FİLİSTİNLİ mülteciler 20’nci yüzyılın yalnızca en uzun değil, aynı zamanda sonuçları itibariyle de en yıkıcı işgalinin kurbanları oldular. İlk İsrail işgalinin gerçekleştiği 1948 yılından itibaren Filistinliler arsında, nüfus artışına ve yapılan işgal hareketlerine paralel olarak mülteci durumuna düşen insan sayısı her geçen gün arttı. Sürgünde doğan ikinci ve üçüncü nesil Filistinliler de doğal olarak mülteci konumunda yaşamak zorunda kaldılar. 1948 yılında sayıları 1.441.177 olan tüm Filistinlilerin 804.069’u mülteci konumunda idi. 1995 yılında sırasıyla bu rakamlar 7.689.621’e karşılık 4.645.248 iken, 1998’de 7.788.185’e karşılık 4.942.121 oldu. Bütün bu rakamlar bugün toplam Filistinli nüfusunun %70’nin mülteci konumunda yaşadığını gösteriyor. Bu oran, ABD Mülteciler Komitesi’nin “Dünyadaki her dört mülteciden birisi Filistinlidir” tanımından daha dramatiktir.
Arap-İsrail savaşları, ardından Lübnan’ın İsrail tarafından işgali ve Lübnan İç Savaşı en çok Lübnan’daki mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalan Filistinli mültecileri vurdu. Lübnan’dan gelen Kasım 1999 rakamlarına göre, UNRWA’da (Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Kuruluşu) kayıtlı olan Filistinli mülteci sayısı 373.440’a ulaştı. Bu rakam toplam Lübnan nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturmaktadır. UNRWA’nın 1998 yılı itibariyle verdiği rakamlara göre, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yaşayan toplam Filistinli nüfusun %70-75’i mülteci konumundadır.Tüm olumsuz şartlara rağmen, Filistinliler Orta Doğu’daki en eğitimli Arap nüfustur.
Arap ülkeleri içinde en fazla Filistinli nüfus barındıran ülke ise Ürdün’dür. Ürdün’ün siyasi anlamda yumuşak karnı olan Filistinlilerin toplam nüfus içinde oluşturdukları oran uzun süredir tartışılan bir konudur. Resmi rakamlar Ürdün’de yaşayan Filistinli nüfusun %30’un üzerinde olmadığını söylemekle birlikte, konunun uzmanlarının verdiği rakamlar %50 ila 60’lara kadar çıkmaktadır. Bu oldukça çarpıcı bir rakamdır. Ürdün’de bu kadar yoğun bir Filistinli nüfusun varlığı, Ürdün rejimi için sadece bir belirsizlik kaynağı olarak kalmamakta, aynı zamanda Filistin-İsrail sorununda Ürdün’ün izleyeceği politikayı da belirlemektedir.
Avrupa’da yaşayan Filistinliler konusunda kesin bir rakam vermek zor olmakla birlikte, AB’ye üye ülkelerde en az 150.000 Filistinlinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının %80’nini Lübnanlı Filistinliler oluşturmaktadır. Amerika’da ise en büyük üçüncü Arap toplumunu oluşturan Filistinliler yoğun olarak Chicago’da yaşamaktadırlar. 60.000 ile 100.000 arasında Arap kökenli Amerikalının yaşadığı Chicago’da Arap nüfusun %70’ini Filistinliler oluşturmaktadır. Mülteci Filistinlilerin çoğu yaşamlarını mülteci belgeleri ile sürdürmektedirler; zira 1948 İsrail işgaliyle Filistinliler sadece evlerini ve mallarını kaybetmekle kalmadılar, aynı zamanda vatandaşlıklarını da kaybettiler.
Orta Doğu’da sürekli ve kalıcı bir barışın sağlanması için çözümü şart olan mülteciler meselesi, Filistin-İsrail sorununu oluşturan; “Yerleşimciler, Filistinlilerin self-determinasyon hakkı ve Filistin Devleti’nin kurulması” gibi diğer parçaların her birinin çözümü ile de yakından ilgilidir. Fakat ne yazık ki Filistinlilerin geri dönüş haklarını kullanmaları konusunda gerekli mekanizmalar bugüne kadar sağlanamamıştır. Bugün, Filistinli mülteciler uluslararası hukuki bir korumadan yoksundurlar; uluslararası alanda temsil problemiyle karşı karşıyadırlar ve de sahip olmaları gereken hakları talep edebilecekleri bir uluslararası forum yoktur. Ayrıca, Filistinli mülteciler meselesi, bireysel ve kolektif hakların kullanımı konusunda, dünyada başka örneği bulunmayan, büyük belirsizliklerin yaşandığı bir konudur.
