BİRLEŞMİŞ Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 1701 sayılı karara göre Güney Lübnan’a 15.000 Barış Gücü askeri konuşlandırılması öngörülmektedir. Buna bağlı olarak Türkiye gündeminin flaş konusu Türkiye’nin Lübnan’a Barış Gücü askeri gönderip göndermeyeceği tartışmasıdır. İsrail ufak çaplı da olsa operasyonlarına devam ettiği için ateşkesin sürdürülebilirliği konusunda halen önemli tereddütler bulunmaktadır. Ve şu anki görünümüyle BM’nin 1701 sayılı kararının Lübnan’a ne ölçüde istikrar getireceği belirsizdir.
Konunun Türkiye gündeminde tartışılma biçimi önemli bazı yanlışlıklar içermektedir. Bir grup analist değerlendirme yaparken basit kâr-zarar hesabı üzerinden Türkiye’nin buradan ne elde edebileceği ve ne kaybedeceğinin hipotetik olarak dökümünü çıkararak karar vermeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderme karşılığında Kıbrıs ve PKK konularında bazı kazanımlar elde edebileceği, Ortadoğu dörtlüsünün (ABD, AB, Rusya, BM) beşincisi olarak barış sürecine daha aktif bir şekilde eklemlenebileceği ifade edilmektedir. Politikayı sadece stratejik ve maddî çıkar hesabı üzerinden anlamaya çalışan bu yaklaşım, Türkiye’nin tarihsel, bölgesel ve kültürel derinliğini göz ardı ederek kısa vadeli hesap yapmaktadır.
Diğer söylem ise, meselenin boyutlarını yeterince tartışmadan hamasi bir şekilde yaklaşmaktadır. Böyle bir yaklaşım Barış Gücü misyonunu ve Türkiye’nin bu konudaki muhtemel katkılarını ve edinebileceği olumlu deneyimleri yeterince irdelememektedir. Türkiye’nin katkısının İsrail’in sınırını korumak veya Hizbullah’ı silahsızlandırmak olmaması gerektiği konusunda Türk kamuoyunun konsensüsü söz konusudur. Ancak mazlum Lübnan ve Filistin halklarının haklarının kim tarafından ve ne şekilde korunacağı belirsizdir. Bu konuda bir çerçeve oluşturulmadan Ortadoğu’nun bütününde istikrarın sağlanması mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin bölgede daha fazla söz sahibi olabilmesi için bu konuda siyasî inisiyatif alması bir zorunluluktur.
Yeni Ortadoğu Denklemi ve Türkiye
Bu konuda Türkiye için kritik husus, “Güney Lübnan’a Barış Gücü birliği yollamak geleceğe yönelik Ortadoğu tasarımlarında Türkiye açısından anlamlı bir yere oturmakta mıdır, yoksa Türkiye başka tasarımlarda kendisi için biçilen bir role mi itilmektedir?” sorusudur. Bu genel denklemde Türkiye’nin konumu netleşmeden Barış Gücü’ndeki rolü bir anlam ifade etmeyecektir.
Asker gönderme konusu tartışılırken, İsrail’in Güney Lübnan’a ne amaçla saldırdığı ve Ortadoğu’nun bütününe yönelik önümüzdeki dönem için yapılan hesaplar da göz önünde bulundurulmalıdır. Operasyonun temel hedefi Hizbullah’ı, bir daha toparlanamayacak şekilde vurmak ve askerî kaynaklarını tahrip etmek, bunun yanı sıra ABD ve İsrail tarafından yapılabilecek bir İran operasyonu öncesi Hizbullah tehdidini ortadan kaldırmaktı. Daha da geniş kapsamlı değerlendirilirse, bu operasyon Ortadoğu’yu etnik ve dinsel açıdan bölerek yeniden şekillendirme girişiminin somut bir adımı olarak da görülebilir. Lübnan, etnik açıdan Ortadoğu’nun en karmaşık ülkesi; bu açıdan daha sonra yapılabilecek geniş kapsamlı operasyonlar için bir laboratuar konumundadır. Tüm bu amaçlara karşın gerginliğin sonuçları İsrail ve ABD açısından hiç de hesapladıkları gibi olmamıştır. İsrail’in işgal ve saldırıyla elde etmeye çalıştıklarını Barış Gücü misyonu yerine getirirse; bu, saldırganlığı ödüllendirmek ve daha sonraki saldırganlıkları cesaretlendirmek anlamına gelecektir.
