyasi Tabanıyla Ecevit: ‘Merkez’i O Temsil Etti
Ecevit siyasete ‘merkez’ partisinde başladı; ölümüne dek bu merkez partisiyle aynı misyonun taşıyıcılığını elde etme mücadelesi verdi, yani “solun liderliği”nin mücadelesini. Çünkü Türkiye’de ekonomik ve siyasi anlamda ‘merkez’, İttihat Terakki Cemiyeti-CHP (ya da HP, SODEP, SHP, DSP) siyasi çizgisinde somutlaşan ‘sol’ adıyla temsil edilegelmişti. Kısacası Ecevit yarım asır boyunca (1) sivil bürokrasi ve asker, (2) devletçi sermaye ve (3) eşraftan oluşan bir sınıfsal tabanın üzerine oturan ve bu tabanın ekonomik ve siyasi çıkarlarını temsil eden siyasi gelenek içinde “icra-yı siyaset” etmiştir.
Siyasi kariyerine merkeziyetçi-devletçi bir gelenek içinde başlayıp yine orada son noktayı koyan Ecevit’in ‘halkçı’lığı, onun bu ekonomik ve sosyal tabanda yer almasına engel oluşturmuyordu. CHP’nin kullandığı anlamda değil, halktan yana olmak anlamında bu kavram, onun merkezden yana oluşunu kısmen örterek 1970’li yıllarda Ecevit’e önemli bir katkı sağlamıştı. Yani 1970’li yılların CHP’si, bütün bir İTC-CHP çizgisinin içeriğinden yahut ekonomik ve siyasi çıkarlarından değil, sadece siyasi söyleminden kısa süreli bir ayrılmayı ifade ediyordu.

Siyasi Söylemleriyle Ecevit: “Gözün Aydın Türkiye, Ak Güvercin Geliyor”
1970’lerde de 1990’larda da Ecevit’in ışığının parlayıp söndüğü görüldü. Ama onun hiçbir dönemi 1970’lerdekiyle kıyaslanamazdı. Bürokratik merkeziyetçi bir partinin Ecevit’ini ‘umut’ haline getiren bir söylemdi bu. O yılların bir türküsü şöyle adapte ediliyordu: “O yana dönder [döndür] beni / Bu yana dönder beni / Sağ yanımda Sülo var / Eco’ya dönder beni / Dağları dağlasınlar / Görenler ağlasınlar / Eco’nun mendiliyle / Yaramı bağlasınlar”
Evet, Ecevit’in kasket giyip köylülere hitap ettiği, “toprak işleyenin su kullananın” dediği, Atatürk reformlarını “gardırop devrimciliği” olarak küçümsediği ve içinden geldiği siyasi geleneğin 1946’dan bu yana en yüksek oyu almasını sağladığı doğrudur. Ama bu kadar. İktidara geldiğinde toprak işleyende değil işletende, su kullandıranın insafında
-yani bürokratik merkezin taşradaki temsilcisi ve CHP’nin dayandığı üç sacayağından biri olan büyük toprak sahibinde- kalmayı sürdürmüştür. Siyasi bakımdan da iktidara geldiğinde, o küçümsediği gardırobu kullanmaya devam etmiştir. Yıllar sonra 1999 seçimlerinde de değiştiğine ilişkin işaretler vermiş ve pek çok vaadin yanında, örneğin “inançlara saygılı laiklik”ten yana olduğunu açıklamıştı. Böylece askerî bürokrasi-RP gerilimini sistem içinden gelen bir siyasi aktör olarak aşabileceği ve muhafazakâr kesimlere din alanında bir rahatlama sağlayacağını ima etmişti. Ama yine 1970’li yıllarda olduğu gibi, tercih ettiği söylemin içini dolduracak bir siyasa ortaya koymamış; tersine, 28 Şubat sürecinin sonuçlarından yararlanmayı ve 28 Şubat Kararları’nı uygulamayı içine ‘sindirebilmişti’. Dolayısıyla Ecevit, siyasi çizgisi itibarıyla hiçbir zaman partilerinin dayandığı bürokrasi-sermaye-eşraf tabanının çıkarlarına aykırı bir dönüşüm veya macera peşinde olmamıştır. Bunun bilincinde olan imtiyazlı “eski sınıf” da, onun başındaki kasketin “öteki Türkiye”yi temsil eden gerçek köylülere değil, “tanınmış bir aileden gelen, kolejli bizim çocuklardan Ecevit”e ait olduğunun bilinci içinde ve sınıfsal çıkarlarına halel gelmeyeceğinin gönül rahatlığıyla ona oyunu vermiştir.
Kısacası onun ‘sol’ içinde, örneğin Alman solunda görüldüğü gibi farklı bir siyasi çizgiyi, kopuşu veya dönüşümü ifade eden liderler benzeri bir işlevi hiçbir zaman olmamıştır. Onun “sosyal demokrasi” yerine “demokratik sol” ısrarı da, içini hiçbir zaman dolduramadığı ve dolduramayacağı, daha çok “farklı bir şey” çağrışımı yapmaktan ibaret bir arayış veya söylem olarak kalmıştır. ‘Dolduramayacağı’ derken, onun evrensel sol, sosyal demokrat veya sosyalist geleneğe ilişkin bilgilerinin sınırlılığından söz etmiyorum. O da var elbette; Demirel’in evrensel sağa ilişkin bilgileri ne kadar ise, Ecevit’in sola ilişkin bilgileri de o kadar, belki biraz daha fazlaydı. Ama başka bir sorun, Türkiye’de mevcut olanın evrensel anlamda solla mesafesi dolayısıyla, kendi pozisyonunu belirlemek için ihtiyaç duyduğu kıyaslama nesnesinin eksikliğiydi.
Özgün sayılabilecek bir model önerisi hiç olmadı. Belki anakronik ve nostaljik çağrışımları olan “köy kent” projesi bunun dışında tutulabilir; ancak buna kendisi bile yeterince inanmış görünmüyordu ki, tarihte bu türden hayalleri olan Owen veya Fourier gibi düşünce adamlarından farklı olarak, iktidara sahip olduğunda bile bunu gerçekleştirmek için birkaç “pilot uygulama” dışında ciddi bir çaba harcamadı.
Bu değerlendirmelerin fazlasıyla soğuk, kuru veya duygusuz göründüğü doğrudur; ama bir siyasi liderin temel işlevini sözler, şiirler ve hatta fikirler üzerinden değil, sosyo-ekonomik yapı ve maddi ilişkiler üzerinden değerlendirmeye çalışmak, niteliği gereği biraz ‘ruhsuz’ veya ‘heyecansız’ olacaktır.

