BAŞÖRTÜSÜNÜ üniversitelerde serbest bırakmayı öngören anayasa değişikliğinin, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından iptal edilmesiyle birlikte Türkiye’de yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. Adım adım gerçekleştirilmeye çalışılan “yargıçlar iktidarı”, bu yeni kararla tescillendi. Böylece AYM hem anayasal rejimi değiştirdi hem de sadece Anayasa’ya dayanan kendi meşruiyetini hukuken tartışmalı hale getirdi.
Türkiye’de siyaseti ve hukuku gazete haberleri ve günlük gelişmeler çerçevesinde değerlendiren, “olan”ı “olması gereken” zannederek cehaletin verdiği bir katilikle olaylara bakan insanların göremediği ve göremeyeceği bir vahametle karşı karşıyayız. AYM’yi mevcut olduğu için, mutlaka olması gereken bir kurum şeklinde algılayan, bir de ona “Anayasa’yı ve rejimi koruma” görevi atfeden cahil insanlar, hem kendilerini hem de çevrelerini aldatmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
AYM de diğer devlet kurumları gibi hukuk kurallarıyla var edilmiş bir kurum. Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten 1961’e kadar Türkiye’de AYM yoktu. Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde de böyleydi; halen de birçok ülkede bu görevi ifa etmek üzere kurulmuş özel mahkemeler yok. O halde, “rejimin korunması” görevinin AYM’de olduğunu vehmetmek geçersiz bir iddia.
AYM’de yasama, yürütme ve yargı organlarının üstünde, anayasal sistemin genel denetleyicisi/koruyucusu/nazırı yetkisi vehmedenler, son kararı pozitif hukuk kurallarına bakarak değerlendirmekten ısrarla kaçıyor; yürürlükteki hukuk kuralları ve Anayasa hükümleri yerine ortalıkta dolaşan “Teyzemin sakalı olsaydı ne olurdu?” şeklinde özetlenebilecek varsayımlarla kararı haklı göstermeye çalışıyor. Buradaki temel sorun, AYM’ye yüklenen misyonda yatıyor. AYM, Anayasa’da düzenlenen bütün diğer kurumlar gibi, görev ve yetkileri açıkça Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş bir yargı kurumudur; daha fazlası değil. Anayasa, yasama, yürütme ve yargı organları arasında bir astlık-üstlük ilişkisi bulunamayacağını belirtmektedir.
AYM üyelerinin tartışılan karara varmalarında izledikleri muhakeme yollarından medyaya yansıyan bir tanesi hayli ilgi çekici. “TBMM seçimlerin yirmi yılda bir yapılmasına karar verirse ne olacak?” şeklinde ortaya konulan bir soru üzerine bazı üyeler, Anayasa ve kanunlarda kendilerine yetki verilmemiş olsa da, TBMM’nin bu şekildeki kararına müdahale etmeleri gerektiğini düşünmüşler. Bu varsayım bile, kararın ne kadar hukuk dışı muhakeme tarzlarıyla açıklanmaya çalışıldığını gösteriyor.
Anayasa’nın 148. maddesi, açıkça anayasa değişikliklerinin sadece şekil bakımından denetlenebileceğini belirtiyor. Üstelik şekil meselelerini de mutlak manada değil, sadece teklif çoğunluğu, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşme yasağı açılarından denetlemeye cevaz veriyor. Bu üçü dışındaki diğer şekil meselelerinin denetlenmesi de Anayasa tarafından yasaklanıyor.
Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan “değiştirilmezlik” hükmü ve onu koruyan “değiştirilmenin teklif edilemezliği” hükmü bir “teklif edilebilirlik” meselesi olarak ele alınırsa, şekil denetimine tabi olmaz mı? Bu konunun şekil denetimi mi yoksa içerik (esas) denetimi mi olduğu tartışılabilir. Ancak şekil denetimi olduğunu varsaysak dahi, 4. madde üzerinden 2. madde çerçevesinde yapılacak bir denetim, 148. maddede izin verilen denetim kapsamına giremez; bunun tartışılacak bir mesele bile olmadığı açıktır. Bazı yazarlar, 148. maddede geçen “teklif çoğunluğu” ibaresinden hareketle “teklif edilebilirlik” meselesinin de denetleneceğini söyleseler de, bunu bir anlama yetersizliği olarak görmek zorundayız; Anayasa hükmünün sarahati karşısında bunu başka türlü değerlendirmek mümkün değil.
