YARISI kırmızı beyaz, diğer yarısı mavi beyaz korkuluklarla çevrilmiş Meriç nehrini geçtikten sonra altı yüz yıl boyunca Osmanlı idaresinde kalmış ve İstanbul’dan daha önce Osmanlı olmuş topraklara adım atıyoruz. Sınırın ötesinde görebildiğimiz tek farklılık, okuyamadığımız tabelalar ve yol kenarlarına yerleştirilmiş sembolik kiliseler. Bunun dışında her şey aynı olağanlığı içerisinde devam ediyor.
Balkan Savaşı’na kadar Osmanlı yönetiminde kalan Batı Trakya bölgesi Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe şehirlerinden oluşuyor. Savaş sırasında burada bağımsız bir Türk devleti dahi kurulmuş. Ancak sonrasında önce Bulgaristan’a, ardından da Lozan Anlaşması ile Yunanistan’a bırakılmış. Anlaşma ile Yunanistan ve Türkiye arasında nüfus mübadelesine karar verilmişse de, İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’da yaşayan Türkler bunun dışında tutulmuş. Böylelikle bölgede yaşayan 120 bin Türk yeni bir statü ile tanımlanmış: Yunanistan sınırları içerisinde yaşayan Müslüman azınlık.
Azınlık; dışlayan, yabancılaştıran, ötekileştiren, karşıtlıklar üzerine kurulmuş yargılayıcı ve bölücü bir kavram. İradi seçiminiz olmayan, doğuştan sahip olduğunuz milliyetiniz ya da öyle olduğuna ikna edildiğiniz etnik mensubiyetiniz, sizi bir diğerine göre tanımlıyor ve kaçınılmaz olarak bir hiyerarşiye tâbi tutuyor. Dolayısıyla üzerinde yaşadığınız topraklar, sizinle aynı etnik kökene sahip olmayan kişilerce yönetildiğinde, çoğunluğun karşısında azınlık olarak tanımlanıyorsunuz. Bu topraklar üzerinde ne kadar süredir yaşamakta olduğunuz ve ne kadar o coğrafyanın bir parçası haline geldiğiniz bu bakış açısı için pek bir şey ifade etmiyor.
Bugün Batı Trakya’da azınlık olarak tanımlanan 150 bin Müslüman Türk yaşıyor. Rumların sayısı ise 170 bin civarında. Yunan hükümetinin politikaları buradaki nüfus oranlarını tersine çevirmiş. Rumların Komotini adını verdikleri Gümülcine’nin nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşuyor. Dar sokaklar, küçük camiler, kahvehaneler ve bize aşina insanlar… Gümülcine bizim Anadolu şehirlerinden pek farklı değil. Hemen herkesin Türkiye ile bir bağlantısı var. 60 bin nüfuslu İskeçe’de ise nüfusun sadece 25 binini Türkler oluşturuyor. Burası Gümülcine’ye göre daha büyük ve gelişmiş bir şehir. Batı Trakya’da, nüfusun etnik ve dinî dağılımı sadece şehrin çehresini değil, sanki gelişmişlik düzeyini de belirliyor. Nitekim Türk nüfusa sahip olmayan Kavala’da bu çok daha aşikâr. Yabancılığı ve ötekiliği yaşadığımız Kavala’da bize en aşina gelen şey, şehrin ortasındaki sarnıç ve kale. Müslüman Türklerin yaşadığı bütün şehirlerin ismi değiştirildiği halde, Kavala’nın isminin aynen kalmış olması bizi şaşırtıyor. Bir de Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın heykelini görünce bu jestin sebeb-i hikmeti bizi düşündürmüyor değil.
Batı Trakya’da yaşayan Müslümanların en önemli sorunları arasında eğitim yer alıyor. Eğitim, azınlığın asimilasyonu için başlıca araç olarak kullanılıyor. Lozan ile statüsü belirlenen azınlık okullarında hem Türkçe, hem Yunanca eğitim veriliyor; fakat eğitim oldukça yetersiz. Son birkaç yıla kadar bu okullarda Türkiye’den giden öğretmenler görev yaparken, şimdi sadece Yunanistan hükümetince atanan öğretmenler bulunuyor. Üstelik müfredata eklenen her yeni ders, Türkçe derslerinin sayısının azalmasına neden oluyor. Batı Trakyalılar da eğitim sorununa kendilerince bir çözüm bulmuşlar. Ekinos adı verilen ve aslında çok eski bir Osmanlı köyü olan Şahin’de ilginç bir uygulamaya tanık olduk. Sabahtan öğleye kadar azınlık okuluna giden çocuklar öğleden sonra Kur’an kurslarına devam ediyorlar. Bu, zorunluluk olmamasına rağmen, halkın geneli tarafından desteklenen bir uygulama.
