BAŞÖRTÜSÜ konusunu toplum ile iktidar arasındaki ilişkiler bağlamında Türk siyasetinin son 15 yılının belirleyici unsurlarından biri ve ‘sürtünme’ noktası olarak görmek abartılı bir yaklaşım sayılmasa gerek. Sosyo-politik gerilimler ve sandıkta beliren tercihler başörtüsü yasağı sorununun akıbetinin ne olacağı konusuyla, özellikle son üç genel seçimde görüldüğü gibi, yakından bağlantılıdır. 1995’te Refah Partisi, 1999’da Milliyetçi Hareket Partisi, 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi birinci parti olabilmişlerse eğer, bunda, onların zımnen veya zahiren başörtüsü yasağını kaldırma vaadi ve umudunu en etkili bir biçimde halka verebilmiş olmalarının katkısı vardır. Ancak muhalefet döneminde geliştirilen atak söylem ile çok boyutlu iktidar ilişkilerinin arasına düşüldüğü zaman beliren ihtiyatlı ve ikircikli söylem, başörtüsünün bir “sorun” olarak görülme niteliğini arttıran bir işlev gördü. Bugün başörtüsü yasağı, çözüm sözü veren siyasî iktidar açısından trajik, söz alan geniş halk kitleleri açısından ise travmatik bir sorun olma yolunda ilerliyor; ne iktidar, sorunu çözümlemeyi becerebiliyor, ne de mağdurlar başörtülerini çözmeye yanaşıyor. Hatta başörtülüler, bırakın örtülerini çıkarmayı, Arabistan’a gitmek gibi yapıcı(!) önerilere şapka çıkarmalarını bekleyen siyaset sihirbazlarını bile hayal kırıklığına uğratmayı sürdürüyor. Hatırlanacağı üzere, aynı sihirbaz yine geçen yıl bu zamanlar şapkasıyla görünmüş ve türbanın önce Çankaya’ya çıkmaya engel olmadığını, ardından da kılık-kıyafetle ilgili bir düzenleme yapılıp devrim kanunlarına ilave edilerek yasaklanabileceğini ihbar etmişti. Şimdi ise tam bir yıl sonra, yine yaz başında havalar ısınırken, aynı cadı kazanına aynı kişi eliyle odun atılıyor. CHP’li Şair Kemalettin K. Kamu’nun “Arab’ın olsun” dediği Kâbe’nin bulunduğu yere başörtülüleri göndermeyi teklif eden sabık Çankaya sakinine, pek de sakin durmadığı 7 yıllık Çankaya yetmemiş olmalı. Oysa K. K. Kamu, şiirin devamında “Çankaya bize yeter” derken birinci çoğul zamiri kullandığına göre, herhalde sadece Demirel’i kastetmiş değildi!
Sorun Hangisi; Başörtüsü mü, Yasak mı?
“Başörtüsü sorunu” dendiğinde, ortada dilin esnekliğinden ve ondaki boşluklardan kaynaklanan bir tamlama sorunu olduğu da görülüyor. Başörtüsünün bizzat kendisinin, varlığının tabii sonucu olarak bir sorun özelliği taşıdığını düşünenler ile onun dışsal bir irade tarafından sorun olarak algılandığını düşünenler, aralarındaki bu çok kesin algı farkına rağmen, en azından “başörtüsü sorunu” tamlamasının kullanımında uzlaşmışa benziyor. Ne var ki, bu dilbilimsel mutabakat, önce toplumsal mutabakat şartına, sonra da -toplumda bu konuda bir çatışma veya gerilimin söz konusu olmadığı açık seçik görülünce- kurumsal mutabakat şartına bağlanan sorunun çözümü için bir değer ifade etmiyor.
Başta, Türk siyasetinin sürtünme noktası olarak nitelediğimiz başörtüsü yasağı, açıkçası AK Parti ileri gelenlerinin söyleminde hiçbir zaman “öncelikli” bir sorun özelliği kazanmadı. Ancak sorunun çözümüyle ilgili olarak, tabanı rahatlatacak ve ümitlendirecek açıklamalar da yapılmadı değil. Durum bu minval üzere iken, nihayetinde işin kurumsal mutabakat şartına bağlanmasıyla –bu kurumlardan birinin de YÖK olduğu hesaba katılınca!- başörtüsü yasağı sorununun çözümü Nasreddin Hoca’nın yün eğirme yöntemiyle borç ödeme hesabı kadar muhtemel bir kesinliğe(!) kavuşmuş oluyor. Acaba bu hesapla AK Parti ileri gelenleri, kızları için olmasa bile, torunları için başörtüsünün pabucunu kendi elleriyle dama atmış olacaklarının farkındalar mı?
