BİR siyaset adamının görüşlerinde, düşüncelerinde ya da hayat tarzında değişim emareleri göstermesi kamuoyunda iki farklı şekilde algılanır: Siyasetçinin taraftarları böyle bir değişimden memnun olmazken, muhalifleri her değişimin kendilerine yaklaşmak olduğunu varsayan narsist bir yanılsamayla sevinirler. Başbakan’ın yıllar içinde birkaç defa “değiştim” dedikten sonra geçenlerde “değişmedim, değişmeyeceğim” demesi, Türkiye’de bu iki farklı algılamaya dair vazıh örnekler sağladı.
İnsanın ve toplumun değişmemesi mümkün olamayacağına göre, değişmekle ilgili polemiklerin kötü niyetli siyasal kaygılardan kaynaklandığı açıktır. Çünkü Türkiye’de bilinmesi istenen ve istenmeyen değişimler vardır. Dahası aynı değişimin belli bir kesim tarafından bilinmesi, fakat çoğunluk tarafından bilinmemesi gerekir. Erdoğan’ın “değiştim” demesi muhaliflerinin algılamasını değiştirmeyeceğine göre, taraftarlarınca bilinmesi istenen bir durumdur: “Bakınız, adamınız değişti, ya siz de değişin ya da bu adama oy vermeyin” ikilemi sunulmaktadır.
Değişim polemiğini yönetmek usta siyasetçi işidir. Aslında Başbakan’ın “değiştim” modundan “değişmedim, değişmeyeceğim” moduna geçmesi, belki seçimlerin yaklaşmasından kaynaklanan bir taktik değişikliğidir: Partizanlara, yani inanç ve kimlik kaygılarıyla Erdoğan’ı destekleyip oyları ve dualarıyla Başbakan yapanlara “dört sene önce neysem oyum” denilmek istenmiştir. Çünkü değişim siyasal pozisyona göre yargılanan bir olgudur.
Teröristbaşı Öcalan ve PKK Değişti
Bilinmesi istenmeyen bir başka değişim, İmralı sürecinde Öcalan’ın görüşlerinde ve PKK’da yaşandı. Bu değişimi teröristbaşının bazı cümleleri iyi bir şekilde özetliyor. Bilindiği gibi, Öcalan’ın aktüel görüşleri avukatlarıyla her buluşmasından sonra kendisine yakın yayın organlarında yankı buluyor. Hatta bunlardan bazıları makale formatına dönüştürülüp yayımlanıyor. 21 Haziran 2006 tarihinde Özgür Gündem’de Kürtlerin milliyetçilikle alakası olamaz başlığıyla tekrar neşredilen 3 Ekim 2003 tarihli böyle bir yazıda Öcalan, “Belki kendimizi 2000’lerden önce milliyetçi eğilimlerden tam arındıramadık. Ancak kendimizi şimdi her bakımdan dönüştürmüş bulunuyoruz” diyerek yeni açılımlarla örgütün “ayrılıkçılığa ve şiddete düşmeden demokratik çözüme uyum sağladı”ğını iddia ediyor. Bu yazıya göre Öcalan, “yalnız Kürt sorununun çözümünü değil, Türkiye’nin ekonomik ve siyasî istikrarını istiyor; tek düşündüğü Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüdür; Kürt sorununun çözümünü bu birliğin ve bütünlüğün güçlenmesi için istemektedir.” Yazının devamında Öcalan Kürt sorununa bakışta İslamcı, Osmanlıcı ve Nizam-ı Âlemci söylemlere yaklaşan ifadeler kullanıyor:
“Türk Kürt’le güç kazanır. Tarihte hep böyle olmuştur. Alparslan, Kürtlerle işbirliği yaparak Anadolu’ya açılmıştır. Osmanlı Kürtlerle işbirliği yapıp Doğu’ya sırtını dayayarak Orta Doğu’nun gücü haline gelmiştir. Kürtlerle bu ittifak Osmanlı’nın Balkanlara hakim olmasını sağlamıştır. M. Kemal Kürtlerle Kurtuluş Savaşı’nda birlik sağlayarak yeni Türkiye’yi kurmuştur. Kürt-Türk ilişki diyalektiğinin sonuçları bunlardır. Bugün gelişecek Türk-Kürt ittifakı Türkiye’nin gerçek stratejisi olacak, iki halka da eskisinden kat be kat fazla kazandıracaktır. Anlamsız Türk milliyetçiliği ve Kürt düşmanlığıyla bu gerçekler sizlerden saklanmaktadır.”
