GEÇTİĞİMİZ aya damgasını vuran en önemli olay hiç şüphesiz İsrail ve Hizbullah arasında yaşanan ve otuz üç gün boyunca devam eden çatışmalardı. Arap orduları karşısında kolay zaferlere alışan İsrail ordusu bu savaşta ağır kayıplar vererek başarısız olduğunu itiraf etti. Böylece gözler bir anda Hizbullah’a ve onun genç liderine çevrildi. Kimdi Hizbullah ve bazılarına göre beklenmedik bu başarısının ardında yatan etkenler nelerdi?
Lübnan’daki Şii varlığı bu mezhebin tarihi kadar eski olmakla birlikte özellikle Cebel Âmil bölgesinde yaşayan Lübnan Şiileri tarih boyunca siyasi bir güç haline gelememişler ve dış dünyayla fazla bir ilişkide bulunmamayı tercih etmişlerdir. Ancak daha sonra Safeviler’in resmî Şiileştirme politikaları için yardım istediği Şii âlimlerin birçoğu Körfez Şiileri gibi bu çağrıya olumlu cevap vermiş ve Kereki gibi isimler İran’ın Şiileştirilmesinde ve İran-Lübnan ilişkilerinin yeni bir safhaya girmesinde önemli rol oynamışlardır.
Modern dönemde Lübnan Şiilerinin siyasi sahneye çıkması da İran’daki gelişmelerden bağımsız olmamıştır. Aslen Lübnanlı olmakla birlikte Kum’da doğan ve oradaki medrese eğitiminin yanı sıra Tahran Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Musa Sadr’ın 1960’larda Kum ve Necef ulemasının temsilcisi olarak Lübnan’a gitmesi, Lübnan yakın tarihinin en önemli olaylarından birisi olarak kabul edilebilir. Ayetullah Seyyid Sadreddin Sadr’ın oğlu olan ‘İmam’ Musa Sadr, Lübnan’da tam bir kurtarıcı olarak karşılanmış, karizmatik ve entelektüel kişiliği ile o zamana kadar ülkenin merkezi ve kuzey kısımlarına oranla ciddi bir geri kalmışlık ve sefalet içinde bulunan güney halkına umut aşılamayı başarmıştı. Bunda Sadr’ın Lübnan’daki Hıristiyanlarla samimi ilişkiler kurmak ve kiliselerde büyük yankılar uyandıran konuşmalar yapmak gibi alışılagelmiş din adamlarından farklı tavırlar göstermesinin de payı bulunmaktadır. Sadr’ın kurduğu Mahrumlar Hareketi ve bu hareketin askerî kanadı Emel, kısa sürede o zamana dek düzenli bir organizasyona sahip olmayan Şiilerin ana teşkilatı haline geldi ve Sovyetler Birliği’nden İran Şahı’na kadar birçoklarının bu teşkilatla yakın ilişkiler kurmaya çalışmalarına yol açtı.
1978’de Libya’dayken kaybolan ve bu nedenle Kayıp İmam olarak adlandırılan Musa Sadr’dan sonra Lübnan’daki Şii hareketi, gerek İran Devrimi gerekse de İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesi gibi etkenlerden ötürü farklı boyutlar kazandı. Emel içinde de Dr. Mustafa Çamran gibi önemli İranlı isimler yer almakla birlikte işgalin ardından doğrudan İranlı ‘Devrim Muhafızları’nın Suriye ve Lübnan’a gitmesi yeni bir hareketin doğduğunu gösteriyordu. Eş zamanlı olarak Amerikan ve Fransız güçlerine yönelik saldırıların ardından iki ülke de Lübnan’daki askeri varlıklarını geri çekmek zorunda kalmış ve İslamî Emel ve daha sonra benimsediği adıyla Hizbullah, Lübnan siyasi arenasına girdiğini ilan etmişti.
1980’lerin sonunda Lübnan’daki iç savaşın sona ermesinin ardından İran ve Suriye’nin anlaşmasıyla Hizbullah dışındaki tüm grupların silahları toplatıldı. Bu süreçte Hizbullah gerilla sayısını azalttı, askeri faaliyetlerini İsrail sınırlarında yoğunlaştırdı ve bütün Lübnan toprakları işgalden kurtulana kadar mücadeleye devam edeceğini duyurdu. 2000’de verdiği kayıplar ve artan iç kamuoyu baskısı nedeniyle Güney Lübnan’dan çekilmek zorunda kalan İsrail, Suriye’ye ait olduğunu iddia ettiği Şeba arazilerinden çekilmeyi reddetti ve bu hususta BM’den karar çıkartmayı başardı.
