Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2009) > Kapak > Kürt Açılımı’nda iktidar ve muhalefetin karnesi
Kapak
Kürt Açılımı’nda iktidar ve muhalefetin karnesi
Bekir Berat Özipek
AÇILIM sürecinde siyasi aktörleri mercek altına alacak olursak, şöyle bir görüntü ortaya çıkıyor.
AK Parti: Başbakan Erdoğan, açılımı temellendirdiği tarihî önemdeki konuşmasında, Türk ve Kürt annelerinin acılarını ayırmadan, ikisini birlikte ele alma duyarlılığını gösterdi. Onun böyle bir perspektiften hareket etmesi, çözümün zaruri kıldığı ahlaki, vicdani ve siyasi zeminin mevcut olduğunu, yani çözümün olmazsa olmaz bir koşulunun sağlanmış olduğunu gösteriyor. Ancak AK Parti, bu süreçte kendi içinden gelebilecek riskleri de görmek zorunda.
Birinci risk, CHP ve MHP’nin kendisini çekmek istediği yola girmeye hazır bir yanının olması. Abdullah Öcalan’ın idamı ile ilgili olarak MHP ile girdiği seviyesiz polemik bunun bir kanıtı.
İkinci risk, bunun tam tersi, mutabakatı abartanlara ve çözüm istemeyen siyasi aktörleri mutlaka sürece katmayı veya “Kürt sorununu çözerken bir de Türk sorunu çıkarmamayı” öğütleyenlere kulak vermesi.
Üçüncü risk, AK Parti’nin içindeki İttihatçı zihniyetin taşıyıcısı olan unsurlardan gelebilecek engelleme çabaları. Bugün için suskun görünen bu unsurların, yarın zor zamanlarda “sureti haktan görünerek” açılımı kösteklemeye çalışmaları muhtemeldir.
CHP: Cumhuriyet’le yaşıt olmakla övünen, dolayısıyla Kürt sorununu ortaya çıkaran inkar, asimilasyon, tedip ve tenkillerle, bütün bu süreçte yaşanan acıların siyasi sorumluluğunu en fazla taşıyan parti olarak CHP’nin herhangi bir “açılım” veya “çözüm” için hevesli olmayacağı açıktı ve beklendiği gibi de oldu.
Bunu Deniz Baykal’ın uzlaşmaz tutumuyla açıklamaya çalışmak eksiklik olur. CHP, ayrıcalıklı zümrenin siyasetteki temsilcisi işlevi gören bir parti. Sahip olduğu Kemalist ideoloji de, ayrıcalıklı zümrenin egemen konumunu meşrulaştırmaya yarıyor. Dolayısıyla normalleşmeyi ve bunun sonucu ayrıcalıklar düzeninin tasfiyesini istemiyor.
Ama CHP’ye oy verenler sadece tuzu kuru olanlar değil açılımı destekleyenler de var (SETA anketi, CHP’nin %30’undan fazlasının açılımı desteklediğini söylüyor, ki doğrudur). CHP Politbürosu, şimdilik kendisini bu seslere kulak vermek zorunda hissetmiyor. Herhangi bir demokratik açılımın, bu parti bir
metamorfoz yaşamadıkça, CHP’ye rağmen gerçekleştirileceği öngörülebilir.
MHP: AK Parti ile aşağı yukarı aynı sınıfsal tabana dayanan MHP’nin sorunu ise ideolojisi. Zira milliyetçilik körlük yapar ve gerçeklik algısını zedeleyerek kalıcı duyma bozukluğuna neden olur. Yüksek perdeden atılan sloganların ve söylenen marşların gürültüsü, “Bu kör dövüşü nedendir, neden hep yoksulların çocukları ölüyor, bu kirli savaşın devamından çıkarı olanlar kimler?” gibi hayati soruların duyulmasını engeller. Bugün de böyle oluyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli, ideolojik handikaplarına rağmen, bugüne kadar birçok konuda makul bir siyasi çizgi izlemiş; örneğin MHP’li gençleri Ergenekoncuların malzemesi olmaktan korumuştu. Bugün ise özellikle göç alan illerden oluşan fay hattında vahim sonuçlar doğurabilecek bir dille, “ihanet”, “hıyanet” gibi tehlikeli kavramlarla girişimi sabote etmeye çalışıyor.Bunun MHP’de liderlik beklentisi olanların önünü kesmeye yönelik olduğu yorumunu yapanlar da var. Sebep ne olursa olsun, açılımın, MHP’ye rağmen gerçekleştirileceği öngörülebilir.
