SON Milli Eğitim Şûrası, aslında geç kalmış bir şûra idi; hazırlanışı, tartışılan konular, takdim edilişi bakımından da sorunlu gözükmekteydi. Her şeye rağmen, Türkiye’de belli bir konu üzerinden, temel yaklaşımları göstermesi bakımından da anlamlıydı.
Tartışmaların yoğunlaştığı nokta, meslek liselerindeki, -ancak gerçekte İmam-Hatip Liseleri’ndeki- öğrencilerin üniversiteye girişte karşılaştığı katsayı problemiydi. Konuyu hukuki düzenlemeler bakımından kısaca tahlil edelim.
“Üniversiteye Giriş” meselesi Anayasa’nın 130. maddesindeki düzenlemeyle kanuna havale edilmektedir: “… öğretim düzeyleri ve süreleri, yükseköğretime giriş, devam ve alınacak harçlar, … disiplin ve ceza işleri,…kanunla düzenlenir.” Kanunla kastedilen, öncelikle Yükseköğretim Kanunu’dur. 2547 sayılı bu kanunun 45. maddesinde ise, “Yükseköğretime Giriş” başlığıyla, öğrencilerin üniversitelere girişlerindeki esasların Yükseköğretim Kurulu tarafından belirleneceği, ortaöğretimdeki başarıların dikkate alınacağı, ancak bu başarıların Yükseköğretim Kurulu’nun uygun bulacağı bir yöntemle (katsayı uygulaması) giriş puanına ekleneceği ifade edilmektedir.
Üniversiteye girişle ilgili tek kanun düzenlemesi bundan ibaret değildir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 31. maddesinin ikinci fıkrasında, “(h)angi yükseköğretim kurumlarına, hangi programları bitirenlerin nasıl girecekleri, giriş şartları Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilir” denilmek suretiyle, Milli Eğitim Bakanlığı’na da, üniversitelere giriş konusunda bir yetki verilmektedir. Üniversite öğretiminin, ortaöğretim üzerine bina edilmesi, ortaöğretimde görülen derslerin ve elde edilen başarının üniversiteye girişte etkili olmasını gerektirir. Bu sebeple, üniversiteye girişin düzenlenmesinde sadece Yükseköğretim Kurulu’nun yetkili kılınması yerine, Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte hareket etmesinin sağlanması isabetli bir düşüncedir.
Bu hukuki çerçeve içinde, üniversiteye giriş konusunun düzenlenmesi, Yükseköğretim Kurulu ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın birlikte çalışmasına bırakılmıştır. Son Milli Eğitim Şûrası’ndaki müzakereleri ve alınan kararları bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bu konuda yetki ile ilgili itiraz ve değerlendirmeler haklı bir temele dayanmıyor.
Aslında, medyada ortaya çıkan tartışmalar ve YÖK’ün açıklamaları, meselenin hukuki çerçevesi içinde ileri sürülmemekte. Çoğu zaman olduğu gibi, konu, yine laiklik etrafında ele alınıyor ve özellikle Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na atıf yapılıyor. Tam da bu noktada, adı geçen kanunu değerlendirmek ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki dönemde gerçekleştirilen uygulamaların nasıl ideolojik bir yorumla çarpıtıldığını göstermek istiyoruz.
Her şeyden önce burada, bir temel tespiti ortaya koymak gerekir: 27 Mayıs askerî darbesi ve akabinde hazırlanan 1961 Anayasası Türkiye için yeni bir ‘ideoloji’ getirir; bu ideoloji Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1960’a kadar benimsenen anlayışlardan farklıdır. Her ne kadar kendilerini, o döneme atfen meşrulaştırmak isteseler de darbeyi yapanlar ve onları yönlendirenler gerçekte Türkiye’ye yeni bir ideoloji tayin etmek istemişlerdir. Bu niyeti, 1961 Anayasası’nın ilk maddelerindeki düzenlemelerle, 1924 Anayasası’nın ilgili maddelerini karşılaştırarak ortaya çıkartmak mümkün.
