PAPA 16. Benedikt 12 Eylül 2006’da Regensburg Üniversitesi’nde “İman, Akıl ve Üniversite: Hatıralar ve Düşünceler” başlıklı bir konuşma yaptı. Papa’nın İslam dünyasında büyük yankı uyandıran bu konuşması aslında derinlerde bir kültürel korkuyu yansıtıyor. Bundan 900 yıl önce bir başka Papa da benzer kaygıları ele alan bir konuşma yapmıştı. Fransız asıllı Papa II. Urban 1095 yılında Bizans İmparatoru’nun gönderdiği elçiyi kabul etti. Elçi, Papa’dan imparatorluk sınırları içinde giderek daha fazla toprak sahibi olan Müslümanlara karşı yardım istiyordu. Gerçekten de 1071 yılında Alparslan komutasında Anadolu’ya giren Selçuklular, sadece on yıl sonra Süleyman Şah komutasında, Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir merkez olan İznik’i ele geçirmişlerdi.
Doğu Hıristiyanlığının bu durumu Batı’da da bir panik havası estiriyordu. Bunun üzerine İtalyan ve Fransız rahiplerin katıldığı büyük bir konsey toplandı. Konsey o kadar kalabalıktı ki toplantının açık havada yapılması gerekiyordu. Aynı yılın Kasım ayında Fransa’nın Klermont şehrinde toplanan konseye hitap eden Urban, Avrupa tarihindeki en önemli konuşma olarak bilinen meşhur vaazını gerçekleştirdi. Papa’nın oldukça duygu yüklü vaazında ana tema, ‘kafirler’in kutsal Kudüs’ü işgal ettikleri, “vahşi, kaba ve piç” Türklerin Doğu Hıristiyanlığının kalelerini ele geçirdiği; buna karşılık Hıristiyanların uykuda oldukları ve kardeşlerinin yardımına gitmedikleriydi. Ancak Papa bunun yeterli bir motivasyon olmadığını da düşünmüş olmalıydı ki, Fransa’nın kalabalık ve fakirlik içinde bir ülke olduğunu, oysa İslam topraklarında her yerden süt ve bal aktığını da söylemeyi ihmal etmiyordu. Papa kalabalıktan kılıçlarını Tanrı için kaldırmalarını istedi, onlar da hep birlikte “Dieu le veut!” (Tanrı böyle istiyor) diye haykırdılar. Böylece emperyalizm katkılı Haçlı Seferleri başlamış oldu. Papa II. Urban’ın 1099 yılında ölümünden sadece 14 gün önce Kudüs Haçlıların eline geçmişti; ancak bu haber ona yetişemedi.
1095 yılından 2006’ya gelinen dönemde Hıristiyan Batı askerî, ekonomik ve siyasi hegemonyasını yerleştirmiş bulunuyor. Hıristiyan Batı halen bir Müslüman ülkeyi fiili işgal altında tutuyor, bir başkası tarumar edilmiş durumda; Filistin onların desteklediği bir işgal altında; Müslüman azınlıklar eğer bir başka Müslüman ülke sınırları içinde yaşamıyorlarsa kendi kaderlerine terk edilmiş durumdalar; Müslümanların elle tutulur bir gücü mevcut değil. Sadece bir İslam ülkesinin elinde atom bombası var ve o da “taş devrine geri gönderilme” gibi iğrenç tehditlere boyun eğecek kadar güçsüz. Buna rağmen, 900 yıl sonra bir başka Papa Batı’nın döktüğü bunca kan varken, İslam’ı şiddetle yayılmış bir din olarak gösterebiliyor. Her iki Papa’nın da üsluplarındaki incelik dışında paylaştıkları ortak bir İslam korkusu var. Üsluptaki incelik ise iletişim çağının getirdiği bir yenilik olsa gerek. Biri, konuşmasının anında tercüme edileceğinden korkmadan bir Fransız kasabasında konuşurken; diğeri, internet çağında yaşadığını biliyor ve söylemini özenle seçilmiş alıntıların arkasına saklıyor. Ancak Avrupa’nın Hıristiyan kimliğinin bozulması, aradan geçen 900 yıla rağmen her ikisinin ortak korkusu.
