TARİH boyunca Asya ve Avrupa arasında stratejik bir köprü rolü üstlenen ve İpek Yolu’nun en önemli noktalarından biri durumundaki Türkiye, hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması için yoğun çalışmaların yapıldığı günümüzde de bu özelliğini sürdürüyor. Irak, İran, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan gibi Orta Doğu ve Hazar bölgelerinde yer alan ülkelerin zengin petrol ve doğal gaz rezervlerinin dünya pazarlarına akıtılmasını sağlayacak büyük boru hattı projelerinde Türkiye, “önemli geçiş ülkesi” olarak tanımlanıyor. Bu jeopolitik konumu değerlendirirken şunu da belirtmek gerekir ki, petrol ve doğal gaz zengini Orta Doğu ve Hazar Havzası ülkeleri açısından uzun süreli bir barış ortamının sağlanması ile ekonomik ve siyasî istikrarın temini giderek artan bir ihtiyaç halini almakta. Bugün, dünya gündemini meşgul eden ve ülkemizi de yakından ilgilendiren bu iki kritik bölgede, çok taraflı bir işbirliği ortamının oluşturulması çabalarında etkin bir araç olarak en önemli ve belki de tek alanın “enerji” olduğunu belirtmek gerekir.
Söz konusu Hazar, Orta Doğu ve Rusya bölgesi “stratejik elips” adıyla anılmakta olup, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %70’ini ve doğal gaz rezervlerinin de %68’ini barındırıyor. Bu bölgedeki ülkelerin hemen her birinin 2 trilyon m3’ten daha fazla rezervi bulunuyor. 180 trilyon m3’lük dünya doğal gaz rezervleri düşünüldüğünde, bu rezervlere yönelik rekabetin sebebi ve bölgenin önemi daha iyi ortaya çıkıyor.
Stratejik bir geçiş ülkesi olan Türkiye, bu bölgelerde geliştirilmeyi bekleyen enerji kaynakları açısından büyük bir enerji pazarı olmaya aday. Bu nedenle, petrol ve doğal gaz ithalatında kaynak çeşitliliği, arz güvenliği ve arz sürekliliğinin sağlanabilmesi açısından geniş kapsamlı enerji taşıma projelerinin geliştirilmesi ülkemiz için çok büyük önem taşıyor.
Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en kritik ayağını oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı (BTC)’nın, öngörüldüğü gibi Mayıs sonunda işletmeye alınması ile hem Türkiye’nin jeopolitik önemi artacak hem de Azerbaycan ve Gürcistan’ın siyasî ve iktisadî istikrarına katkı sağlanacak. Proje, aynı zamanda bölge ülkelerinden dünya pazarlarına ham petrol ve doğal gaz nakledecek diğer boru hattı projelerine de öncülük edecek. Ceyhan’da kurulması planlanan rafineri ve Samsun-Ceyhan doğal gaz boru hattının hayata geçmesiyle beraber Ceyhan’ı, “Orta Doğu’nun Rotterdam’ı” haline getirecek ve Türkiye’ye taşıma gelirinin yanı sıra stratejik katkılar da yapacak politika, yıllardır değerlendiremediğimiz potansiyelimizi ortaya çıkartacak.
BTC’yi sırasıyla, Azeri gazını Türkiye ve Avrupa’ya ulaştıracak olan Şah Deniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ve Türkmen gazını ülkemiz ve Avrupa piyasalarına taşıyacak Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı Projesi izleyecektir. Bu hatlar, bugün ikisi de hızla ilerleyen Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı (DGBH) ile onun uzantısı olacak Türkiye-Yunanistan-İtalya DGBH ve Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya DGBH (NABUCCO) projelerine bağlandığında koridor tamamlanacak ve Türkiye gerek petrolü, gerekse doğal gazı Batı piyasalarına taşıyan bir enerji terminaline dönüşecektir. Avrupa Birliği, kendi arz güvenliği için, ülkemizin önemli konumunun bilincinde olarak projelere destek veriyor ve tek kaynağa (Rus gazına) bağlı kalmayarak arzı çeşitlendirmeye, böylelikle arz güvenliğini sağlamaya çalışıyor.
Bölgedeki en önemli oyunculardan Türkiye, hem net bir enerji ithalatçısı, hem coğrafî bakımdan elverişli bir transit geçiş ülkesi, hem de Batı’nın bölgedeki en güçlü müttefiki olarak önemli bir konuma sahip. Avrupa’ya açılım stratejisinin, Türkiye içi arz-talep dengesinin sağlanması ve olası risklerin bertaraf edilmesi aşamasında da büyük bir önem taşıdığı aşikârdır. Ayrıca, Avrupa yolunun açılmasıyla gaz kaynaklarını Türkiye üzerinden taşıyacak ülkelerden, ileri düzeyde gelişen enerji ilişkilerimiz çerçevesinde, mevcut ithal kontratlarımız için daha iyi koşullar talep edilebilecek; ülkemizin gaz arz güvenliği de perçinlenmiş olacaktır.
Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya DGBH Projesi ile ilk etapta Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti gibi yeniden yapılanan ekonomilerin gaz ihtiyacının karşılanması, sonraki yıllarda diğer ülkelerin gaz talep gelişimlerine göre, Avusturya’nın Avrupa’da önemli bir doğal gaz dağıtım noktası olma özelliğinden de faydalanılarak, Batı Avrupa’ya ulaşılması planlanıyor. AB ülkelerinin sona erecek gaz kontratlarının yerini ülkemiz üzerinden taşınacak gazla ilgili anlaşmalar alabileceği gibi, AB’nin hedeflemiş olduğu serbest gaz piyasası koşulları oluştuğunda, Avusturya dâhil, söz konusu ülkelerin devam eden alım kontratları, rekabetçi fiyat koşulları dâhilinde yine Hazar ve Orta Doğu’da üretilen gaz ile yer değiştirebilecektir.
Türkiye burada hem çok önemli bir transit ülke konumuna kavuşarak büyük miktarlarda gazın toprakları üzerinden taşınmasını sağlayacak, hem de “re-eksport” yoluyla kendi kontratları kapsamındaki gazı pazarlama imkânına sahip olabilecektir. Her şeyden önemlisi, özellikle enerji fakiri Avrupa ile enerji zengini Doğu’nun Türkiye üzerinden geçen boru hatlarıyla birbirine bağlanması, coğrafyamızın sosyo-ekonomik kalkınmasına ve politik istikrarına çok sağlam bir harç koyacak; medeniyetin doğduğu bu topraklarda yakın ve ortak geleceğimizde “akan” tek şey petrol, doğal gaz ve istikrar olacaktır.
2006 yılı için öngörülen 28,8 milyar m3’lük yurt içi doğal gaz talep miktarının kaynaklarına ve doğal gaz alım anlaşmalarımıza baktığımızda, Rusya’nın en büyük tedarikçi olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber İran’dan boru hattı vasıtasıyla, Cezayir ve Nijerya’dan da LNG halinde doğal gaz alımı gerçekleşiyor. Ülkemiz için arzu edilmeyen durum ise, tükettiğimiz doğal gazın %57’sini elektrik üretiminde kullanıyor olmamız. Her ne kadar bu oran %65’ten 8 puanlık düşüşle %57’ye çekilmişse de, hâlâ yeterli değil. Her sene 5 milyar dolarlık su kaynağımız denize akarken, doğal gaz çevrim santralleriyle elektrik üretme politikasının yanlışlığı ve iflası nedeniyle, 2003 yılından bu yana doğal gazın şehirlerin ısıtılmasında ve sanayide kullanılması politikasına ağırlık veriliyor. İklim şartlarının ortaya çıkardığı güncel Rusya-Ukrayna krizinde görüldüğü gibi, doğal gaz depolarına sahip olmamız hayati önem taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi doğal gaz, nükleer enerji, jeotermal, termik ve hidrolik kaynaklar arasında optimal enerji dengesini sağlaması gerekiyor. Uzun vadeli doğal gaz alım-satım sözleşmelerinin mütemmim cüzü olan “al ya da öde” yükümlülüğü nedeniyle, almadığımız doğal gazın parasını ödememek için doğal gaz iletim ve dağıtım hatlarının inşaasının bir an önce bitirilerek şehirlerin (konut ve sanayi) kullanımına sunulması çalışmaları takdire şayan. Doğal gaz kullanan şehir sayısının 5’ten 21’e çıkarılması ve 2007 sonu itibariyle ülkemizdeki doğal gaz boru hattı uzunluğunun, devrim niteliğinde bir çalışmayla, yaklaşık 10.000 km’ye ve doğal gaz kullanan şehir sayısının 51’e çıkarılacak olması heyecan uyandırıyor. İlaveten, sahip olduğumuz çok büyük orandaki jeotermal ve yenilenebilir enerji potansiyelimiz ihmal edilmiş, bunun karşılığında da enerji dengemiz içinde doğal gaza olan aşırı bağımlılığımız, petrol fiyatlarının üç sene içinde iki kattan daha fazla artmasıyla, uluslararası anlaşma niteliğinde olan doğal gaz alım sözleşmelerinin Hazine’ye çok ciddi faturalar yüklemesine yol açmıştır. Bu noktadan itibaren yapılması gereken şeylerin en başında, enerji dengesi içinde jeotermal, yenilenebilir ve nükleer enerjinin payını süratle arttırmak, doğal gazın payını da aşağıya çekmek olmalı. Bununla beraber, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu’nun amaçlarından olan doğal gaz piyasasının serbestleştirilerek malî açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir piyasa oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması iktisadî ajanların önünü rahatça görebilmelerine imkan tanıyacak; böylelikle iktisadî kalkınmamız açısından çok büyük avantajlar sağlayacaktır.
Türkiye’nin enerji stratejisi; sınırlı olan doğal kaynaklarımızı daha akılcı kullanarak onun çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerini asgariye indirmek, yeni kaynaklara ilaveten yeni teknolojilerle enerji hizmetlerini çeşitlendirmek ve alternatif enerji kaynaklarını en faydalı şekilde hizmete sunarak ülke kalkınmasını ve refah artışını gerçekleştirecek daha temiz, güvenli, verimli, ekonomik, ticarî açıdan ulaşılabilir ve sürdürülebilir enerji arzını sağlamak şeklinde özetlenebilir. Bu çerçevede çalışmalar yürütülürken Türkiye’nin coğrafî ve dolayısıyla stratejik konumunun kendisine sunduğu avantajlar da en iyi şekilde değerlendirilmelidir.
Paylaş
Tavsiye Et