Kitab’a Aykırı Hesap
‘Hesap’ derken elbette işin içine en başta Başbakan Yardımcısı ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı M. Ali Şahin’in “Türbanı sorun eden yurttaşların oranı yüzde 1,5’tir” açıklamasındaki hesap giriyor. “Önceliğimiz türban değil, işsizliktir” diyen Bakan, bu yargıya da anket sonuçlarına bakarak ulaşıyor ve türban ile ilgili herhangi bir adım atmanın “siyaseten yanlış” olacağını söylüyor. Tamam, yüzde 1,5’lik de olsa ortada bir rasyonalite(hesabîlik) bulunuyor; fakat yine de bu -Kitab’a aykırı- hesap işi, Şahin’in iddiasını ikna edici kılmaktan çok tahfif edici bir söylemin ürünü haline getiriyor. Burada, “İstatistikler yalan söylemez, yalancılar istatistik söyler” sözünü meclisten dışarı tutmayı canıgönülden arzu ederek, Şahin’in anketine, onmaz başörtüsü karşıtlarının bile pek itibar etmediklerini hatırlatalım. Hem sokaktaki insana “Öncelikli sorununuz nedir?” diye sorulduğu zaman, ilk başta ekonomik sorunların akla gelmesi gayet tabiidir; zira temel hak ve hürriyetler ile ilgili bir sorunun “kıyası kabil” unsurlarla bir arada anket konusu yapılması gerekir. O an trafikte sıkışıp kalmış bir işadamı, kocasından dayak yemiş bir kadın, öğretmeninden kırık not almış bir öğrenci, kendisine piyango vurmuş bir vatandaş ya da sevgilisi tarafından terk edilmiş bir âşık kimliğiyle anket sorusuna muhatap olduğunuzu düşünün; içinde bulunulan âna uygun cevapların çıkması muhtemeldir. Ancak bu kısa süreli durumlar sizin geniş zamanda ve kuşatıcı sorunlarınızın bunlar olduğunu göstermez. Elbette temel hak ve hürriyetler niteliğe ilişkin bir alan olduğu için, niceliğin bilimi olan istatistiğe konu edilmemeli; fakat ille de ediliyorsa, buradaki doğru soru aşağı yukarı şöyle olsa gerek: “Üniversite öğrencilerinin -ya da devlet memurlarının- başörtüsü takmasına nasıl bakıyorsunuz?”
Şu 1,5 Sürtünme Katsayısı Olmasın!
1,5 rakamı “siyaseten” M. Ali Şahin’e göre önemli bir miktar etmeyebilir; ancak sürtünme katsayısı olarak tehlikeli bir rakamdır. Hatta otomotiv sanayinden örnek verecek olursak, sürtünme katsayısı en düşük binek araç olan Honda Accord’da bu rakam 0,26 cw’dir. 1,5’lik bir sürtünme katsayısı ise düşük hızlarda bile aracı yolda tutmaya yetmeyecek bir rakamdır. Elbette fizik kanunları ile siyaset ve toplum biliminin kanunları birbirinden farklı biçimlerde işler. Fakat yine de başörtüsü yasağı sorununun ne beşerî, sosyal bilimlerle, ne de fen bilimleriyle, hele ki niceliksel yöntemlerle izah edilemeyecek yönleri bulunduğunu ve bu niteliğiyle yakın geçmişte pek çok siyasetçiyi “yoldan çıkardığını” hatırda tutmakta yarar var. Zira siyasetteki 1,5 az gibi görünse de fizik derslerindeki “ihmal edilebilir” oranlardan bambaşka bir değer ifade eder.
Meğerki yüzde 1,5 efsanesi doğru olsun; o halde biz de “insanların konuşma sırasında kullandığı istatistiklerin yüzde 87’sinin o an uydurulmuş olduğu” istatistiğini verebiliriz. Daha ilginci, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Ersin Kalaycıoğlu ve Doç. Ali Çarkoğlu’nun yaptıkları “Türkiye’de Sosyal Tercihler Araştırması”nın gösterdiği üzere, her bin kişiden sadece 5’i kendisiyle tutarlı olabiliyor. Üstelik aynı ankette katılımcıların yüzde 68’i üniversite öğrencilerinin türban takabilmesi gerektiğini düşünüyor. Yüzde 68 ile Şahin’in rakamı arasındaki farkı bulunca, akla şu soru geliyor: Geriye kalan yüzde 66,5’lik kesim nerede acep? Sakın, tavsiyeye uyup Arabistan’a gitmiş olmasın?
Paylaş
Tavsiye Et