SANAT neyle beslenir? Daha doğrusu, sanatçı? Din, felsefe, tarih? Hepsiyle şüphesiz. Fakat belki en doğrusu, sanatın sanatla beslendiğidir. Hasan Aycın da son kitabına, hayır bütün kitaplarına, Yunus’un açtığı yoldan giriyor:
Dost sûreti gözgüdürür
Bakan kendi yüzün görür
İlk yaprağı çeviriyor ve bu dünyanın yüzünü görüyorsunuz: Sıkılmış bir yumruğa uzatılan gül. Karşı sayfada, muhtemelen aynı gül, gözyaşlarına boğulmuş. Gözyaşları içinde çevirdiğiniz üçüncü sayfa Kudüs ve Bağdat’a ithaf edilmiş: Kur’an okurken şehit edilmiş müminin kalbinden bir gül fışkırıyor!
Çizgi bir dil, dil bir ihsan. Onunla örtüleri aralıyor Hasan. Sohbetin, sözün çocuğu. Köylü çünkü. “Uç yerlerdir köyler; dünya ile ahiretin sınırında kurulmuşlardır sanki. Kitapları yok, sohbetleri vardır.” Şehri, Hac’dan dönen büyüklerden dinler köylüler. Bursa, Konya, Şam. Bağdat, Mekke, Medine. Cennet yolunun mükrim konakları.
Ömer Lekesiz, bir çalışmasında (Hasan Aycın Çizgilerinden Örneklerle Çizgi Sanatında Dil ve Mesaj, YediGeceKitapları, İstanbul, 1995) şehirde gece yürüyüşüne çıkan çizgi ustasının ‘dilini’ tahlil ediyordu. Çizgileri ‘okumaya’ kalkmıyor, okunmasına yardımcı olabilecek tutamaklar sunuyordu. Gece yürüyüşünün bir şehrin (medinenin) sokaklarında değil, bir uçtan diğerine İslam medeniyetinin hikmet burçlarında gerçekleştirildiğini anlıyorduk. Özellikle Sezai Karakoç’a dair çizgiler bunu mükemmel bir tarzda ele veriyordu. Ömer’in belki gereğinden fazla bilimsel tahlilleri, okuyucunun gece yürüyüşüne tutulmuş müsmir bir fenerdi; bir kaldıraç, bir bocurgat.
Gece Yürüyüşü, A. Samet’in fedakârane çabasıyla güzel bir kıyafetle okuyucuya sunulduğunda, bir derginin soruşturmasına ben de kısa bir cevapla katılmıştım. Bugün orada sarf ettiğim sözlere herhangi bir ilavede bulunmakta zorlanıyorum. Söz, sınırlarını seviyor.
Hiçbir sanatçı özgün değildir. Yine de her büyük sanatçı ancak kendine atıfla anlaşılabilir. Hasan Aycın, âhir zaman ateşini avucunda (hayır, ruhunda) hissederek çiziyor. ‘Mitik’ bir şahsiyet. Sanki yaratılışın ilk anında yaşıyormuş gibi. İnsan denen unutkan mahlûka, o ilk anın heyecanını ve âhir zamanda bulunuyor olmanın dehşetini birlikte tattırıyor. İnsanı o ilk ana yaklaştırıyor. Tuzakları gösteriyor. İğvaların üzerinden atlatıyor. İlkelliğin içtenliğine yöneltiyor.
Modern insan, homo economicus olmayı eşref-i mahlûkatolmaya tercih eden bir bedbaht. Kayıplarını idrâkten bile âciz. Sanatçı, bu bahtsıza kaybolan cennetin kokusunu hissettirmiyorsa, başka ne yapar? Bütün mesele, hatırlamakta. Ve insanoğlu unutkan. Dahası, modern insan bilinçli hafıza kaybına mahkûm. Hasan’ın çizgileri nisyanla zikrin sınır taşları, unutma ile hatırlamanın. Mâbedin içinden doğru beslenen bir pınar. Eşiğe yaklaşanlar behemehâl avuçlarını doldurup yaralarına götürüyor. Mâbedin dışında gezinen, cenazelerinin içeridekilerce kaldırılmasını bekleyenler ise korkulu (ve anlamsız) gözlerle bakıyorlar. Bakıp duruyorlar sadece. Güneş tepelerine vurdukça, mâbedin saçakları altına sığınmak geçiyor içlerinden. Dehşetle irkilip geri çekiliyor, geceyi (hayır, karanlığı) arzuluyorlar. Güneş edeb erkân üzere çekilince, karşılarında yine Hasan: Hanzala ile elele Gece Yürüyüşü’ne çıkmış.
25 yıl önceki ilk buluşmamızda Molla Kasım’lık yapmış, çizgilerini sanat eseri olan ve olmayanlar diye ikiye ayırmıştım. Sıcak bir gülümseyişle karşılamıştı tenkitlerimi. Şimdi her yeni çizgisini heyecanla bekliyorum. Bütün çizgileri “son çizgi” artık. Her yürüyüşten sonra defterini kapatabilir. Kalemiyle değil, ruhuyla çiziyor. Ruhlarımızı sarıp sarmalayışı bundan.
Bocurgat’ın yanı sıra yeni kitabı Gözgü’yü de İz Yayıncılık çok şık bir kıyafetle okuyucuya sunmuş. Çizgi ustası Hasan, büyük söz ustalarının soyundan. Onlar, kelimeleri şifaya kavuşturma peşindeydiler. Kelimeler şifa bulmadıkça, kalpler ve zihinler sıhhate kavuşamazdı. Çağımızda bunun altından kalkılması imkansız bir iş olduğunu sezmiş olmalı ki, çizgiye iltica etmiş Hasan. Ve mürtefi ilticagâhında, kalp paraları ayıklar gibi, sahte duyuş ve düşünüşleri bertaraf ediyor. Münzevi, müstakim ve müsterih. Bunu bakışlarından yakalayabilirsiniz. (Ruh çevikliğiniz kalmışsa, pek tabii.)
Paylaş
Tavsiye Et