Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2007) > Toplum > Hasan Aycın’ın gözgüsü
Toplum
Hasan Aycın’ın gözgüsü
Mustafa Özel
SA­NAT ney­le bes­le­nir? Da­ha doğ­ru­su, sa­nat­çı? Din, fel­se­fe, ta­rih? Hep­siy­le şüp­he­siz. Fa­kat bel­ki en doğ­ru­su, sa­na­tın sa­nat­la bes­len­di­ği­dir. Ha­san Ay­cın da son ki­ta­bı­na, ha­yır bü­tün ki­tap­la­rı­na, Yu­nus’un aç­tı­ğı yol­dan gi­ri­yor:
 
Dost sû­re­ti göz­gü­dü­rür
Ba­kan ken­di yü­zün gö­rür
 
İlk yap­ra­ğı çe­vi­ri­yor ve bu dün­ya­nın yü­zü­nü gö­rü­yor­su­nuz: Sı­kıl­mış bir yum­ru­ğa uza­tı­lan gül. Kar­şı say­fa­da, muh­te­me­len ay­nı gül, göz­yaş­la­rı­na bo­ğul­muş. Göz­yaş­la­rı için­de çe­vir­di­ği­niz üçün­cü say­fa Ku­düs ve Bağ­dat’a it­haf edil­miş: Kur’an okur­ken şe­hit edil­miş mü­mi­nin kal­bin­den bir gül fış­kı­rı­yor!
Çiz­gi bir dil, dil bir ih­san. Onun­la ör­tü­le­ri ara­lı­yor Ha­san. Soh­be­tin, sö­zün ço­cu­ğu. Köy­lü çün­kü. “Uç yer­ler­dir köy­ler; dün­ya ile ahi­re­tin sı­nı­rın­da ku­rul­muş­lar­dır san­ki. Ki­tap­la­rı yok, soh­bet­le­ri var­dır.” Şeh­ri, Hac’dan dö­nen bü­yük­ler­den din­ler köy­lü­ler. Bur­sa, Kon­ya, Şam. Bağ­dat, Mek­ke, Me­di­ne. Cen­net yo­lu­nun mük­rim ko­nak­la­rı.
Ömer Le­ke­siz, bir ça­lış­ma­sın­da (Ha­san Ay­cın Çiz­gi­le­rin­den Ör­nek­ler­le Çiz­gi Sa­na­tın­da Dil ve Me­saj, Ye­di­Ge­ce­Ki­tap­la­rı, İs­tan­bul, 1995) şe­hir­de ge­ce yü­rü­yü­şü­ne çı­kan çiz­gi us­ta­sı­nın ‘di­li­ni’ tah­lil edi­yor­du. Çiz­gi­le­ri ‘oku­ma­ya’ kalk­mı­yor, okun­ma­sı­na yar­dım­cı ola­bi­le­cek tu­ta­mak­lar su­nu­yor­du. Ge­ce yü­rü­yü­şü­nün bir şeh­rin (me­di­ne­nin) so­kak­la­rın­da de­ğil, bir uç­tan di­ğe­ri­ne İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin hik­met burç­la­rın­da ger­çek­leş­ti­ril­di­ği­ni an­lı­yor­duk. Özel­lik­le Se­zai Ka­ra­koç’a da­ir çiz­gi­ler bu­nu mü­kem­mel bir tarz­da ele ve­ri­yor­du. Ömer’in bel­ki ge­re­ğin­den faz­la bi­lim­sel tah­lil­le­ri, oku­yu­cu­nun ge­ce yü­rü­yü­şü­ne tu­tul­muş müs­mir bir fe­ner­di; bir kal­dı­raç, bir bo­cur­gat.
Ge­ce Yü­rü­yü­şü, A. Sa­met’in fe­da­kâ­ra­ne ça­ba­sıy­la gü­zel bir kı­ya­fet­le oku­yu­cu­ya su­nul­du­ğun­da, bir der­gi­nin so­ruş­tur­ma­sı­na ben de kı­sa bir ce­vap­la ka­tıl­mış­tım. Bu­gün ora­da sarf et­ti­ğim söz­le­re her­han­gi bir ila­ve­de bu­lun­mak­ta zor­la­nı­yo­rum. Söz, sı­nır­la­rı­nı se­vi­yor.