1990’ların başında Ortadoğu’daki gelişmelere paralel olarak Hizbullah’ın liderliğinden ayrılan Şeyh Subhi Tufeyli’nin ardından parti lideri seçilen Abbas Musevi’nin İsrail hava saldırısında ailesiyle birlikte şehit edilmesinden sonra liderliğe getirilen Seyyid Hasan Nasrallah ile birlikte Hizbullah’ta önemli bazı değişimler yaşanmaya başlandı. İç kamuoyuna yönelik daha hoş görülü bir tavır takınıldı, tüm Lübnan’da bir İslam devleti kurulması düşüncesinden vazgeçildi, İran bayrağının yerine Hizbullah bayrakları kullanılmaya başlandı ve giyim kuşam konusundaki kısıtlamalar kaldırıldı. Ayrıca örgütün düşünce alanındaki önderlerinden kabul edilen Muhammed Hüseyin Fazlullah’ın Kum ve Necef ulemasının şiddetli tepkilerini çekmeyi de göze alarak klasik Şia fıkhını zorlayan ancak modern yaşamın gereği haline gelen konularda fetvalar yayınlaması ve Nasrallah’ın askeri bir lider olarak politik tutum ve davranışlarıyla da halk üzerinde etki kurması, Hizbullah’ı tartışmasız Lübnan’ın en güçlü partisi haline getirdi.
Bu noktada Nasrallah’ın çizdiği dürüst lider imajı Hizbullah’ın en önemli avantajlarından birisidir. Dört yıl önceki bir çatışma esnasında 19 yaşındaki oğlu Hadi’yi kaybeden Nasrallah, bunun kendisi için onur vesilesi olduğunu söylemiş ve her zamankinden daha neşeli olduğu konuşmasında, birçok Hizbullah yöneticisinin oğullarının yurt dışında pahalı okullarda okumak yerine en ön saflarda savaşmayı tercih ettiğini belirtmiştir. Ortadoğu’daki diğer Arap liderleriyle karşılaştırıldığında neden Nasrallah’ın posterlerinin bütün Arap ülkelerinde dalgalandığını anlamak çok zor olmasa gerek. Nasrallah’ın bu dürüst kimliği öylesine etkileyici olmuştur ki genç lider geçtiğimiz yıllarda İsrail’de yapılan bir kamuoyu araştırmasında en güvenilir politikacı seçilmeyi başarmıştır. Nitekim bu doğrultuda Türkiye’nin ateşkes sonrası Lübnan’a asker göndermesiyle ilgili olarak bölgeyi tanıyan birçok uzman doğrudan Nasrallah ile görüşülmesi tavsiyesinde bulunmuştur.
Son savaş Hizbullah’ın askeri gücünü gözler önüne sermekle birlikte örgütün yalnızca askeri kanada sahip olmadığı bilinmektedir. Hastaneleri, yardım kuruluşları, okulları, radyo ve televizyonları olan örgütün siyasi kanadının Lübnan kabinesinde iki de bakanı bulunmaktadır. Hizbullah Partisi hemen tüm siyasal konularda diğer Şii Partisi Emel ile ortak hareket etmeyi benimsemiştir. Nitekim son krizde Hizbullah adına ateşkes müzakerelerini Lübnan’ın Şii Meclis Başkanı Nebih Berri yürütmüştür. Bunun yanı sıra Hizbullah’ın internet ve bilgisayar teknolojileri konusunda da yoğun çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Güney Lübnan’da yaşanmış gerçek çatışmalardan bilgisayar oyunları üretmek ya da Arapça pornografik siteleri filtrelemek bu çalışmalardan bazıları olarak göze çarpmaktadır.
Burada anlattıklarımızdan Hizbullah’ın sıradan bir parti ya da örgüt olmadığı, Lübnan halkının en az üçte birini temsil eden derin tarihsel, toplumsal ve dinsel köklere sahip olan bir hareket olduğu anlaşılmalıdır. Son çatışmalarda görüldüğü üzere -bazı Sünni grupların örgüt saflarında savaşması gibi- ülkenin güvenliğini ilgilendiren konularda Hizbullah’a olan destek giderek artmakta ve siyasi rakipleri bile kendilerini Hizbullah lehinde açıklamalar yapmaya mecbur hissetmektedirler ki bunda Hizbullah’ın Lübnan halkına verdiği ulusal gururun büyük etkisi bulunmaktadır. Düne kadar “24 saat içinde istediğimiz Arap başkentini ele geçirebiliriz” diyen İsrailli yetkililerin içine düştükleri acziyet, Müslüman ya da Hıristiyan tüm Araplar için bir sevinç ve gurur kaynağı oluşturmaktadır.
Paylaş
Tavsiye Et