60’lı yıllarda Yön dergisi çevresinde ortaya çıkan hareket, sola doğru yanaşan bu yeni ideolojiyi, yani “Sol Kemalizm”i oluşturur. Askerî darbe planlayan ve ordu içinde cunta kuran bu siyasi hareket, bir iç hesaplaşma ile 12 Mart 1971’de tasfiye edilir. 28 Şubat müdahalesi ile Türkiye’de yönetime “el koyan” asker-sivil bürokrasi ile yargı bürokrasisi de 12 Mart’ta tasfiye edilen Yön Hareketi’yle ideolojik bağı bulunan kimselerden oluşmaktaydı. Hatta Yön Bildirisi’ni imzalayan isimlere bakılırsa, sadece ideolojik bağ değil, bir organik bağdan da söz edebiliriz. Bu ara izah, bugün “resmi ideoloji” ve ‘laiklik’ adına ileri atılan, mücadele sürdüren kimselerin önemli bir kısmının Yön Hareketi’ne mensup, 12 Mart müdahalesi ile yine ‘devlet’ tarafından tasfiye edilmiş kişiler olduğuna değinmek için gerekliydi. Tartışmanın bir tarafını, “devlet” ya da “resmi ideoloji” olarak gösterme gayretlerini, Türkiye kamuoyunun görmesi gerekiyor. Zira herkes, kendi düşüncesini ve ideolojik yaklaşımını maskelemeden ortaya koymalı; dürüstçe yapılacak bir tartışmanın ilk kuralı bu olmalı.
Son on yıllık sürede tanık olduğumuz, sekiz yıllık kesintisiz eğitim ve İmam-Hatip Liseleri ile ilgili uygulamalar üzerindeki tartışmalar nihayetinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na dayandırılmakta. Pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da, bir oldubitti ile oluşturulan uygulama asla değişmez, değiştirilemez bir “rejim meselesi” haline getiriliyor.
Her şeyden önce, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kamuoyu tarafından, hatta konuyu tartışanlar tarafından bile bilinmiyor. 3 Mart 1340 (1924) tarihli bu kanun incelendiğinde, görülecektir ki, ‘tedrisat’ın (öğretimin) içeriği ile yani müfredatla ilgili tek bir hüküm bulunmamaktadır. Kanunla yapılmak istenen sadece eğitim ve öğretimin teşkilatının düzenlenmesidir. Daha önce, çeşitli vakıfların (aynı tarihte lağv edilen) Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin, Sıhhiye Vekâleti’nin idaresinde olan her derecedeki okulun Maarif Vekâleti’nin idaresine verilmesine, bütçede bunlara ait miktarların Maarif Vekâleti bütçesine aktarılmasına dair hususlar birkaç madde ile bu kanunda düzenlenmektedir. Müdafa-yı Milliye Vekâleti’ne bağlı okullar Maarif Vekâleti’ne bağlanmışsa da, yaklaşık bir yıl sonra kanunda yapılan bir değişiklikle tekrar eski şekline iade olunmuşlardır.
Toplam 7 maddeden oluşan bu kanunun 2 maddesi yürürlük ve yetki maddesidir. Kalan 5 maddeden birincisi, genel bir hükümle, bütün okulları Maarif Vekâleti’ne bağlamakta; ikincisi, çeşitli vakıfların (aynı tarihte lağvedilen) Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin idaresinde olan her derecedeki okulun Maarif Vekâleti’nin idaresine verildiğini tasrih etmekte; üçüncüsü, Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti için bütçede ayrılan meblağın Maarif Vekâleti’ne devrini öngörmekte; dördüncüsü, din mütehassısları ile imam ve hatip yetiştirmek için gerekli kurumların Maarif Vekâleti’nce açılacağını belirtmekte; beşincisi ise, Müdafa-yı Milliye Vekâleti’ne bağlı orta derecedeki okullar ile Sıhhiye Vekâleti’ne bağlı okulların bütçedeki paylarıyla birlikte yine Maarif Vekâleti’ne devredildiğini hükme bağlamaktadır. Bu son, beşinci maddede bir yıl kadar sonra yapılan bir değişiklikle askerî okullar tekrar Müdafa-yı Milliye Vekâleti’ne bağlanmıştır.