Hiç­bir sa­nat­çı öz­gün de­ğil­dir. Yi­ne de her bü­yük sa­nat­çı an­cak ken­di­ne atıf­la an­la­şı­la­bi­lir. Ha­san Ay­cın, âhir za­man ate­şi­ni avu­cun­da (ha­yır, ru­hun­da) his­se­de­rek çi­zi­yor. ‘Mi­tik’ bir şah­si­yet. San­ki ya­ra­tı­lı­şın ilk anın­da ya­şı­yor­muş gi­bi. İn­san de­nen unut­kan mah­lû­ka, o ilk anın he­ye­ca­nı­nı ve âhir za­man­da bu­lu­nu­yor ol­ma­nın deh­şe­ti­ni bir­lik­te tat­tı­rı­yor. İn­sa­nı o ilk ana yak­laş­tı­rı­yor. Tu­zak­la­rı gös­te­ri­yor. İğ­va­la­rın üze­rin­den at­la­tı­yor. İl­kel­li­ğin iç­ten­li­ği­ne yö­nel­ti­yor.
Mo­dern in­san, ho­mo eco­no­mi­cus ol­ma­yı eş­ref-i mah­lû­katol­ma­ya ter­cih eden bir bed­baht. Ka­yıp­la­rı­nı id­râk­ten bi­le âciz. Sa­nat­çı, bu baht­sı­za kay­bo­lan cen­ne­tin ko­ku­su­nu his­set­tir­mi­yor­sa, baş­ka ne ya­par? Bü­tün me­se­le, ha­tır­la­mak­ta. Ve in­sa­noğ­lu unut­kan. Da­ha­sı, mo­dern in­san bi­linç­li ha­fı­za kay­bı­na mah­kûm. Ha­san’ın çiz­gi­le­ri nis­yan­la zik­rin sı­nır taş­la­rı, unut­ma ile ha­tır­la­ma­nın. Mâ­be­din için­den doğ­ru bes­le­nen bir pı­nar. Eşi­ğe yak­la­şan­lar be­he­me­hâl avuç­la­rı­nı dol­du­rup ya­ra­la­rı­na gö­tü­rü­yor. Mâ­be­din dı­şın­da ge­zi­nen, ce­na­ze­le­ri­nin içe­ri­de­ki­ler­ce kal­dı­rıl­ma­sı­nı bek­le­yen­ler ise kor­ku­lu (ve an­lam­sız) göz­ler­le ba­kı­yor­lar. Ba­kıp du­ru­yor­lar sa­de­ce. Gü­neş te­pe­le­ri­ne vur­duk­ça, mâ­be­din sa­çak­la­rı al­tı­na sı­ğın­mak ge­çi­yor iç­le­rin­den. Deh­şet­le ir­ki­lip ge­ri çe­ki­li­yor, ge­ce­yi (ha­yır, ka­ran­lı­ğı) ar­zu­lu­yor­lar. Gü­neş edeb er­kân üze­re çe­ki­lin­ce, kar­şı­la­rın­da yi­ne Ha­san: Han­za­la ile ele­le Ge­ce Yü­rü­yü­şü’ne çık­mış.
25 yıl ön­ce­ki ilk bu­luş­ma­mız­da Mol­la Ka­sım’lık yap­mış, çiz­gi­le­ri­ni sa­nat ese­ri olan ve ol­ma­yan­lar di­ye iki­ye ayır­mış­tım. Sı­cak bir gü­lüm­se­yiş­le kar­şı­la­mış­tı ten­kit­le­ri­mi. Şim­di her ye­ni çiz­gi­si­ni he­ye­can­la bek­li­yo­rum. Bü­tün çiz­gi­le­ri “son çiz­gi” ar­tık. Her yü­rü­yüş­ten son­ra def­te­ri­ni ka­pa­ta­bi­lir. Ka­le­miy­le de­ğil, ru­huy­la çi­zi­yor. Ruh­la­rı­mı­zı sa­rıp sar­ma­la­yı­şı bun­dan.
Bo­cur­gat’ın ya­nı sı­ra ye­ni ki­ta­bı Göz­gü’yü de İz Ya­yın­cı­lık çok şık bir kı­ya­fet­le oku­yu­cu­ya sun­muş. Çiz­gi us­ta­sı Ha­san, bü­yük söz us­ta­la­rı­nın so­yun­dan. On­lar, ke­li­me­le­ri şi­fa­ya ka­vuş­tur­ma pe­şin­dey­di­ler. Ke­li­me­ler şi­fa bul­ma­dık­ça, kalp­ler ve zi­hin­ler sıh­ha­te ka­vu­şa­maz­dı. Ça­ğı­mız­da bu­nun al­tın­dan kal­kıl­ma­sı im­kan­sız bir iş ol­du­ğu­nu sez­miş ol­ma­lı ki, çiz­gi­ye il­ti­ca et­miş Ha­san. Ve mür­te­fi il­ti­ca­gâ­hın­da, kalp pa­ra­la­rı ayık­lar gi­bi, sah­te du­yuş ve dü­şü­nüş­le­ri ber­ta­raf edi­yor. Mün­ze­vi, müs­ta­kim ve müs­te­rih. Bu­nu ba­kış­la­rın­dan ya­ka­la­ya­bi­lir­si­niz. (Ruh çe­vik­li­ği­niz kal­mış­sa, pek ta­bi­i.)

Paylaş Tavsiye Et