Çok benzer cümlelerle teröristbaşı tarafından yeniden dile getirilen aynı görüşler 24 Haziran 2006’da da aynı gazetede yayımlandı. Konuyu yakından takip edenler, “ayrılıkçı örgüt”ün artık ayrılıkçı olmadığını çok iyi bildiklerinden, mesela Özgür Gündem’in İspanya’daki Katalonya’nın özerkliği ile ilgili gerçekleşen halkoylamasının sonuçlarını sadece bir iç sayfa haberi olarak duyurmasına şaşırmadılar.
Ülkücüler de Değişti
Eskiden Kürtçü kesimde özerklikle ilgili en küçük haberler bile manşetten verilirken, ülkücüler bu gelişmeleri görmezden gelirdi. Bugün, tam tersine, milliyetçi Yeniçağ gazetesinin Katalonya haberini manşetten koca puntolarla İspanya bölündü olarak yansıtması, Mümtazer Türköne’nin bir konferansta “Türkiye’yi Kürtler değil Türkçüler bölecek” demesini haklı çıkartır gibi oldu. Yeniçağ gazetesi Devlet Planlama Teşkilatı koordinatörlüğünde, 26 kalkınma bölgesinde gelişmişlik ve gelir farklılıkları, finansman yetersizliği ve nitelikli eleman sıkıntısının aşılmasına katkı yapmak ve yerel potansiyelleri harekete geçirmek üzere bölgesel kalkınma ajansları kurulmasını bile bölünmeye götürecek bir icraat olarak yansıtabildi. Bölgesel tasnifler televizyonlardaki hava durumu raporlarında ve ilköğretim coğrafya kitaplarımızda bile kullanılırken, bunu Sevr paranoyasının bir uzantısına dönüştürme refleksi ciddi bir ruhsal bozukluk belirtisidir. Böyle giderse, hava durumu raporlarının bölge ayrımı yapmadan verilmesini isteyecek milliyetçi talepler türeyecek.
Kürt Hareketi Tek Yumruk Değil
PKK’daki değişim, örgüte dışarıdan bakan gözlemciler tarafından hoş karşılanırken, örgütte lideri sorgulayacak kapasitede olanlar tarafından ve en azından şahinler tarafından eleştiriliyor. PKK’da, daha önce Öcalan’ın yöntemlerinden rahatsızlık duyanların ayrılma kaygılarının tam tersi sebeplerden dolayı eski çizgiyi devam ettirmek isteyenlerin kazan kaldırması muhtemeldir. Buna karşın, tabii ki, görüşlerdeki yumuşamadan dolayı eski küskünlerin yeniden katılma ihtimalleri de vardır.
Kürt hareketi zaten algılandığı kadar homojen ve sorunsuz değildir. HPG-online sayfasındaki yazılara bakıldığında, Kürt hareketi içindeki silahlı kanadın da “Kürt demokratik kurumlarının pasif duruşu”nu eleştirdiği görülür. Aynı sayfada PKK karşıtı Kürtçü örgütleri eleştiren saldırgan yazılar da vardır.