Anayasa’nın 148. maddesindeki denetim imkanı dışında, başka maddeleri de, özellikle 4. madde hükmünü dikkate alarak bir denetim yapmak mümkün değil midir? Önemli bir soru da budur. Hangi tarihî süreçten geçilerek, yaşanan hangi hadiselerden mülhem olarak düzenlendiğine bakacak olursak, tam da 4. madde üzerinden 2. madde çerçevesinde bir denetimi engellemek üzere 148. madde hükmünün konulduğu görülür. 70’li yıllarda yaşanan yasama organı ile AYM arasındaki çekişmeler, 2. madde çerçevesindeki denetimin şekil denetimi olduğu noktasında Mahkeme’nin ısrarına dayanmaktaydı. Yeni Anayasa hazırlanırken AYM’nin bu yorumunu devre dışı bırakmak, yani 2. madde çerçevesindeki denetimi şekil denetimi kapsamı dışına çıkartmak için 148. madde bugünkü haliyle düzenlenmiştir. Danışma Meclisi tutanaklarında bu tartışmaları açık bir şekilde görebiliriz. 148. madde Danışma Meclisi’nden geçtiği zaman 157. madde olarak düzenlenmiştir. Orada, şekil bakımından denetimin kapsamı belirtilirken “Yüzdoksanbirinci (şimdiki 175.) maddedeki teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususlarına inhisar eder” denilmektedir. Bugünkü 175. maddeye yapılan atıf Milli Güvenlik Konseyi tarafından, gereksiz bulunduğu için çıkartılmıştır. 148. maddenin hazırlanmasındaki bu çerçeve de gösteriyor ki, anayasa değişikliklerinin denetiminin sadece 148. maddede belirtilen üç hususla sınırlandırılması, başka bir meselenin (4. ve 2. maddeler dâhil) şekil meselesi de olsa denetim dışında bırakılması “kurucu iktidar”ın amacıdır.
Son tartışma konusu ise, Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan “teklif edilemez”lik hükmünün bir müeyyidesi olup olmayacağıdır. Anayasa koyucu 4. maddeye bir yasaklama koymuştur; ama ona uyulup uyulmadığını denetleme yetkisini AYM’ye vermemiştir. AYM, devletin genel zabıtası, Anayasa’nın ve rejimin nihai muhafızı değildir; sadece Anayasa’dan meşruiyetini alan ve sadece Anayasa’da belirtilen görevleri yerine getiren bir kurumdur. “Şöyle olursa ne yaparız?” şeklindeki mülahazalarla AYM’yi, Anayasa’nın vermediği, hatta bilinçli olarak vermekten kaçındığı yetkilerle donatmaya çalışırsak o zaman anayasal düzeni bozmuş oluruz. O türden mülahazaların sonu yoktur; benzerleri, pekâlâ, AYM için de düşünülebilir. Farzımuhal, 2. maddedeki “demokratik devlet” ve “hukuk devleti” ilkelerini bir türlü hazmedemeyen bazı seçilmemiş iktidar odakları, bir gün, seçilmiş parlamentoya müdahale etmek isteseler ama ülke ve dünya şartları buna imkan vermese, bunun yerine anayasal kurumların yetkilerini keyfi bir şekilde yorumlayıp genişleterek istediklerini gerçekleştirmeye çalışsalar, olmaz ya(!), AYM de buna uygun kararlar verse, o zaman 2. maddede sayılan nitelikler “değiştirilmiş” olmaz mı? O zaman bunu kim denetleyecek? 4. maddedeki “değiştirilmezlik” hükmünden hareketle parlamento devreye girip, değiştirilmez nitelikleri yorumla değiştirmeye kalkan AYM hakkında yeni bir düzenleme mi yapacak? Varsayımlardan hareket edersek ihtimaller sınırsız sayıda çoğaltılabilir ve işin içinden çıkamayız. Varsayımlar değil somut hukuk kuralları karşımızda; onlara uymak ve onları uygulamak bütün kurumların görevi.
Paylaş
Tavsiye Et