Siyaset Tarzıyla Ecevit: Diğer Liderlerle Aynı Kumaştandı
Ecevit’in siyaset yapma biçimine baktığımızda da, tıpkı tabanla ilişkisinde olduğu gibi, söyleme göre daha gerçek bir görüntü almak mümkün olabilecektir. Bu boyutuyla ele alındığında ‘romantik’, ‘nazik’ ve ‘şair’ Ecevit ile Demirel ve Erbakan’ın aslında aynı kuşaktan gelen, birbirlerine şaşılacak ölçüde benzeyen, partileri farklı da olsa siyasi bakımdan benzer bir zihniyeti paylaşan, devletçiliklerinden parti içi otoriter liderlik biçimlerine kadar aynılaşan liderler oldukları görülebilir. Bu bakımdan ‘nazik’ Ecevit, örneğin parti içi muhalefete karşı Devlet Bahçeli’den veya Deniz Baykal’dan daha insaflı sayılmazdı. Bu anlamda onun yönetimindeki DSP de “ne demokratik ne sol ne de parti”ydi.
Ecevit’e veya başka bir lidere irrasyonel bir tutkuyla bağlananların veya bu dünyadan ayrılan herkesi masumiyet mertebesine çıkararak onlarla ilgili can sıkıcı değerlendirmeler yapmayı ayıp sayanların yadırgadığını yapmak, oto-sansüre teslim olmamak zorundayız. Aksi halde aramızdan ayrılan bütün liderlerin sadece sevaplarından söz ederek hatalarını örter, onları Olimpos Dağı’na yükseltir, biz yine aşağıda kalırız. Dahası yaşananlardan gerekli dersleri çıkaramadığımız için de, gelecek kuşakların yanlış örnekler almasına neden oluruz.


Paylaş Tavsiye Et