DTP: Açılım sürecinde DTP’nin kullandığı dil ve izlediği politika, şu ana kadar yapıcı ve çözüme katkı sağlayıcı bir nitelik taşıyor. AK Parti’nin MHP ile idam polemiğine girmesi üzerine, bu partinin hükümete yönelik olarak gösterdiği sert tepki de anlaşılabilir ve meşru idi. Sürecin başarıya ulaşması bakımından bu partinin kullandığı dil ve izleyeceği tutum kilit bir önem taşıyacak. Ahmet Türk’ün dili, hükümetin ve çözüm için çalışan diğer demokratik güçlerin işlerini kolaylaştırıyor (SETA araştırması, DTP’nin bu süreçte yapıcı bir dil kullandığını düşünenlerin oranının, ülke çapında %35 gibi, bu partinin oy oranının çok üstünde olduğunu gösteriyor).
Ama bu süreçte DTP’den yana kaygı duymak için de hâlâ çok sebep var. Bu partinin içinde, her an süreci sabote etmeye çalışanların ekmeğine yağ süren açıklamalarla açılıma ciddi zararlar verebilecek İttihatçı bir damar da mevcut.
Dolayısıyla DTP’deki demokratik güçlerin, çözüme giden yolda hükümeti yapıcı bir çizgiden eleştirirken, aynı anda parti içindeki “kovboyları” dizginlemeyi başarmaları önemli.
SP: Açılım sürecinde muhalefetin iktidarı daha ileri ve özgürlükçü bir noktadan eleştiremediği, onu çözüme zorlamak yerine kösteklemeye çalıştığı bir ortamda, muhalefetten gelen en yapıcı öneri Numan Kurtulmuş’a aitti. SP lideri, operasyonların durdurulmasını istedi. Gerçi söyleminde terör kavramını tek yönlü kullandığı görülüyordu, diğer söyledikleri de genel geçer doğrular olarak nitelenebilirdi, ama sonuçta bu somut ve önemli öneriyle sürece olumlu katkı yaptı.
TSK: Ortalama bir demokraside askerî bürokrasinin siyasi aktörler arasında yerinin olmadığını ben de biliyorum. Ama her yolu meşru hale getiren bir bahane olarak “Türkiye’ye özgü koşullar” nedeniyle askerler siyasetle bu kadar içli dışlı olduklarına göre, siyasetin karnesini verirken onları dışta bırakmak olmaz.
Askerî bürokrasinin “Bu iş silahla olmaz” noktasına gelmiş göründüğü, -belki de sivil hükümetin ve demokratik unsurların güçlerini artırdıkları bir süreçte, o noktaya gelmek durumunda kaldığı- bir ortamda, son MGK toplantısında askerler “Kürt Açılımı”na belirgin bir itiraz getirmediler. Ancak hemen sonrasında, CHP ve MHP’nin daha militarist bir çizgiden ve “vatan-millet, bayrak, bütünlük” temaları üzerinden yürüttüğü propagandanın ürettiği psikolojik basıncın etkisiyle veya onu fırsat bilerek, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ erken bir “30 Ağustos Mesajı” yayınlayarak üniter devlet, bütünlük ve devletin dilinin Türkçe olması gibi siyasi temalar üzerinden açılıma kırmızı çizgiler çizmeye kalktı.
Özetle, açılım sürecinde zaman zaman, CHP ve MHP gibi partilerin de zemin hazırlayıcı ve kolaylaştırıcı etkileriyle, askerî bürokrasinin üstüne vazife olmayan konulara girip açılım kapsamında atılacak özgürleştirici adımlara engel olmaya çalışması, bir risk olarak karşımızda duruyor. Başbuğ’un son açıklaması üzerine AK Partililerin “Bana değil sana dedi” oyununu oynamaları da (Ahmet Hakan Coşkun güzel tespit etmişti), eski hastalığın devam ettiğini gösteriyor. Ancak bu açıklamanın yine de kayda değer bir etki yapmaması ve diğer “siyasilerin” açıklamalarından çok da ayrı değerlendirilmemesi, açılım konusunda ümitvar olmamızı daha fazla mümkün kılıyor.

Paylaş Tavsiye Et