Bunlardan birinin sesi olan Yol dergisinde üç yazı tam da bu konuya değinmiş: Fikret Kızıltan, DEHAP’ın Batı’da aldığı oyların düşüklüğüne bakarak, Kürt hareketinin Doğu’daki ve Batı’daki Kürt nüfusuna ilişkin, gündelik hayatlarındaki çelişkilere nüfuz edebilen farklı politikalar geliştirmesi gerektiğini yazmış. Türk sosyalist Melih Ateşer, Şemdinli’ye iki otobüsle giden 100 sosyalistin yol hikâyesini anlattığı yazısında Apo’ya bağlılığını dile getiren Kürt halkını anlamaya çalışıyor: “Böylesine özdeşleşmenin yan etkileri var tabii, ama ulusal birliği sağlamada etkisi tartışılmaz görünüyor… Henüz mücadele onu aşacak bir önderliği yaratacak seviye kazanmadı.” Aynı yazıda “DTP yönetimine aşiret yapıları arasındaki güç dengelerinin yansıdığını, böylesi bir iç iktidar kavgasında yer yer tabanla yönetim arasında çatışmalar yaşandığını”, yazarın Kürt hareketinin DTP ile “düzeniçileştirilme” politikalarından rahatsız olduğunu öğreniyoruz. M. Sinan, “Türk ve Kürt halklarının ortak çözüm paketi” geliştirilemezse, Barzaniciliğin ve ABD’ye kurtarıcı gözüyle bakanların etkisinin artacağını, “diğer tüm tartışmaları rafa kaldıracak bir halklar boğazlaşması senaryosunu izlemek zorunda kalacağı”mızı yazdı. Barzani faktörü gerçekten de hareket içinde ayrı bir bölen etkisine sahip. Irak Kürdistanı Bölgesel Hükümeti’nin 7 Aralık 2005’te Mehmed Uzun’a Kürt dili ve edebiyatına katkıları için “Onur Ödülü” vermesini, Barzani’nin bölgeye yönelik aktif kültür politikasına örnek olarak zikretmek yeterli olacaktır.
Devlet Değişmek İstemiyor
Naci Kutlay’ın Kürt hareketini özeleştiriye tâbi tutan Devlet değişmek istemiyor başlıklı yazısı (Özgür Gündem, 8 Mart 2006) değişim rüzgârlarının boyutu hakkında fikir verecek nitelikte:
“Kürtlerin… yirmi-otuz yıl öncesinin istem ve beklentileri yok… Etkinliği sınırlı aydın ve örgütlerin federatif bir yapı ve hatta bağımsızlık talepleri, Kürtler arasında çok yankı bulmuyor… Eski Marksist ve Leninist model yandaşlığı giderek güç kaybetti. Daha demokrat ve liberal görüş sahiplerine dönüştü çoğu eski devrimciler. AB’ye katılmasına çalışılan Türkiye’de böylece çok şeylerin değişeceği beklentisi var. Türkiye, bu beklentilere yanıt olacak değişimlere henüz kapalı. Kürtlerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî yaşama katılmaları konusunda, devletin katı bir tutumu var. Değişmek istemiyor sanki. Oysa böylesi bir eğilim Kürtleri de çok etkileyecek ve inanıyorum, aşırı Türk milliyetçilerinin dışındaki Türk milliyetçiliği akılcı bir çizgiyi geliştirme olanağı bulacaktır… Kürtlerde de değişim ve çözümcü anlayışlar hızla ivme kazanabilir.”
Türk siyasal hayatında değişmek istemeyen tek aktör devlettir. ‘Devlet’ten kasıt onu vücuda getiren, ama sahibi ve muhafızı olduğunu iddia eden bürokratik oligarşi ve onun sivil destekçileridir: Diğer aktörler onun istediği değişimi gerçekleştirmeli, onun mi’yar olduğu bir siyasal ortama kendini ayarlamalıdır. Bu nedenle, boyalı hiçbir gazeteci devlet partisi CHP’nin başkanı Deniz Baykal’ın neden değişmeye çalıştığını, sağcılaşma ihtiyacı duyduğunu sormaz; sorsa da bunu bir kabir suali haline getirmez, güle oynaya sorar.
Devletin statükocu güçleri, karar alma mekanizmalarındaki ağırlıklarını korumak için PKK’nın eski haline muhtaçtırlar. PKK ne kadar değişirse değişsin, değiştiğinin resmi kitlelere ulaşmayacak. Tıpkı AK Parti’nin Erbakan merkezli siyaset geleneğinden koptuğu, o eski gömleklerini çıkardığı yönünde ısrar eden sesinin duyulmaması gibi.
Paylaş
Tavsiye Et