Filistinlilerin geri dönme haklarını hukuki kılan en önemli dayanak noktası BM Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1948’de kabul ettiği 194 No’lu karardır. Kararın 11. paragrafında şu ifadelere yer verilmektedir: “Genel Kurul, mültecilerin kendi iradeleri ile olabilecek en uygun zamanda evlerine dönmeleri ve komşularıyla barış içinde yaşamalarına izin verilmesi gerektiğine; dönmek istemeyenlerin zarar gören veya tamamen yitirilen mülklerinin bedelinin uluslararası hukuk ve adalet çerçevesinde, hükümetler veya sorumlu otoritelerce ödenmesi gerektiğine karar vermiştir”.
Bu karara ve BM’nin mültecilerle ilgili olarak aldığı diğer kararlara rağmen, İsrail 1948’den bu yana her türlü yola başvurarak geri dönüşleri engellemeye çalışmaktadır. İsrail’in resmi tutumuna göre, dönüş hakkı yalnızca döndükleri ülkenin vatandaşı olan mültecilere aittir; Filistinliler ise İsrail vatandaşı değildir. İsrail’in bir diğer iddiası da kararın Güvenlik Konseyi değil Genel Kurul kararı olması nedeniyle bağlayıcı olmayıp yalnızca tavsiye niteliği taşıdığıdır. Ayrıca İsrailli yetkililere göre, kararda ‘haklar’ ya da ‘geri dönüş hakkı’ gibi bir tabir kullanılmamış ve mülteciler tabiri ile spesifik bir milliyet kastedilmemiştir. İsrail’in bir diğer iddiası da, mültecilerin geri dönmesi durumunda İsrail’in Yahudi karakterini kaybedeceğidir. Sadece bu iddia bile, İsrail’in Orta Doğu’da demokratik bir ülke olduğu söyleminin ne kadar uzağında durduğunu açıkça göstermektedir.
Nitekim 2000 yılında taraflar nihâi statü görüşmelerini başlatmak üzere Camp David’de bir araya geldiklerinde İsrail, mültecilerin İsrail’e dönme haklarını hiçbir biçimde kabul etmedi. Amerika’nın önerisiyle geri dönüşte temel prensip olarak, mültecilerin ancak Filistin Devleti’ne ait topraklara dönebileceği şartı benimsendi. Dolayısıyla bu anlaşmaya göre Filistinli mülteciler çok sınırlı bir alana, Batı Şeria, Gazze ve toprak değişimiyle elde edilmiş bölgelere dönüş hakkına sahiptiler. Ancak yaşadıkları ülkeye yerleşim, üçüncü bir ülkede yaşama veya İsrail’e kabulleri ilgili ülkelerin politik tercihlerine bağlı olacaktı. Söz konusu teklifin mültecilerle ilgili en büyük zaafı İsrail’e dönüşün yine İsrail’in inisiyatifine bırakılmış olmasıydı ki İsrail’in istediği de zaten buydu.
Mültecilerin geri dönüşü meselesindeki çözümsüzlük, ancak parçalanmış bir yapının uzağında, bütünleşmiş bir Filistin devletinin kurulması ile aşılabilir. Yerleşim birimleri ile bölünmüş, ekonomik kaynaklardan adil bir biçimde pay alamayan Filistin Devleti’ne mültecilerin geri dönüşü pek çok sosyal ve ekonomik problemi beraberinde getirecektir. Amerikan Başkanı Bush’un “Yol Haritası” olarak adlandırdığı plana göre geçici sınırlara sahip bir Filistin devleti oluşturulsa bile, sınırları sadece Batı Şeria ve Gazze’nin bir bölümü ve Doğu Kudüs’ü kapsayan böylesi dar bir alana tüm mülteci Filistinlilerin geri dönmesi mümkün değildir. Dolayısıyla geri dönüş ile ilgili çözümsüzlük ve Filistin tarafının kaygıları hâlâ devam etmektedir.
Paylaş
Tavsiye Et