Batı Trakyalı azınlığın Müslüman Türk kimliğini bu kadar iyi muhafaza edebilmesinin arkasındaki en önemli etkenlerden biri de kapalı bir toplum olması. Gerek köylerde gerekse şehirlerde yaşayan Türkler, birçok alanda kendi geleneklerini muhafaza edebilmek için büyük çaba sarf ediyor. Ancak kapalı bir toplum olmanın avantajları kadar dezavantajlarını da yaşıyorlar. Buradaki azınlık temsilcileri, halkın azınlık haklarına sahip çıkma ve hakkını arama konusunda gerekli ilgiyi göstermediğinden şikayet ediyor. Aslında bu, kapalı bir toplum olmak kadar Batı Trakyalıların sosyo-ekonomik düzeyleriyle de yakından ilgili. Batı Trakya sadece Yunanistan’ın değil, AB’nin de en geri kalmış bölgesi. Buradan bakınca, aday ülkelerden istenen standardizasyon, azınlık ve insan hakları gibi koşullar üye ülkeler için geçerli değil gibi gözüküyor.
Batı Trakya’da dikkati çeken bir diğer husus ise, nüfusunun tamamı Müslüman olan köylerde, küçük de olsa bir kilisenin varlığı. Cüssesi itibariyle çok da fonksiyonel gözükmeyen bu kiliseler Batı Trakyalılara azınlık olduklarını her an hatırlatıyor. Yine de Batı Trakyalılar 2000’li yıllarda durumlarında kayda değer bir gelişme olduğunun altını çiziyorlar. En azından ekonomik anlamda görece bir refah söz konusu. Ancak azınlık psikolojisini bir cümle ile özetleyen bir Batı Trakyalı, “bugün iyiyiz, bir sorun yok; ama yarın ne olur bilemeyiz” diyor. Öyle ya, bir zamanlar komşuluk ve yarenlik eden insanlar bir günde birbirlerinin hasmı olabilmişlerdi. Bu nedenle olsa gerek, Türkiye ile Yunanistan arasındaki küçük bir kriz onların huzurunu kaçırmaya yetiyor.
Batı Trakyalı Müslüman Türklerin gözünde Türkiye, sadece soydaşlarının yaşadığı bir ülke değil; aynı zamanda uğruna yıllardır mücadele verdikleri Müslüman Türk kimliğinin hayat bulduğu yer. Onlar kendilerini Osmanlı torunları olarak kabul ediyor ve Müslüman ve Türk kimliklerini birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak değerlendiriyorlar. Batı Trakya’da yaşayan tüm Müslümanları etnik kökenine bakmaksızın Türk olarak kabul etmeleri bizi daha da şaşırtıyor. Bizi evinde misafir eden Pomak aile, yaşlıların Pomak dilinde konuştuğunu fakat kendilerinin Türkçe’yi tercih ettiklerini ve çocuklarına Türkçe’yi öğrettiklerini söylüyor. Çünkü, Türkçe konuşmak Müslüman kimliğinin olmazsa olmazı olarak görülüyor. Yunan hükümetinin onların sadece Müslüman kimliğini tanıması ve Türk kimliklerini reddetmesi ise Batı Trakyalıları en çok rahatsız eden sorunlar arasında.
Batı Trakyalılar için Türkiye’nin çok özel bir yeri var. Bizim için sıradan pek çok şey burada o kadar sahipleniliyor ki, anlamakta zorluk çekiyoruz. Türk kanalları izleniyor, Türk takımları tutuluyor, sokaklara Fenerbahçe bayrakları asılıyor. Herkes bizi gurbetten evladı gelmiş gibi karşılıyor; hal hatır soruyor. Siyasetten spora, yazılı basından televizyon programlarına kadar her şey sadece “Türkiye’den olduğu” için takip ediliyor. Türkiye’de çıkan çoğu gazete aynı gün Rodop dağlarının yamacındaki köylere kadar tüm Batı Trakya’ya ulaşıyor. Batı Trakya bugün Meriç’in öbür yakasında kalsa da, Türkiye ile birlikte nefes alıyor; birlikte nefes veriyor.
Paylaş
Tavsiye Et