Türkiye Barış Gücü Gönderebilir Ama…
Barış gücü kapsamlı bir müdahale biçimidir. Sıcak bir çatışma bölgesine gidip çatışmayı durdurmak Barış Gücü’nün öncelikli amacı değildir. Barış Gücü görevleri daha çok sıcak çatışmanın durmasından sonra BM kararıyla devreye girer. Barış gücü çatışmanın farklı süreçlerinde farklı şekillerde değerlendirilir. Düşük yoğunluklu bir çatışmanın geniş kapsamlı bir savaşa dönüşmesini engellemek; savaş çıkmışsa onun kısa sürede kontrol edilmesine katkıda bulunmak; ateşkes ilan edilmişse ateşkesi denetlemek; ateşkes sonrası durumda ise altyapı hizmetlerini sağlamak ve insanî yardım götürüp bölgenin normalleşmesine katkıda bulunmak Barış Gücü operasyonlarının temel hedefleridir.
Ortadoğu’da etnik ve dinî kamplaşmalar, çatışmalar ve her türlü istikrarsızlık Türkiye’nin çıkarlarına terstir. Türkiye Ortadoğu’ya yönelik bir strateji belirlerken bu çerçeveyi göz önünde bulundurmalıdır. Türkiye’nin Lübnan’da insanî yardım ve altyapı inşası konusunda aktif rol almasının saldırıdan ağır yara alan Lübnan ve Filistin halklarının yaralarının sarılmasına katkısı olacaktır. Ancak İsrail’in Türk askerleri tarafından korunduğu izlenimi, Türkiye’nin bölgedeki tarihsel ve kültürel derinliğini ve sermayesini önemli ölçüde azaltacaktır. Filistin’de istikrarı sağlayamayacak bir ortam Lübnan’a da istikrar getirmeyecektir. Bu açıdan BM kararına ek olarak, Filistin’in refahı ve güvenliği konusunda somut adımlar atılmak zorundadır. Türkiye’nin Barış Gücü’ne katkıda bulunabilmesi için aşağıdaki şartlar elzemdir:
• İsrail, Gazze ve Batı Şeria’ya uyguladığı ablukayı kaldırmalı ve bu bölgelere insanî yardım yapılması konusunda sorun çıkarmamalıdır. Zira Filistin’de çıkabilecek bir gerginlik doğrudan Lübnan’da hissedilecektir.
• İsrail’in ve Hizbullah’ın istikrarı ve ateşkesi bozucu müdahaleleri olursa, bunları cezalandırmak için somut bir yaptırım rejimi üzerinde anlaşılmalı ve bu yaptırımların uygulanacağı konusunda başta ABD olmak üzere uluslararası kamuoyundan somut teminat alınmalıdır. Böyle bir teminat alınmadan Barış Gücü askeri göndermek tam bir kumar olur.
• Hamas ve Hizbullah meşru aktörler olarak İsrail ABD ve AB tarafından kademeli bir şekilde siyasî sürece dahil edilmelidir. Hizbullah ve Hamas’ın siyasal sürece dâhil edilmesi olumlu bir dönüşüm geçirmelerine neden olacaktır.
• Lübnan saldırısı esnasında işlenen insanlık suçları konusunda bir soruşturma başlatılmalıdır. Özellikle İsrail’in kitle imha silahları kullandığına dair iddialar tarafsız gözlemcilerce araştırılmalı ve ihlaller gerçekleştirilmişse bu konuda yaptırım uygulanmalıdır.
• Lübnan’daki İsrail bombardımanı milyarlarca dolarlık maddî zarara neden olmuştur. İsrail neden olduğu yıkımlardan dolayı bir şekilde maddî bedel ödemelidir; aksi takdirde yapılan ve yapılması öngörülen altyapı çalışmaları ve çabalar boşa gidebilir.
Tüm bu şartların kabulü dahi Türkiye açısından riski azaltmayacaktır; ancak tarafların samimi olduklarını göstermeleri açısından bu şartları kabul etmeleri gerekmektedir. Ortadoğu’nun bütününe yönelik barışçı tasarımlar konusunda diğer ilgili taraflar da samimi olduklarını göstermek durumundadırlar. Türkiye’nin dışarıdan kendine dayatılan rolleri kabul etmesi Türkiye’nin ve bölgenin çıkarına uygun değildir.
Paylaş
Tavsiye Et