Bu korkuya göre, bütün askerî ve ekonomik gücüne rağmen Avrupa bugün bir İslam ‘tasallutu’ altında. Neticede Batı’nın maddi üstünlüğü, onun nüfus açısından kendini yenileyememesinden kaynaklanan çöküşünü engelleyemiyor. Oysa Avrupa’daki Müslümanlar, çok büyük oranda, bir işgal neticesinde değil, Batı’nın sömürgeci geçmişinin getirisi olarak Avrupa’da yaşamaktalar. Ancak Vatikan, Avrupa’nın giderek Hıristiyanlıktan çıktığını biliyor ve bu İslam tasallutuna geçit veren zihniyet olarak da seküler ahlak ve kurumsallaşmayı görüyor. Zira seküler ahlak bir tarafta Avrupa’nın nüfus artışını engelleyen etkiler yapıyor, diğer tarafta Avrupa kimliğinin seküler olarak tayin edilmesinin özellikle Türkiye’nin AB’ye üyeliğine imkân vererek Müslümanların Avrupa’ya yayılmasını sağlayacağından korkuluyor.
Papa XVI. Benedikt’in İslam’a hakaret içeren alıntılara izin verdiği konuşması, ilginç bir şekilde Hıristiyan Batı medeniyetinin antik Yunan felsefesi köklerine atıfta bulunuyordu. Bu konuşmasında Papa, Batı medeniyetindeki antik Yunan felsefesi kökleri dolayısıyla Hıristiyanlığın, “kılıç zoruyla yayılan” İslam’ın aksine mantık ve din arasında bir sentez gerçekleştirdiğini iddia ediyordu. Oysa herkesten önce, doktriner olmayan rahiplere karşı sert muamelesi dolayısıyla ve Nazi geçmişine atıfla zamanında adı “Panzer Kardinal”e çıkan Papa’nın da bildiği gibi tarihsel olarak bu görüş doğru değil. İslam felsefesi Yunan felsefesiyle Avrupa’dan çok daha önce tanışmış ve bu felsefenin ürünlerini tercüme etmiş, yeniden yorumlamıştır. Avrupa antik Yunan eserlerini Arapça’dan tercüme etmiştir. Ama bu tarihî gerçeğe atıfta bulunmak bile entelektüel mülkiyet haklarından sürekli dem vuran Batı’ya ağır geliyor. Vatikan’ın İslam tarihinden çok daha önce kendi tarihiyle; Engizisyonla, İspanyol Reconquistasıyla, Haçlı seferleriyle, sömürgecilik tarihiyle ve Avrupa’nın Nazi geçmişiyle hesaplaşması gerekiyor.
Katolik Kilisesi’nin, artık nüfus olarak daha kalabalık olduğu Latin Amerika ya da Asya’dan bir ismin değil de, Avrupa kültürel korkularını öteden beri seslendiren Kardinal Ratzinger’i Papa olarak seçmesi de kendi içinde bir mesaj taşıyordu. Latin Amerikalı ya da Asyalı bir Papa, Katolikliğin evrensel boyutunu vurgulayacaktı. Ancak Vatikan, Avrupa’nın Hıristiyan kimliği konusundaki hassasiyetiyle tanınan muhafazakâr bir kardinale bu unvanı vererek, “Avrupa Hıristiyan’dır ve Hıristiyan kalacaktır” mesajını tercih etti. Soğuk Savaş ve ardından gelen liberal ekonomik dönemde Polonyalı Papa oldukça iyi iş çıkarmıştı. Ancak Papa Jean Paul medeniyet kavgası işiyle ilgilenmiyor, Irak’ın işgali gibi konularda Amerikan yönetimiyle de ters düşüyordu. Şimdi ise Müslüman nüfus artışının ve Türkiye’nin üyelik ihtimalinin getirdiği kültürel korkunun oluşturduğu bir ortamda Kıta Avrupası’ndan, özellikle de Almanya’dan bir Papa, Amerika’daki Haçlı Şövalyesine daha iyi eşlik edebilecektir. II. Urban’ın kemikleri sızlamasın; Dieu le veut!
Paylaş
Tavsiye Et