Neresinden bakarsak bakalım, nasıl okursak okuyalım, Tevhid-i Tedrisat Kanunu müfredat bakımından laik eğitim ile ilgili hiçbir hüküm içermemektedir. Zaten, kanunun kabul tarihinde, Anayasa’da “Devletin dini din-i İslamdır” hükmü yer alırken, laik bir öğretimin kanunla öngörülmesi mantıken de mümkün olamazdı. Bu kanun, tekrar edecek olursak, Türkiye’deki eğitim ve öğretimin tek elden, Milli Eğitim Bakanlığı (o zaman Maarif Vekâleti) tarafından yönetilmesini temin etmeyi hedeflemektedir. Kanuna göre Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak kaydıyla müfredatın her türlü düzenlenmesi serbesttir. Bu husus o kadar açıktır ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki müzakerelerde de kanunun müfredatla ilişkisi kurulmamıştır. Bugün, belki kanunun dilindeki eskilikten dolayı, çağdaş aydınlarımız metni okuyup anlamakta zorluk çekiyorlar; önemli bir kısmı ise kanunu bulup okumaya bile zahmet etmiyorlar.
Kanun dikkatle incelenirse, Milli Eğitim Bakanlığı’nın idaresi dışında kalan, -mesela vakıflara ait- okullar ile YÖK’ün Bakanlık’tan bağımsız varlığı bu kanuna aykırılık teşkil ediyor. Gerçi, YÖK, Anayasa’da düzenlenmiş olmakla, yine Anayasa’nın “İnkılapların Korunması” başlıklı 174. maddesinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılması ve yorumlanması engellenmiş olduğundan, hukuki varlığını şeklî anlamda sürdürebilir. Ancak bu durum, gerçekte, YÖK’ün varlığının, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ruhuna değil, açıkça metnine dahi aykırı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, İmam-Hatip Liseleri ve üniversiteye girişte katsayı uygulamalarını kendi zemininde, samimiyetle tartışmak gerekiyor. Herkesin, bir siyasi görüşe, bir ideolojiye sahip olması tabiidir; ancak bu açık ve dürüst bir şekilde ortaya konulmalı, kanaatler “resmi ideoloji” perdesinin arkasına saklanmadan açıklanmalıdır. İnsanlar, kendileri ve kendi çocukları için bir takım taleplerde bulunabilirler; Türkiye’de sorun teşkil eden şey, bazı kimselerin başkalarının çocuklarını da kendi ideolojileri istikametinde yönlendirme, bu olmadığı takdirde ise engelleme hakkını kendilerinde bulmalarıdır. Buna izin vermemek gerekir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu
Kanun Numarası: 430
Kabul Tarihi: 3/3/1340
Yayımlandığı Resmi Gazete;
Tarih: 6/3/1340
Sayı: 63
Yayımlandığı Düstur: 3. Tertip, Cilt: 5, Sayfa: 322
Madde 1. Türkiye dâhilindeki bütün müessesât-ı ilmiyye ve tedrisiyye Maarif Vekâleti’ne merbuttur.
Madde 2. Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususî vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devir ve raptedilmiştir.
Madde 3. Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekâtip ve medarise tahsis olunan mebaliğ, Maarif bütçesine nakledilecektir.
Madde 4. Maarif Vekâleti, yüksek diniyyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Dârülfünun’da bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı diniyyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşad edecektir.
Madde 5. Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisat-ı umumiyye ile müştegil olup şimdiye kadar Müdâfaa-i Milliye’ye merbut olan askerî rüşti ve idadilerle Sıhhiye Vekâleti’ne merbut olan Darüleytamlar, bütçeleri ve heyet-i talimiyyeleri ile beraber Maarif Vekâleti’ne raptolunmuştur. Mezkur rüşdi ve idadilerde bulunan heyet-i talimiyyelerin cihet-i irtibatları âtiyen ait olacağı vekâletler arasında tahvil ve tanzim edilecek ve o zamana kadar orduya mensup olan muallimler orduya nisbetlerini muhafaza edecektir. (Ek: 22/4/1341-637/1 md.) Mekteb-i Harbiyye’den menşe teşkil eden askerî liseler, bütçe ve kadrolarıyla Müdâfaa-i Milliyye Vekâleti’ne devrolunmuştur.
Madde 6. İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.
Madde 7. İşbu kanunun icra-yı ahkâmına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
Paylaş
Tavsiye Et